Çarşamba, Kasım 29, 2006

GOTLAND

İkea'da duvarda buna benzer bir resim gördüm.. Aradım, buldum Gotland'ın fotoğraflarını..


Altında ise şöyle bir yazı:

Gotland

Burada efsanevî bir duygu vardır.
Orada, Baltık denizinin ortasında..
Burada Vikingler 1100 yıldan çok daha önce, bilinmeyen doğuya gitmek için rehberler tuttular.
Şehri koruyan kireç taşından duvar, tarihî zaferleri hatırlatır..
Yenilgileri de..
Bu bir Viking efsaneleri adasıdır.
Burası Gotland'dır.



Diyeceksiniz ki, neden yazdın şimdi bunu, Ne var bunda?
Adam övündüğü bir yerde "Yenilgileri" de tattığını, kendisinden bilmemkaç kilometre uzakta açtığı bir şubesinin duvarına yazabiliyor..
Bunu kabulleniyor..
Sen Anadolu toprakları üzerinde yaşamış olduğun bir yenilgiyi, değil başka bir ülkede duvara yazmak, kendi ülkende bile dile getirmekten kaçıyorsun..

İşte onun için, bu adamlar, İzmir'in Bornova'sında sattıkları İsveç köftesini, üzerine dikilmiş İsveç bayrağı ile, üstelikte sana taşıttırıyorlar.

21. yüzyılın zaferleri ve fetihleri de işte böyle oluyor.
Posted by Picasa

Salı, Kasım 28, 2006

Kardeşim naaptın sen?

International Herald Tribune diye bi gaste var. Bir adamı haber yapmışlar. Adamın giripte çıkmadığı tek tanrılı din kalmamış. Kafasımı karışık, saf mı, el kaideye karşı ajanlık mı yapmak istemiş anlayamadım? Kendisine bırak bu bu işleri kardeş diyor, dünyevi işlere yoğunlaşmasını öneriyorum.

haber linki için:

http://www.iht.com/articles/2006/11/27/news/memoir.php
normal vatandaş için: yerlere çöp atmayınız
polisler için: yerlere cop atmayınız.

Ernst E. HIRSCH

Hukuk fakültesinin çok tanınmış bir hocasıydı.. hiçbir konunun ve hiçbir kimsenin önünde eğilmeyen şahsiyetli bir insandı..

Birgün fakültenin dekanı kendisini odasına çağırdı.. Konu " torpil " olayıydı.. Dekan konuyu açtı ve "..Ankara'dan sayın.... aradılar.. oğlunu iki kez sınıfta bırakmışsın, bir kez daha böyle birşeyin olmaması isteniyor, senden rica ediyorum, çocuğu tekrar çaktırma.."

Dekanın Ankara'dan diyerek verdiği isim hükümet kanadından çok önemli birine aitti.. Buna rağmen böyle bir kayırma yapamayacağını söyledi.. Fakat dekan kendisinden beklenmeyecek bir şekilde bu torpili mutlaka yapmak zorunda olduklarını çok ısrarlı bir şekilde belirtince "..pekâla " dedi. "verin çocuğun ismini ve merak etmeyin bu kez benim dersimden geçecektir.."

Kendisinden bir öğrenci için torpil yapılması istenen profesörün dersi hukuk fakültesi'nin en zor derslerinden biriydi.. dört yüz öğrenci bu dersten sınava giriyorsa ancak otuz-kırk kişi geçerdi..

Sınav günü geldi ve sonuçlar on gün sonra asıldı asılmasına da, listelere bakanlar şaşırmışlardı.. Bu çok zor dersin sınavına giren üç yüz seksen öğrencinin hepsi geçmişti..

Sınav sonuçları dekanıın onayına gittiğinde dekan da durumu hayretle görüp o dersin hocası olan profesörü yeniden odasına çağırdı.. Profesör odaya girince, dekan "..hocam hayrola herkesi geçirmişsin, yoksa artık devrim tarihine mi giriyorsun ki herkes geçiyor, lütfen durumu izah eder misin ? "

Profesör sakin bir şekide kendisini cevapladı..

" Siz benden bir öğrenci için torpil yapmamı istediniz ben de bütün öğrencilerime torpil yaptım.. bir öğrenci beleşine geçerken diğerleri gerçek bir sınava zorlanamazlar, hepsini tesviyede buluşturdum.."

Dekan, bu cevabı alınca :

" Hocam ne demek tesviyede buluşturma, ben hiçbirşey anlamadım.."

Dekan bu sözü anlamamıştı ama anlayan birileri mutlaka vardı.


Ah be güzel dekanım be...

(Bir Jubelum yorumu..)


