Cuma, Haziran 27, 2008

Denetimfobik Kanserler

Hakkında açılan yolsuzluk davalarıyla karşı karşıya kalınca, İtalya Başbakanı Berlusconi Yargı demokrasinin kanserli tümörü.” demiş.

Günümüzde çokça söylendiği üzere, uzun süreli aşırı endişe durumu (stres) kanseri kısmen tetiklemektedir. Ancak kanser demokraside değil, daha çok denetlenme korkusuyla titreyen insanda ortaya çıkabilir. Yargı demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Söz yargıdan açılmışken, yakın zamanda yayımlanan ama okumayanlar için tarihten bir kesit:

Lozan'da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından 'Hukuk Reformu yapmakla' görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için 'Cumhuriyet Savcısı' unvanının isim babasıdır. Ata'nın huzurunda 'Hukuk Reformu' için fikir fırtınası yapılırken, Bozkurt çok tepki alır ve sıkıştırılır:
'Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı denilir? Cumhuriyet Başbakanı, Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı, Cumhuriyet Valisi, Cumhuriyet Büyükelçisi olmuyor da, Neden Cumhuriyet Savcısı? Savcılara neden bu imtiyaz?

Atatürk, Bozkurt'a 'Ne diyorsun?' diye sorar.

Bozkurt'un cevabı çok net olur:
'Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan,
bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile
hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet
Savcısı'dır.'
Atatürk, gülümseyerek hoşnut kaldığını belli eder. 'Devam et
Bozkurt' der.

Hazır beraat etmiş, neden gelmiyor?

Fetoş'un cemaati bir iddiaya göre 25 milyar dolar yönetiyormuş. Hazır beraat etmiş. Neden gelmiyor? Türk Savcıları seni bekliyor. Hadi gel artık. Beklenti yaratma gel!

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9286607.asp?gid=229&sz=2535

Büyüksün Sezen..

Hiçbir topuk tıkırtısı bu kadar
Davetkar çalamaz
Bir göz vuruşuyla yerle bir eder
Böyle bir şey olamaz

Körfezin yakamozu, yıldızı,
Keskin tuzu tadında
Parfümü meltem
Yasemenler açar balkonunda
İzmir'in kızları
Korku yok kitabında
Çal bre bir harman dalı,
Delikanlı makamında
İzmir'in kızları
Ayıptır söylemesi laf aramızda
Sevişe sevişe de ölür,
Dövüşe dövüşe de icabında..

Çarşamba, Haziran 25, 2008

Doğu - Batı farkı.

Haberi sabah bir gazetede okudum ama hangisiydi hatırlayamadım..
Kalli demiş ki; "Bu gece Türk'üm. Maçı Türk'lerle birlikte izleyeceğim."
Maç, Almanya-Türkiye maçı. Yâni adamın anavatanının takımı bir tarafta.. Diğer tarafta yıllarca şöyle ya da böyle, çalıştığı Türkiye'nin millî takımı.

Meselâ,
Fatih Terim, İtalya'da takım çalıştırmış adam, di mi?
Varsayalım ki, Terim, şu anki Millî Takım Teknik Direktörü değil..
Ve İtalya ile Türkiye arasında gerçekten hayâtî önemde bir maç var.
Terim, bir basın açıklaması yapsa;
Dese ki; "Ben bu gece İtalyan'ım. Maçı İtalyan'larla birlikte izleyeceğim.."

Allaaaaahhh..

Vallahi de, billâhi de oyarlar abi..
Lîme lîme ederler.
Parçalarlar..
Vatan Haini ilân ederler.
İmparatore bir gecede biter emmi..
Burası Türkiye..
Burdan Çıkış Yok..

Pazartesi, Haziran 23, 2008

İki Dede..

Alttaki iki fotoğrafın bir kaç ortak özelliği var..
Bu özelliklerin bir tanesi, birbirleriyle ortak özellikleri oluşudur.
Zorlarsak;
Süpürgeci dede, Eski Foça'da yaşar. Sıcak havalarda uyur.
Diğer Dede, Alsancak'ta bir depoda yaşar. O'da sıcakta uyur.
Biraz daha zorlarsak;
İkisi de çok iyi birer dededir.:)
Hattâ,
İki fotoğraf, aynı isimde ama farklı kişiler tarafından çekilmiştir.