Prof. Dr. Ernst Hirsch, 1902 - 1985 yılları arasında yaşayan Alman asıllı, ancak 1943 yılında Türk uyruğuna geçen önemli bir hukukçudur.
Hirsch, bilimsel anlamda, Türk hukukunun her alanında aynı derecede mükemmel etkinliklerde bulunmuştur. Bir çok yasanın kodifikatörü olan, Hirsch Ticaret yasasının oluşturulmasında çok büyük katkıda bulunmuştur. Özellikle Medeni Yasa ile Ticaret Yasası arasındaki ikilik bu bilim adamının dahiyane katkılarıyla giderilmiştir. “Atatürk Yasası” nın hazırlanmasını (1951
) sağlamıştır. Bu yasa ile sadece, çağdaş Türk Devletinin kurucusu değil, fakat aynı zamanda onun fiziksel anısı olan heykeller de, ceza hukukunun yaptırımlarına bağlanarak korundu. Türk yurtdışı ve Türk profesörü olan Hirsch ülkemizin unutulmazları arasındadır. “Pratik Hukukta Metod” isimli eseri hala tüm hukukçu ve öğrencilerin başucu kitabıdır.
Kaynak:Wikipedia

İnkârcı hukukçular..

İNKÂR

Adam, iddialarda bulunuyor..
Hayır, adam iddia etmiyor. Anlatıyor..
Diyor ki; "Bire bir benim başımdan geçti.. Bunlar bana söylendi.. Bende konuşmaları kaydettim. Aha, burada.. dinleyin.."
Dinliyorlar.. Anlatılanları doğrulayan, sahibinin sesinden bir sürü ses kaydı..

Yapılanlar, konuşulanlar, söylenenler baştan aşağı yanlış..
Tarafsız ve önyargısız bir insan bunları dinlediğinde o koltukta oturan, o payeleri almış insanların yarın eşinin dostunun yüzüne nasıl bakacağının düşünürken..
..Onlar İNKÂR ediyorlar.
"Bu adam bu işleri kurmuş.." diyorlar..
"O bantlarda bir şey yok.." diyorlar..
Adam hakkında bu konuyla ilgisi olmayan iddialarda bulunuyorlar..
"Neden banda almış? Ayıp değil mi?" diyorlar.

Adam yanıt veriyor. "Banda aldığım halde inkâr ediyorlar.. Banda almadan gelseydim, kim inanırdı? Ayrıca bunu yapmaları da doğaldır.. Türk Ceza Kanunu'nun birinci maddesinde [inkâr et.] yazar." diyor. (Ben anlamam.. Adam dedi.)

Bi sürü hata yapmışlar.. Bissürü haksız iş.. Ama o konular hiç yok ortada..
İlk inkâr eden bir hukukçu.. "Adamın işleri bozuk.. Başka işi yok.. Ondan bunlarla uğraşıyor.." diyor..
Öte yandan bir başkan konuyla ilgili olarak "Bu iddialar organize bir çetenin işi. Bu çetenin içinde kimlerin olduğunu tahmin ediyoruz." diyor..
Yani TAHMİN.. Çete tahmin.. Kişiler Tahmin.. Kesin değil yani..
Karşı tarafta ise ses bantları var.. Kimin ne dediği gramofonun yanında duran köpekle tescilli..

Yav, emmiler, babalar, abiler..

Siz bu haltları yediniz mi, yemediniz mi?
Siz bunları dediniz mi, demediniz mi?

Siz ilişkilerinizi kullanarak, kendinize, mevkiinize çıkar sağladınız mı, sağlamadınız mı?

Başkandan Samsun'a ve İstanbul'da bir otele içinde para dolu çantalar gitti mi, gitmedi mi?
Konuyu saptırmadan, başka yere çekmeden..
Bi bunu deyin hele, yahu?

Hani bantlarda bunun bööle olduğu kesin lâkin..

hele bir de siz deyin..

"Evet..Biz bir hata yaptık." deyin..

İki dakka delikanlı olun yahu..

İki dakika.. Fazla değil..

DELİKANLI OLUN.. ADAM OLUN.. ERKEK OLUN..

Bu ne biçim spor, Bu ne biçim kulüp?
Ah be güzel abim be.. Ah be..

Cuma, Kasım 24, 2006

Uydu kaybolmuş.:)

Eğer Türksat uydu haberleşme şirketinin internet sitesine girerseniz Türkiye'nin uzayda üç uydusunun olduğunu göreceksiniz. Bunlardan biri Türksat 1B adlı uydudur.Ama böyle bir uydu yok. Daha doğrusu, vardı. Ama artık yok. Türksat bu uyduyu... nasıl söyleyim... kaybetti. Nedenini sadece tahmin edebiliriz. Çünkü, Türksat, açıklama yapmak bir yana, olayı gizliyor. Uydunun hâlâ uzayda salınımda oluğunu söylüyor. Araştırmalarım bu bilginin doğru olmadığını gösteriyor.
Şöyle: Yapımcı firma olan Alcatel'in imalatında bu uyduya verdiği ömür garantisi 10 yıldı. Bu gerçekleşti. Bundan sonraki süreçte Türk Telekom ve Türksat, Alcatel'e danışmadan, 1B uydusuyla ilgili 3 yıllık 'salınım' ömrü çıkardılar.
Devamı için Tıklayınız..
(Teşekkürler Türkekırgın..)

Perşembe, Kasım 23, 2006

ARAS KARGO

Tipik bir Kargo hikayesi

20 Kasım Pazartesi günü İstanbul'da çalıştığım firmadan bir koli mal istedim. Salı günü bu malı almak üzere kargoya gittim. Bizim olmayan bir koli ve üzerinde çalıştığımız firma tarafından bize kesilmiş bir fatura gördüm.. Dedim ki; "Bu mal bize ait değil.. Bu kolinin üzerinde de Ankara yazıyor.. Ama fatura bizim."
"Hay Allah.." dediler.. "Sizin kolinizde üzerindeki Ankara faturası ile birlikte Ankara'ya gitmiştir.. Biz şimdi ilgilenir, gereğini yaparız."
Orada yaklaşık onbeş dakika eyleştim.. Kimse gereğini filan yapmadı..
Kendi kendime bu kolinin Çarşambadan önce elimde olmayacağını düşünerek, (tecrübelerle sabit) çıktım, gittim, işime baktım..
Çarşamba günü tekrar gittim.. Koli aşağıdaki fotoğraftaki gibiydi..
Hani, birisine desen ki, "Usta, bu kolinin içine sıç.." diye, bu kadar yapılır yani..


Ezilmiş, yırtılmış.. Bantlanmış.. Olmamış, iple sarılmış.. Üzerine alakasız bir şeyler akmış..
Sinirlenmemeye çalışarak koliyi aldım.. Faturamız nerede diye sorduğumda, şubedeki iki bayan ve bir bey birbirlerine baktılar.. Sonra mûtad konuşmalar..
-sen almadın mı dünkü faturayı öbür koliden..?
-yOoO.. ben, sen aldın sandım..
Sonra hep birlikte bana dönüp bakmağa başladılar..
Bende o sırada bizim dağılmış kolinin üzerindeki "Ankara Faturasına" bakıyordum..
İstanbul, iki kolinin faturalarını karıştırarak, farklı şehirlere gönderiyor. İzmir ve Ankara'daki şubelerin bundan haberleri olduğu halde faturaların değişmesi gerektiğini akıl edemiyorlar..
Ben bize ait olan o faturanın bugün (perşembe) bana teslim edilebileceğini hiç sanmıyorum..
Ama muhtemelen Cuma günü, tahsilata gelmeyi unutmayacaklar..
Böylece bir koli mal için gidilen yollar.. edilen telefonlar.. kolilerin marmara, anadolu ve ege turları.. unutulan faturalar..
faturalar için edilen yeni telefonlar.. faturaların Türkiye turları..
İçine edilmiş koliler.. tipik Türkish..

Bağlantılı bi fıkra neyin..
Adam ölmüş.. Zebani karşılamış.. "Cehenneme.." dediğinde, karşılık vermemiş.. Biliyor nereye gideceğini. Yürümeye başlamışlar.. Uzun etmeyim, Zebani "Burada" demiş.."senin bildiğinden iki farklı cehennem daha var.."
Adam şaşırmış.."Neymiş onlar..?"
"Amerikan cehennemi ve Türk cehennemi.." demiş zebani.. "Amerikan cehenneminde hergün bu saatte bir çay kaşığı bok yedirirler adama.."
"Ya Türk Cehennemi?"
"Onda da hergün bu saatte bir koca tas bok yedirirler .."
"Eh.." demiş adam.. "Ben Amerikan olanına gideyim.."

Başlamışlar yürümeye.. Yolun ortalarında "pışşt" diye bir ses.. Dönmüş bizim adam, bi bakmış; bööle bi Anadolu ağası, bıyıklı, tespihli..
"Nereye Hemşo?"
"Amerikan cehennemine.." diye karşılık vermiş bizimki..
"Neden ki" diye sorunca posbıyık, bizimki anlatmış.. İşte sizde bir tas bok.. orada bir minik kaşık bok.. filan..
Ağa bıyıklarıyla oynarkene neyin, kısaca anlatmış tecrübelerini..
"Ah be güzel kardaşım be.. Sen gel..Gel.. Bizim Türklerin yanına gel..
Buranın adı üzerinde, Türk cehennemi..
Bi gün tası bulurlar, boku bulamazlar.. Bigün boku bulurlar, kaşık yok..
Kaşığı bulurlar, tas kayıptır.. Ben kırk yıldır buradayım.. daha bi bok neyin yemedik.. Gel sen, gel.."