Cuma, Haziran 20, 2008

İyi Melih'in kendi sorunlarını genele yayma çabaları nereye kadar?

Dünya Sağlık Örgütünün 2007 sonuna kadar kabul ettiği limit 50 mikrogram/litre imiş. Ancak bu hedef ABD'nin talebi üzerine 2008 yılında 10 mikrogram/litre'ye çekilmiş. Alttaki haber biraz eskidi aslında. İzmir genelinde 10 mikrogram/litre altında olan değerlerin Karşıyaka için 20 mikrogram/litre olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla geçen sene tehlikeli olmayan bir değerin bu sene limitlerin aşağı çekilmesiyle birden "tehlikeli" sayılması ancak yeni limitlere kısa sürede ulaşılması için bir sebep olabilir.
http://www.yeniasir.com.tr/haber_detay.php?hid=3946

İkinci bir haber de Hürriyet'ten: Burada İzmir'e su sağlayan bazı kuyulardaki su değerlerinin yüksek olduğu yazıyor. Bir kuyunun geçici olarak devreden çıkarıldığı ve gerekli önlemler alındıktan sonra devreye sokulacağı yazıyor:
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9234272.asp?gid=229&sz=59411

Ankara'ya gelince. Sanayi atıklarının pompalandığı Kızılırmak'tan su alan Ankara'da, içme suyunda sadece arsenik değil diğer ağır metallerin olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki, İyi Melih ODTÜ'den rapor aldığını iddia etmiş. Ancak ODTÜ bunun ODTÜ adına açıklanan bir rapor olmadığını bildirmişti. Ankara'daki arsenik değerleri hala bir soru işaretidir. Bana sorarsanız 50 mikrogram/litrenin üstündedir.

İnsan sağlığı üzerinden siyaset yapmak da elbette İyi Melih ve türevlerine has bir olay. İki haberde de küresel ısınma nedeniyle tüm kentlerde bu tür artışların beklenebileceği yazıyor. Kentte daha fazla su tasarrufu yaparak, tarımda damla sulama yöntemini kullanarak su kaynaklarını muhafaza etmek mümkün.

Perşembe, Haziran 19, 2008

Melih Gökçek Arsenikli Su ve İzmir

Sayın Melih Gökçek,

Son haftalarda basında çıkan, "İzmir'in suyunda arsenik var." iddianızla ilgili bir kaç soru geldi aklıma, demin gazozuma çeşme suyundan yapılmış buzları atarken..

1- İzmir Büyükşehir belediye başkanının partinizden olmayışının bu iddia ile bir ilişkisi olabilir mi?

2-Eğer belediye başkanı başka bir partiden değilde, sizin partinizden olsaydı ve bahse konu raporlar önünüze gelseydi, bu raporların içeriklerini açıklamak için o belediye başkanını da canlı yayına davet eder, çıkmadığı müddetçe de, eğer davanızda haklıysanız, o belde insanlarının arsenikli suyu kullanmaya devam etmelerine göz yumar mıydınız?

3-Bu açıklamaların tam da, Türkiyenin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın İzmir Çanakkale otobanının Çiğli bağlantısını açmak üzere İzmir'e geldiği günlere denk gelmesi, açılış sırasında, Sayın Erdoğan'ın Sayın Kocaoğlu'nu davet edişini takiben partililerin "yuh" çekmesi,
ve Sayın Erdoğan'ın "Yuh"lar adına Sayın Kocaoğlu'ndan özür dilemesi ve bir artı puan daha kazanması.. acaba bir kurgu olabilir mi?

4-Sayın Aziz Kocaoğlu televizyon davetinizi kabul etmedikçe, yâni siz TV'de kendisini yenip kişisel kazanımınızı ve hazzınızı elde etmedikçe, biz Gavur İzmirli'ler arsenik almaya devam edecekmiyiz?

Ne kadar sevinirdim, bu soruların doğru cevaplarını bilebilseydim..

Saygılarımla.

Salı, Haziran 17, 2008

BEDEL

1982 Temmuz'unda, İzmir garajından bir otobüse binerek geldiğim Erzincan'da,
59.Topçu Tugayı'nda yaptım askerlik görevimi.
Sormuşlardı o zaman bizlere; "18 ay Asteğmen mi yoksa 4 ay er mi olmak istersiniz?" diye..
Dört aylığı seçmiştim. Küçük kızım 6 aylıktı henüz. Bir an önce dönmek istiyordum.
Bütün arkadaşlar fakülte ya da yüksek okul mezunuyduk.. Güzel, neşeli fakat zor günlerdi.



İlk iki aydan sonra, yâni tezkereye iki ay kala, İ.T.Ü. mezunu olduğunu hatırladığım iki arkadaş, komutanlığa, hemen Tugayın kuzeyindeki tepeye büyük bir Atatürk resmi yapma projesi ile gittiler. Aşağı yukarı 160*60 metrelik bir projeydi bu. Az buz değil hani.
Bir parşömenin üzerine çizilen resim uygun ölçekte karelere bölündü. Daha sonra tepenin yamacına gerçek ölçekte ipler çekilerek kareler oluşturuldu.
Sabahtan işe başlıyorduk. Toplanan uygun taşlar tepeye taşınıyor, gereken yerlere yerleştiriliyordu.
Bizler yayan çıkıp iniyorduk, tugay ve tepe arasındaki mesâfeyi. Projenin mîmarları ve kankaları olan bir kaç asker ise, tepenin zirvesinde kurulan bir çadırda yaşıyorlar, idârî işleri götürüyorlar ve tugaya ya da eğitim alanına hiç uğramıyorlardı. Yemekleri, her öğün özel araçlarla yukarıya taşınıyordu.



Bu günlerden birinde, bir akşam üzeri yorgun argın, duvar kenarında dinlenirken bir gazeteden yırtarak kopartmıştım, Sezen Aksu'nun yeni şarkısının sözlerini.
Henüz dinlememiştim şarkıyı. Ama güzel sözleri vardı, Allah için; "Herşeyin bir bedeli var. Bir gün gelir ödenir, Öde Firûze."

Erzincan dağlarla çevrili bir şehirdir. Batıya, dağların ardında mor renge dönen gökyüzüne dönüp bakmış ve düşünmüştüm, "Acaba sekiz aylık kızıma kuş uçuşu ne kadar uzaklıktayım?" diye. ve Düşler içiyordu yudum yudum yıllarımı..

O zaman Google Earth teknolojisi yoktu. Ve ben uzaklığın tam tamına 1078 kilometre, 60 metre olduğunu bilmiyordum.

Tezkereye üç-dört gün kala, işi hızlandırmamıza rağmen yine de bitmeyecekmiş gibi duruyordu. Ve bitmedi de.. Taşların yerleşmesi neredeyse tamamdı. Ancak boyama işi yetişmeyecekti.

Korkuyorduk, Tugay komutanı "Bu iş bitene kadar tezkere yok.." derse.. Askerlik yapan bilir, bir günün, bir saatin ya da dakîkanın önemini.

Komutan verdi abicim tezkereleri.. Hepimiz evlerimize döndük.. İ.T.Ü.'li takım ve kankalarına verilmedi tezkereleri. Onlar, o iş tamamı ile bitene kadar kaldılar o tepede. Bizden dört-beş gün daha fazla kaldıklarını duyduk.



Bir tarafta yaptıkları iş, düşündükleri proje iyiydi. On kilometre yüksekten bile görülebilen bir Atatürk resmi.. Bugün "iyi ki düşünmüşler, iyi ki yapmışız. " diyorum.

Diğer tarafta, Sezen'in haklılığı..; " Herşeyin bir bedeli var.. Bir gün gelir ödenir.. Kal bakalım beş gün daha.."

Cumartesi, Haziran 14, 2008

:))))))

"sen bu hikâyeyi benim şeyime annat.." dedikleri bu oluyo, sanırsam..

Cuma, Haziran 13, 2008

Gadunla'çün deknoloci..