Posted by Picasa

Semender

Niye durup dururken aklıma Semenderin hikayesi geldi acaba ?
Malum Semender ateşte yanmadığı, hatta ateşi söndürdüğüne inanılan efsanevi hayvandır. Gerçekten içine atıldığı ateşte bir süre yanmadan durabiliyor, çünkü kendi vücudunun nemi ile en yakındaki alevleri söndürmeyi başarabiliyor..
Ne var ki, vücudundaki nemi tükendiğinde, sönen alevlerin canlanması ve ateşin her yanı kaplaması kaçınılmaz oluyor. Yani, Semender vücudundaki nem tükenmeden ateşten çıkartılırsa kahraman ya da efsane, nemi tükendikten sonra ateşten çıkartılırsa bir kül yığını oluyor.
Galiba asıl olan zamanlama ya da zaman.
Ama insanlar çoğu kez zamana değil âna baktıkları için Semenderin ateşi yenebileceğine inanıp boş hayallere kapılıyorlar.
Bu yüzden anın kopukluk, zamanın ise sürekli olduğunu asla unutmamak gerekir.
Belki de akıl zamanın ellerinde, sezgiyse anın ellerinde hayat buluyor.
Hatta Şeytan ânın efendisi, Tanrı ise zamanın desek, çok mu yanlış olur?
Öylesine takılıyorum, çok ciddiye almayın.

Salı, Kasım 21, 2006

Fiş veriyorlar mı?

Olay üç sene önce olmuştu..
Biraz önce Engin'i görünce aklıma geldi.. Yazayım dedim..

Yağmurlu ama keyifli bir sonbahar günü.. Günlerden Pazar. Evdeyiz..
O sıralarda bugünkü teknoloji olmadığı için tab edilmiş fotoğrafları almaya gitmem gerekiyordu..
Kapıdan çıkarken, eşim "Ya, bi nöbetçi eczaneden ağrı kesici bir şey bulursan alıver.." dedi.. "Ok.." dedim ve çıktım kapıdan..
Girne caddesine saparak, yukarıya, Aksoy'a doğru yürürken, "Ağrı kesici" tamamen aklımdan çıkmıştı. Fotoğrafçıdan resimleri alıp çıktıktan sonra kendi kendime "Bu keyifli havayı bi daa nerden bulcan.. Uzat yolunu acık.." telkiniyle Reşadiye'ye saparak oradan sahile çıkmayı planladım..
Yağmurda yürümeyi pek severim ben..

Karşıyaka'lılar bilirler.. Orada, İnce'lerin evinin tam karşısında, Jandarma Komutanlığının polikliniği vardır.. Ve tabi ki, karşısında da üç beş eczane.. Ana! Ben eczaneleri görünce, tak.. Aklıma geldi.. Ağrı Kesici.. Yaklaştım bir tanesinin camına.. "Pazar günü filanca Eczane nöbetçidir." Sinir.. Nöbetçi eczanenin Girne caddesinde biraz önce önünden geçmişim.. Hadi, tekrar geriye.. Neyse..
Tam Girne'ye tekrar çıkıyordum ki, "Abi n'aber?" diye bir sese kafamı çevirdim.. Engin.. Kısa bir hoşbeşten sonra "Hayırdır abi.. Turalıyorsun buralarda.." diye sordu.. Anlattım eczaneye gitmem gerektiğini.. "Ah be güzel abim be.." dedi.. "Sen unuttun kardeşinin yaptığı işi.."

Öyle ya.. Unuttum tabi. Engin önemli bir ilaç firmasının Ege bölgesi temsilcisi.. Gırgırı da seven bir çocuktur.. Benim çok eski bir arkadaşımın kardeşi..

"gel benimle arabaya.." dedi. Biraz yürüdük.. 10-15 metre var yok..

Ana caddenin üzerinde parkedilmiş olan arabasının bagajını açtı. Bir sürü paket, çanta, poşetler.. Dolu yani aracın arkası.. Oradan elini bir yere daldırdı ve bana bir kaç kutu ağrı kesiciyi verdi.. Attım cebime..
Ben teşekkür ederken, "Dur..Sana bir kaç tanede kalem veriim.." dedi. Onları da aldım..
"Dur..Dur.." dedi gülerek.. "Sana bir şeyler daha veriim.."
Ne olduğunu anlamadan avucuma 6-7 adet rengarenk paketi bıraktı.. Şeffaf paketler..

O andan itibaren.. takip eden üç beş saniye içinde.. ard arda bir kaç şeye çok şaşırdım..

1- avucumdaki şeffaf paketlerin içinde rengarenk prezervatifler olduğuna..
2- havanın aniden açmasına ve güneş çıkmasına.. ve renklerin güneşte ne kadar canlı parladığına..
3- ve aynı anda ve hatta daha da ani, yanımda zınk diye duran bir araçta, iki gece önce bizde yemek yediğimiz bir çifti görmeme..
4- eşinin bana yakın olan camdan elimdekileri gördüğü anda.. yüz ifadesine..
5- diğer taraftan arkadaşımın "OOoo.. demek alışverişi buralarda yapıyorsun.. Fiş veriyorlar mı bari?" demesine..
...
...
...