1 -TEKNOSA'NIN ''KADIN ICIN TEKNOLOJI'' FELSEFESIYLE HAYATA GECIRDIGI, UCRETSIZ BILGISAYAR EGITIM KURSLARI KAPSAMINDA, KARS'TA EGITIMLERINI TAMAMLAYAN 55 KADINA SERTIFIKALARI VERILDI.
-SABANCI VAKFI MUTEVELLI HEYETI BASKANI GULER SABANCI: -''GELECEGIMIZ OLAN COCUKLARIMIZI YETISTIREN ANNELERIMIZIN, BILGIYE KOLAY ULASMASI, TEKNOLOJIYI HAYATLARININ BIR PARCASI HALINE GETIRMELERI VE KISISEL GELISIMLERINE ARTILAR SAGLARKEN, TOPLUMA DA KATKI SAGLAMASI ACISINDAN ONEMLIDIR''

2-Alman sanatçı Franz Steiner’ın kadınlar için çizdiği gelecekte erkeklere yer yok. Sanatçının bilgisayar teknolojileri yardımıyla yarattığı fütüristik çalışmalarda 2045′in kadını yüzlerce erkek robota hükmederken kendi de biyonikleşiyor ve ayakkabı değiştirir gibi organ değiştirerek, kadınların yüzyıllar süren hayali, ebedi gençliğe kavuşuyor.
Franz Steiner ve blutsbrueder-design ekibi, 2045′in fütüristik kadın portresini çizerken göz alıcı ama bir o kadarda eleştirel bir CGI (Computer Generated Imagery) çalışması yapmış. İlk aşamada gerçek mekanlarda kadın foto modellerle fotoğraflar çekilmiş. Daha sonra ise Photoshop ve modelleme programı 3ds max ile biyonik organlar ve robotlar eklenerek fotoğraflar son haline getirilmiş.
Bu çalışmada hayal edilen yıl 2045. Kadın, yıllardır mücadele ettiği ikinci sınıf insan muamelesinden kurtulmuş görünüyor. İş yaşamında egemenlik kadının elinde. Emri altında çalışan yüzlerce robota hükmediyor. Kullanılan teknolojik araçlar göz alıcı. Ses komutu ile çalışan “gözlük bilgisayar” tasarımı aralarında en etkileyici olanı.
Tabii ki kadının hayatı sadece iş yaşamındaki değişim ile kalmıyor. Kadın, bu manalı mesajlar veren projeyle hayalindeki genç ve güzel görünüme ve arzuladığı gibi bir partnere kavuşuyor. Geçen yıllar içinde robotların çoğaldığı bir dünyada elbetteki kadınlar da biyonikleşiyor. Biyonik kadın, vücudunun beğenmediği ya da modası geçen parçasını değiştirebiliyor.
Örneğin ayağından memnun değilse ayak, burnundan memnun değilse burun satın alıp takıyor. Projedeki en can alıcı mesaj ise kadının yaşamından kendisini asla memnun etmediğine inandığı erkeğin kaybolması. Geleceğin kadını maalesef bir robotla yaşamayı tercih ediyor. Tek düğmeyle emir verdiği robot. Onunla satranç oynamaktan, çiçekleri sulamaya ve cinsel beraberliğe her komutu, bir robottan beklenebileceği gibi itirazsız yapıyor.

Fetoş Türk'e Frenk, Türk Fetoş'a Frenk. Hakiki Frenk hangi Frenk?

Sahte peygamber diyor ki "Zaman ve mekâna göre, ilk planda insanlara tuhaf gelecek, onları ürkütecek ve kaçıracak hal, tavır, davranış ve fiillerden sakınmak lazımdır. Bu mevzuda da "illa böyle olmalı" diyerek tekellüfe girmemek esastır. Evet, atalarımızdan tevarüs ettiğimiz kaftanımız, cepkenimiz... Çok hoşumuza gidebilir. Fakat bunlar bugün bazı kimselere başka şeyler çağrıştırıyor, bir kıyafetin ötesinde manaları hatırlatıyor ve ürkütücü oluyorsa, -dinimizin ve kültürümüzün temel sınırlarını aşmamak kaydıyla- görüntümüzle de başkalarını kaçırmamaya özen göstermemiz gerekmektedir. Bir gün muhataplarımız bizi genel karakterimiz, ahlakımız ve evrensel insanî değerlerimiz ile tanıdıktan sonra, artık ne giyersek giyelim, nerede ve nasıl olursak olalım, anlayışımıza, halimize ve davranışlarımıza saygı duyacaklardır ve Allah'ın izniyle ondan sonra bir problem kalmayacaktır. "

Soruyorum. Kimden korkacağız? Size tuhaf geldiğini düşündüğünüz hal, tavır, davranış fiillerde neden bulunuyorsunuz ve o kıyafetleri neden giyiyorsunuz? Üstelik bize de tuhaf geldiğini biliyorsunuz. Cüppe, sarıkla Osmanlı'nın 600 senede kat ettiği mesafe dağılma ile sonuçlandı. Osmanlı'da nüfusun %15'i okuma yazma bilirdi. Bugün Erkeklerde %94 Kadınlarda %88. Ne yapacağız biz kaftanı, cepkeni? Bunlar bizi kalkındırmamış. Biz sizin genel karakterinizi ezelden biliriz. İçinde padişahçı mı ararsın, Vahabi Suud mu ararsın, köktenci Farsi Şii mi ararsın, Kaideci mi, Taliban mı ararsın, tarikatçı şeyh bozması bezirganlar mı ararsın, hepsi var. Sizin her tarafınız evrensel olsa, insani olsa ne yazar? Ajandan neyse o sun. Şeriatçısınız, cumhuriyeti, laikliği, sosyal devleti yıkmak, hayal dünyanızdaki İslam devrimini gerçekleştirmek istiyorsunuz. Bunu hiçbir zaman başaramıyacaksınız. Bu ukte ile öleceksiniz. Sizin dinci kalkışmanıza hiçbir zaman müsamaha gösterilmeyecek. Kanun önünde en sert biçimde cezalandırılacaksınız. Hemen Türkiye'ye geliniz, sahte peygamber bey. Laik Cumhuriyetin izniyle İmralı'da teröristbaşının yanına şeriatçıbaşı olarak tıkılacaksınız. Sonra bir problem kalmayacaktır.

Perşembe, Haziran 12, 2008

YUPPiiiii..




Sayın H. A.,
Yapı Kredi'nin size özel avantajlarla sunduğu Tekne Kredinizi kullanarak, kurduğunuz hayalleri
gerçeğe dönüştürebilirsiniz.

Tekne Kredinize,

Size özel % 1,64* faiz oranı ve
Vakit kaybetmeden kullanabilme avantajlarıyla sahip olabilirsiniz.

Tekne Kredinizi kullanabilmek için herhangi bir Yapı Kredi şubesine uğramanız yeterli.
Saygılarımızla,
Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.
* Belirtilen faiz oranı aylık olup Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. faiz oranını değiştirme hakkını saklı tutar.


İki tane almayı plânlıyorum.. Belki biri batar filân neyim..
Abi, ne sevindim yaa..



Çarşamba, Haziran 11, 2008

Fatih Altaylı - Teke Tek - Türban ve itiraf.com ve son ilâve Yılmaz Özdil yazısı



12 Haziran Tarihli ek..:

Yılmaz ÖZDİL

yozdil@hurriyet.com.tr

I love Humeyni!


"Humeyni’yi seviyorum.

Atatürk’ü sevmiyorum.

Maraş’ta Fransız askerleri Nene Hatun’un başörtüsüne uzandı. Sütçü İmam ilk ateşi açtı, böylelikle Kurtuluş Savaşı başladı. O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanlar hep Müslüman... Atatürk olmasaydı, İngilizler olsaydı, haklarım daha geniş olacaktı."
Böyle dedi.

"Türbanlı böyle dedi" demiyorum; çünkü bütün türbanlılar böyle düşünmediği gibi, böyle düşünen türbansızlar da var.
Demem şu...
Nene Hatun, Maraşlı değil.
Erzurumlu.
Savaştığı düşman, Fransız değil.
Rus.
Rus başörtüsüne saldırmadı.

Aziziye Tabyası’na saldırdı.
Milli mücadelenin mangal yürekli evladıdır ama, milli mücadelenin ilk kurşununu Sütçü İmam sıkmadı.
Hasan Tahsin sıktı.

Maraş’ta değil, İzmir’de.

Takvime bak.. Hasan Tahsin’in tetiğe basmasıyla, Sütçü İmam’ın tetiğe basması arasında 6 ay var...