Dostlar alışverişte görsün.. derler ya..
Ben iki tane ağrı kesici içtim..

Pazartesi, Kasım 20, 2006

ÖĞRET..

Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen ona,
Kazanılan bir liranın, bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret.
Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.
Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen, ona kitapların muzicelerini öğret

Fakat ona sessiz zamanlar da tanı.
Gökyüzündeki kuşların, güneşin altındaki arıların, ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği.
Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret.
Herkes ona yanlış olduğunu söylediğin de dahi.
Tüm insanları dinlemesini öğret ona,
Fakat tüm söylediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini, ve sadece iyi olanları almasını da öğret.
Eğer yapabilirsen, üzüldüğün de bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını,
Fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.
Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona.

Ve eğer,
kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa,
dimdik dikilip savaşmasını öğret.

(Abraham Lincoln tarafından oğlunun öğretmenine yazılmış mektup..)muş..

Garip hesaplar..

Ben ilk arabamı 35 yaşımı sürerken edindim. Bugün kullandıklarım dahil olmak üzere o günden bugüne toplam 8 adet araca binmişim..

Hesapladım.. Bu araçlarla yaptığım toplam kilometre : 537.000.. Yaklaşık.. Artı-Eksi olabilir.. Bu kilometre tamamen Türkiye'de yapılmış.. Yurt dışında başka araçlarla yapılanlar da var.. Onları hem bilmiyorum.. Hem de hesaba dahil etmiyorum..
Dünyanın etrafını yaklaşık 13,5 defa dönmüşüm..
Ortalama her 60 binde bir lastik değiştirsem, 9 kez yeni lastik almışım..
Her defasında 4 lastik aldığıma göre demek ki 36 adet yeni lastik eskitmişim.
Ortalama 300 ytl yaksak, 160.000ytl yakıt tüketmişim..(Eski para 160 milyar.. Oharaaa!)
Yakıt alırken her defasında fullediğimi düşünsem, kaba bir hesapla 2500-3000 kez benzinciye girmişim.. (Kaç tanesinde tuvaleti de kullandım acep? Boşver.. Bu hesap hem boka sarıyor, hem canımı sıkıyor..)

Türkiye Karayollarında 537.000 kilometre.. Ve hala hayattayım..
Bak.. Şükredecek bir neden daha..

Saygılar..

Pazar, Kasım 19, 2006

Yazık be..

Onları ilk defa Karantina'da karakol yokuşunda anneannemlerin evinde görmüştüm.. Onbeş yirmi tane kadardılar. Kimilerinin kapakları fazla çalınmaktan aşınmış ya da orası burası yırtılmıştı..
Ama dedem minik bir koleksiyon yapmıştı taş plaklardan.. Bu söylediğim aşağı yukarı kırk yıl önceydi..

Daha sonra Hüseyin eniştemlerde bir grundig pikapta çalınan kırkbeşlikleri gördüm.. Otuz sene önceydi.
Hüseyin eniştem her daim lacivert papyonla dolaşan, her daim beni seven ve öpen ve her daim ağzı rakı kokan bir enişteydi. Severdim, papyonunu, beni sevmesini ve rakı kokusunu..

Yirmi-yirmibeş sene önce ise longplayler çıktı ve daha sonra da kasetler.. Sonra kasetlerden öyle bir koleksiyon oluştuki insanlarda, bu sefer Lp'ler ve kırkbeşlikler kayboldu..

Cd'ler (de) girdi sonra (şeyimize!) evimize..

Bi ton para.. Edinmek için.. Bi ton zaman..Bulmak için..

Bi müddet sonra, (derken ööle çok bi müddet değildi artık..) Ana! Bi baktık.. Mp3 diye bi dalga çıktı.. Bi Mp3 neredeyse 10 cd'ye bedel.. derken I-Pod vs..

Şimdi adam, kibrit kutusu kadar bi dalgaya otuz gün aralıksız ve aynını tekrar etmeden çalacak kadar musiki yükleyebiliyor..
Kaçtı mı abicim, Mp3 lerde bi tarafımıza.?

Birde Dvd mevzusu başladı.. Onlarda önce betamax, sonra vhs ve daha sonra VCD formatlarından geçerek bugünlere geldiler..

Ayıp söölemesi ikiyüze yakın dvd var.. Özel filmler.(tabi bana göre..)

Şimdi
Blow Up desem, Don't Look Now yada Great Expectations desem.. kime ne kadar yazar, bilemem.. de..

bir şeyi artık yeni yeni uyanıyorum..

Taş plaklar, plaklar, kasetler, cd'ler, mp3 ler gibi bu dvd'ler içinde bir uğraş vermek gerekecek bi zaman sonra..
Çöp bakımından diyorum yani..

Herşey o kadar çabuk eskimeye başladı ki..

Hiç bir şeyin kıymetini, değerini anlamayan.. anlayamayan..

bilmeyen.. çabucak unutuveren..
acaip yaratıklar olduk, çıktık.

Cuma, Kasım 17, 2006

Hangisi..

Işık şaçmanın iki yolu vardır, ya bir mum olmak ya da onu yansıtan ayna.
Edith Wharton

Hiç düşündünüz mü, siz hangisisiniz ?

Çarşamba, Kasım 15, 2006

İkililer..

Tarih, bazı ikilileri unutmuyor..

Laurel & Hardy..
Simon & Garfunkel..
Frank Sinatra & Dean Martin..
Rahşan & Bülent..
Nazmiye & Süleyman..
İbo & Asena..
Erman & Şansal..gibi..

Benim unutamadığım ikili ise Yavru ile Kâtip..
İtalyan komedi sinemasının bir dönemine damga vurmuş bu ikilide Yavru; kısa boylu, komik ve daha girişken olanı..
Aslında işler genellikle Yavrunun başının altından çıkardı.. Kaşlarını ve kulaklarını kullanarak başındaki şapkayı oynatması, sanırım bu dönemi yaşamış olanların hâlen belleklerindedir.
Kâtip ise, Yavru'nun rolünün desteklenmesi için yaratılmış bir karakter gibi gelmiştir hep bana..
Yavrunun yaptığı gaflardan pişman olup, durumu toparlamaya çalışan, ama ta işin başında kankasına verdiği destek yüzünden bunu bir türlü başaramayan, daha mahzun, daha saf bir kişilik..
Komik adamlardı vesselâm..
Baksanıza yüzlerindeki ifadelere..


Posted by Picasa

Not: Fotoğraf, İtalyan Unilibro sitesinden alınmış ve üzerinde hiç bir oynama yapılmadan eklenmiştir. Bakınız..

Salı, Kasım 14, 2006

Ustasından bir şiir...

Son kadeh içilmiş,
son söz edilmişti.
bir düşünce sardı hepsini...

bir hatıra
bir hırs
bir kıskançlık
bir yanıltı
bir kardeşlik
bir yanlışlık
bir kin
bir ümid
BİR ŞEY İNSANA ait...

( Özdemir Asaf )

Cuma, Kasım 10, 2006

Ecevit..

Ecevit hakkında yazılmış en nesnel siyasi yaşam hikayesi

"Ecevit" yazısını okumak için burayı tıklayınız. Peki... Saat kaçmış?...

Şükretmek..

Dün gece, bir kaç arkadaş konuşuyorduk.. Bir tanesi "Hergün uyulması gereken 6 prensip var." dedi..
"Hergün sana verilen nimetler için ŞÜKRET..
Hergün hiç bir şey için ENDİŞE ETME.
Hergün hiçbirşeye KIZMA.
Hergün DÜRÜST OL.
Hergün tüm varlıklara karşı NAZİK VE SAYGILI OL..
Ve hergün aklını kullan ama YÜREĞİNLE HAREKET ET.."

Gruptan, yeni tanıştığım birisi günlük yaşam çarkları arasında bunların hemen hiçbirisinin mümkün olmadığını savundu..

İlerleyen saatlerde kendisi ile yalnız kaldık..
Şunu sordum kendisine..
"Hiçbirisini yapamasanız bile, akşam yatağa başınızı koyduğunuzda

ŞÜKRETMEK, zor mu hakikaten?"

Uzaklara baktı, daldı gitti..
"Mutsuzsan neye şükredeceksin ki..?" diye yanıtladı, neden sonra..
"En azından bugün yaşadığına.." dedim..
"Ölümden korkmuyorum ki.. Hadi alsın beni.."

Başka bir şey konuşamadık.. Yine daldı gitti uzaklara..

Eve doğru yürürken düşündüm. "Mutlu muyum..? Barışık mıyım?"
Evet..Cevabım evet..
Hayatın boktan çelişkileri, kavgalar, kısır çekişmeler arasında da olsa..
bir bebeğin senin kollarında uyuması..
ve sevdiğin ve seni seven çocukların..
ve sevdiğin kadına söyleyeceğin bir kaç güzel sözcük..
ve balkondaki çiçekleri sulaman..

ve yıllardır görmediğin ve çokta kanının almadığı birini mutlu etmen..
ve yağmuru koklaman..
ve arkadaşlarına güzel bir yemek hazırlaman..
ve bunu yaparken açtığın bir şişe iyi kırmızı şarap..
ve temiz bir kadeh..
ve sevdiğin müzikleri dinlemen..filmleri seyretmen..
ve yazmak..
ve sağlığının iyi olması..
ve kapıcıyla sohbet etmen..
ve bir çok dostunun olması ve seni çıkarsız sevmeleri..
ve.. ve herşeye rağmen insanları sevmen..