Sütçü İmam, Fransız vurmadı.
Ermeni vurdu.
Maraş’ta düşmana ilk müdahaleyi yapan da, aslında Sütçü İmam değil.
Çakmakçı Sait.
Silahı yoktu.
Yumruğuyla saldırdı.
Şehit oldu.
Maraş’ı önce kim işgal etti?
Arkadaşın İngilteresi!
Kim sesini çıkarmadı?
Arkadaşın padişah efendisi!
Kim kurtardı?
Arkadaşa daha geniş haklar tanıyacak olan İngilizlerin gemisiyle kaçan padişah efendinin idam etmek için arattığı Atatürk!

O dönemin sosyolojik yapısını incelerseniz, cephedeki insanların hep Müslüman olmadığını da görürsünüz...
Bizzat Ordinaryüs Profesör Mazhar Osman’ın ağlayarak okuduğu "şehit listesi"ne göre, bu toprakları İngilizler işgal etmesin diye savaşan, can veren İstanbullu hekimler arasında, 140 Türk, 32 Ermeni, 25 Rum, 18 Yahudi var.

Ve, dikkatinizi çekerim, hepsine birden "şehit" demişler... Çünkü şehitlik kavramı, "o dönemin sosyolojik yapısı"na göre, dinle alakalı değil, yurtseverlikle alakalı.

Uzatmayayım.
Tehlike ne İran’dır, ne İngiltere...
Kara cehalettir.

4+8+12

Birinci Kordon, Alsancak Sihhat Evi'ndeki doğumhânede, doktor, "Forsepsi uzat, kadını kaybedicez." dedi, hemen yanındaki ebeye..
Önünde, yarı baygın ve bacakları açık duran 17 yaşındaki kadının vajinasından görünen kara kafaya taktı âleti.
4,800 gramdı oğlan çıktığında.
04.08.58 idi tarih. Ve sabaha karşı 04.48'di saat..
Kalçasının üzerinde, büyük, kahverengi bir leke vardı.
Adını Halûk koydular.
* * * *
Aynı saatlerde, yatağında bir o tarafa bir bu tarafa dönen Menderes, kendisini bekleyen uzun, sıcak yaz gününde, birkaç saat sonra yapacağı önemli açıklamanın son ayrıntılarını düşünüyordu.
* * * *
Haluk, çok uzun bir zaman, 4, 8 ve toplamları olan 12 sayısının hayâtındaki önemini kavramadı.
* * * *
Doktorun, devalüasyonla tanışması ve cebindeki paranın değerinin 3/1 oranında düştüğünü anlaması ise o kadar uzun sürmedi.
* * * *
Adnan Menderes, 4 Ağustos 1958'den 3 yıl 1 ay 13 gün sonra, sabah 02.31'de infâz edildi.
* * * *
Haluk, dünyâya ilk gelişinden sonra üç kez daha geldi.
Hâlâ burada.

Salı, Haziran 10, 2008

ille de beyaz..

Cenâze törenlerinin iyi bir yanı da var..
İnsan, insanlığını sorgulayabiliyor orada..
İnsan'sa tabi.

Hani bu dünyada kimsin, nesin, hangi pâyeye erişmişsin, hiç önemi yok birde..
Onu anlıyorsun..
İnsan'san tabi.

Ama renk takıntın varmış meselâ,
desen bile "ille de kırmızıyı, yeşili seviyorum ya da ille de mâvi, "
değişmiyor işte, kıçına sokulan bir kaç gram pamuğun rengi..


Değişebilir olan, sâdece tabutun ebatları.
Çok iri birisi isen, büyük bir tabut yaparlar en fazla..
Ve de biraz daha fazla kefen bezi belki..




Pazartesi, Haziran 09, 2008

Yasama darbesi yolda - Tayyip diktası geliyor!

Yargıyla takışarak bir yere gelemezsin Ey AKP! Tayyip, kendi kuyunu kazıyorsun! Biri bu Padişah Bey'e çıplak olduğunu hatırlatmalı! Fetoşum sana söylüyorum, Tayyibim sen anla!