Ben Şükrediyorum.. Teşekkürler Tanrım.. Herşeye teşekkür ve Şükran..

Pazartesi, Kasım 06, 2006

Bir Necdet Şen yazısı..

..Bir toplumun sahip olabileceği en değerli hasletlerden birinin müzakere kültürü ve uzlaşma olduğunu düşünüyorum. Farklı zihniyetlerde olabiliriz. Dünyayı muhatabımızla neredeyse taban tabana zıt bir zaviyeden algılıyor olabiliriz. Birbirimize katlanamıyor olabiliriz. Ama bu bile, olgun insanlar için hemhal olmanın, abi-kardeş, baba-evlat, komşu, hemşehri, meslekdaş olmanın önünde engel teşkil etmeyebilir. Kanımızın kaynamadığı insanla rutin zorunluluklar dışında görüşmeyiz olur biter. Ama başkalarına gösterdiğimiz nezaket (ya da kabalık) aslında bizim ne biçim bir insan olduğumuzun en su götürmez kanıtıdır. Yarın bununla anılırız...


...Eğer hepimizin lideri iseniz, neden oylarımızla seçilmiş temsilcilerimizin toplandığı meclisin başkanına hem de kamuya açık alanda beden dilinizle küfür ediyorsunuz? Siz ki o kadar okumuş, mesleki yaşamınızda alabileceğiniz en yüksek terfiyi almış, bir ölümlünün ulaşabileceği en yüksek resmî mertebeye ulaşmış bir kişisiniz. Daha önce de en üst düzey hukuk kuruluşunun başkanıydınız. Suçluluğu yasalarca sabit olmamış bir insana (meclis başkanı ya da tinerci ya da uyuşturucu bağımlısı ya da reklamcı, her kim olursa olsun) neden tüm dünyanın gözleri önünde hakaret ediyorsunuz?


Tamamını okumak için tıklayınız..

Cem Babaya saygıyla..

Biz görmedik, sen görürsün yavrum..
Didişmeden geçen birgün, mutlaka..
Yalansız dolansız bir dünyayı yavrum,
Kulun kula kul olmadığı bir yarın..
Kuramadık.. Kurarsınız mutlaka..
Biliminle, kitabınla, aklınla..
Ellerinle, dişinle, tırnağınla..
İnsan olmanın verdiği onurla, Yavrum..
Yüreğinle kur yarını..Güzel kur..

Pazar, Kasım 05, 2006

Güzel İzmir

Batman'da insanlar sel ile boğuşurken,


İstanbul beyazlara bürünmüşken,


Şükredeceksin, İzmir'de Kasım'ın beşinde, begonvillerin halen açık olduğuna.. ve havanın güzelliğine.. Posted by Picasa

Bir ileri bir geri..

Saatler..

Evde, aşağı yukarı on adet kol saati olduğunu varsaysak.. Buzdolabının üzerinde duran ve fırının kendi saati ile etti mi, oniki.. İki adet ofisimde var, ondört.. İki adette otomobillerde, onaltı.. Bunlara iki adetde cep telefonu saatini ilave ettik mi, onsekiz adet saatin sorumluluğu demek bu..

Şimdi "saatler bir saat geri alınıyor." diyorlar.. Haydaaa.. Koş bakalım.. Ayarla hepsini..
Yok, yok.. Artık böyle olmuyor..
Eskiden, eskiden dediğim bir kaç sene öncesine kadar, eğer gece ikide uyanıksam(!) araçlarınki hariç evdekileri tek tek ayarlardım.. Daha evvel yatıyorsam ayarlamazdım, nedense.. Ertesi sabaha kalırdı bu işler.. Hoş, birinciyle sonuncu arasında da epeyi bi saat farkı oluşurdu.:))

Şimdilerde artık takmıyorum bu tip şeyleri..
Kol saatlerini taktıkça,
diğerlerini baktıkça,
otomobillere bindikçe yapıyorum bu işleri..

Ya yaşlanıyorum,
ya..

Amaaan..

Hiç elleşmesem, 6 ay sonra , 6 ay boyunca yine doğruyu göstermeyecekler mi?

Abinin notu:Bu yazının hemen hemen benzerini dün yazıp, koymuştum buraya.. Ama bir blog arızasından dolayı silindi, gitti.. Bulamadım..Yeniden yazdım.. Ama derler ya, ilk çıkan hep en iyisidir diye.. Bilemeyecem artık..

Home Made/Hand Made

Tamamen el yapımı Tavşan Pasta..

Boyut belli olmuyor ama iki kekten imal.. Yirmi kişilik filan yani..

Güzel dimi?


Cuma, Kasım 03, 2006

telefon bankacılığı..yaa!!

hiç hayatında yapı kredi bankasının telefon bankacılığından yararlanmak isteyip, sayelerinde çıldırma sınırına geldiğin oldu mu?
çalışan bir insansanız ve de gün içinde bankaya gidecek durumunuz yoksa ki, benim öyle, böyle telefonla melefonla işinizi halletmeye çalışıyorsunuz...
ve de benim gibi tam tamına 41 dakika 2 saniye telefonda bekletiliyorsunuz...
şaka mı bu? hayır değil!!!
adam telefona çıktığında "beni kaç dakikadır beklettiğinizi görüyor musunuz?" dedim.. "hayır!" dedi.. söyledim...
onlara özel öğretilen dille, "ıı hakgkglıısınızzz ıı hatdtdlarımız yoğunn ıı zırrt ıı pırtt" dedi... ama benim cebimden giden para biyana, zamanım biyana... "kime şikayet edebilirim ben bunu?" dedim.. "ııı biz ıı yarrdımcı oluyorusz ııı .."dedi.. "o zaman" dedim "hat safhada şikayetçiyim.." ee nolcak şimdi? hiçbişiiii... telefon kayıtları kaydediyo yaa konuşmalarımızı, umarım beni bekletirlerken de kaydetmiştir... güzel bi kayıt oldu kendi şahsım adına..
herneyse size sonucu söliimmii? bu yapı kredi koçla birleşti ya,
internet sayfalarında da değişiklik oldu. bize de şifrelerimizi falan değiştirttiler.. değiştirdim.. herşeyi de ok.ledim... yani sayfayla mutabığız.. bi problemimiz yok... bi sonraki giriş zooonnkk.... yanlış dio yaaa... yanlışşş... neyse bunu hallediim dedim işte... ama maalesef 41 dakika 2 saniye sonunda adam çıktı... üstüne üstlük bi de nooldu biliyor musunuz?? adamla tam konuşuyorum.. bana yeni kullanıcı kodu veriyo.. dıt dıt dıt dııııııııtttt...........
TELEFON KESİLDİ YAAAAAAA..
telefon kesildi!

Yazmazsam..

Söz vermiştim kendi kendime:
Yazı bile yazmayacaktım.
Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?
Burada, namuslu insanların arasında sakin,
ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti?
Yapamadım.
Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım.Oturdum.
Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım.
Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm.
YAZMAZSAM DELİ OLACAKTIM...

(Sait Faik Abasıyanık-"Haritada bir nokta" öyküsünden..)

Sait Faik

ŞİMDİ SEVİŞME VAKTİ

Çıplak heykeller yapmalıyım,
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım.
Resimlerden...
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek
Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe,
Ne güzel kasların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.
Söylemeliyim,
Yok...
Yok... Meydanlarda bağırmalıyım.
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım
Baygınlık getiren şiirler
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hâlâ o eski, o yalancı
O biçimsiz Bizans şarkısı.
Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam su kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...
Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Bos geçirdiğim,
bağırmadığım sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel,
uzun kaşlı boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...

Sait Faik ABASIYANIK "UMUT ŞİİRLERİ"

Perşembe, Kasım 02, 2006

Hain..

Hain..

Bir gün, hiç ummadığın bir anda, hainlikle suçlanıverirsin.
Oysa, yaptıkların sadece doğrularındır.
..Ve düşündüklerin sadece ilkelerin ve ideallerindir.

Ama zaman içerisinde, şoku atlatıp, uzun soluklu düşünmeyi başardığında, gönlün rahatlar.. Dinginleşirsin..

Sana bu sıfatı yakıştıranları düşünürsün. Dün seni övenlerin, bugün güçlü görünme dürtüsüyle, "Hain" kelimesini, hem de bu kadar kolayca kullanarak, bu denli şiddetli karalamalarını çözmeye başlarsın..
Beraber hareket eden bir de eyyamcılar vardır.. Kapı kullarıdır Onlar. Sürekli gücün yanında durarak, "Evet..Evet..Hainler.." diye sağa sola mesaj verirler..

Geçmişte hızlı hızlı yapılan övgülerde, gelecekteki karalamaların yavaş yavaş beslendiğini anlarsın.. İlişkileri, çıkarları, düşünce sistemlerini ve fesatlıkları çözersin.. Planlarını anladığında ve bu planların önündeki engellerin ne olduğunu çözdüğünde ise artık eylem zamanı gelmiştir.

..ve Eğer eylem zamanıysa, tek başına da olsan bir yerden başlarsın.
O, Samsun'dan başladı.. Tek başınaydı..
..ve ne bu eyyam takımı ve ne de dönemin gücü önleyemedi Mustafa Kemal'in eylemlerini..

Osmanlı Padişahı, Şeyh'ül-İslam'dan Katli Vacip fetvası çıkarttı, Mustafa Kemal için..

Osmanlı yönetimi, Mustafa Kemal'e "Hain" dedi....

Ama ya tarih?

Ama ya GERÇEKLER??