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9134799.asp?gid=229&sz=31091

Kaz baba, kartal baba, penguen baba

Biz OKS'den ÖSYM'den yakınırken daha piskopat eğitim sistemleri mevcut, Korelim yandım allah kaçıyor. Adamlar klasik göç anlayışını ters düz etmiş. Peder Kore'de; valide, çocuk Amerika'da, Yeni Zelanda'da şeklinde. Üstelik sorunlar benzer. 1. Onların sistem de İngilizce öğretemiyor. 2. Yaratıcı zekayı geliştirmiyor. 3. Yurtdışında fazla kalan çocuk "Alman Emre"lere dönüyor. Bir benzerlik var sanki kanki ha?!x1
İngilazca olduğundan ve Her halt dürbün gazatasından alıntı olduğundan Törkishçesi bulunmamaktadır. Üzüntüyle duyurulur:()
http://www.iht.com/articles/2008/06/07/asia/08geese.php?WT.mc_id=newsalert

Bizdeki meali: Kanarya baba, kartal baba, aslan(uçmaz ama gururlu) baba :))
Not: Makaleyi okuyanlar için mealdir, şappadanak anlaşılmaz.

Pazar, Haziran 08, 2008

ya sev ya terket.



Nasıl uçasım var, bilion mu?
Şööle, öğleden soora bi uçağa binip, gün batarken ilk defa gördüğüm bir şehrin üzerinde yavaş yavaş alçalmayı nasıl istiorum, bilion mu?
ve o sırada elimde güzel bi içki olsun, nası istiom.
Körükten geçip terminâle girdiğimde, pencerelerden az önce bütün özlemimi gerçekleştiren büyük metâl kuşun ışıklarını görmeyi..
ve bir daha onları göremeyecek olduğumu bilmeyi..
nası istiom..

Perşembe, Haziran 05, 2008

Bazıları için "süngü" bazıları için "şamandıra" olan minareler

Tayyibin aklındaki minare, kılıf geçiremediklerini büküp süngü niyetine cihat yolunda kullanmak. İyi Melih'in aklındaki minare, Esenboğa Havaalanı yolu üzerinde taşıdığı gecekondu alanlarından arta kalan minareler ile ahaliye mesaj vermek. (Bak insanları taşıdık, gecekonduyu yıktık, ama minareye dokunmadık hesabı ;) İzmir'deki minarenin görevi seviye tespit çubuğu:

O da ney? Aboooğ diyenler için şöyle söyliim. Biz de bir Tahtalı Barajı var. Küresel ısınma nedeniyle kurumak üzere. Eskiden yerleşim birimi olan bu yerde terkedilmiş bir cami var. Ancak baraj tam dolu olsa bile bir minareyi batıracak yüksekliğe ulaşmıyor. Doluluk oranını ona bakarak tespit ediyorlar:)

Aşağıdaki resme bakınca minare çevresinde belli yüksekliklerde mavi halkalar olduğunu göreceksiniz. Allahın işi işte! Önceden bilmese ölçüm yapılacağını, halkaları koydurur muydu? Değil mi?

Çarşamba, Haziran 04, 2008

2

Meselâ, şimdi bu yazıyı okuyorsan usta;
yeryüzünde şerefiyle yaşamayı beceremeyen insanların sâdece ikiye ayrıldığını hatırla..

Çıkarları için ağızlarından çıkanları unutanlar.

Başkalarının üfürükleriyle ağızlarından çıkanı unutup 180 derece çark edenler..

Birinci tipi belki biraz anlamak mümkün..
Hani dersin ki; "Gemisini yürüten kaptan." (Bu düzene göre; "akıllı şerefsiz.")

Ama ikincisi haso kişiliksiz.. Püfff o tarafa, püfff bu tarafa.. Zavallı.
Unutma.. İkisi de adam değil.

** ** ** **
Öyle zamanlar..

Her insanın hayatında "yolunu kaybettiği zamanlar" olur..
Korku ve şüphenin yayıldığı, umutsuz zamanlar..
Öyle zamanlar..
Her insanın hayatında, problemlerle yüzleşmesi gereken zamanlar olur..
Yine de anların değerini unutmamak gereken zamanlardır bunlar..
Yıllar geçtikçe, nerede ve ne zaman olacağını kestiremediğin bir anda,
Öyle bir yerde anlarsın ki; artık çok geçtir..
İşte öyle zamanlardır onlar..
Öyle zamanlar, Usta..

Yargıtay'ın Muhammet SAV ile Önder SAV'a cevabı son noktayı koydu. Ö. SAV haklı

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9098781.asp?gid=229&sz=66177

Dinlersen gümlersin,

Hadi hayırlı traşlar...