Bu yazıyı okumaya başlamadan önce lütfen player'da Lâcivert şarkısının çaldığından emin olun... Otobüsten indi. Üşüyordu.
Saatine baktı. Gülümseyerek "yediyüzellibeş" diye mırıldandı kendi kendine...
Yine ustasından beş dakika önce gelmişti işte... Ana yoldan sanayi sitesinin içine doğru hızlı adımlarla yürürken okulu bırakmakla iyi ettiğini düşünüyordu...
Ustasıda iyi adamdı be. En azından bir meslek erbâbı olacaktı burada...
Sonrası.. Sonrası Allah kerim...
Kepengi kaldırmak için kilidi açmaya çalışırken ellerindeki nasırlara takıldı gözleri. Olsundu... "Ben daha çırağım. Çıraaak..." dedi yüksek sesle... Nasıl olsa yalnızdı dükkanda... "Deli" diyecek kimse yoktu ortalarda. Çayın altını yaktı... Elbiselerini çıkartıp düzgün bir şekilde astıktan sonra tulumunu üzerine geçirdi. İstiyordu ki; ustası geldiğinde, çay demlenmiş, dükkan derlenip toparlanmış, süpürülmüş olsundu. Bunu ustası için mi yoksa kendisi için mi yaptığına bir türlü karar veremiyordu. Unuttuğu bir şeyi hatırlayarak hızla dolaba yöneldi.
Ceketinin iç cebinden çıkarttığı arkası kuşlu aynasını tulumunun cebine yerleştirmeden önce son bir kez kendisine baktı. Saçları lâcivert görünüyordu sanki güneş ışığında...
Gözlerini tamirhanenin kapısına çevirip henüz yeni yeni parlamaya başlayan güneşe bakmaya çalışırken gördü lâci arabayı. BMW amblemini farkettiği sırada yutkundu... "Ne araba be arkadaş..." Takip eden bir kaç saniye içinde ise ne düşünebildi... ne de yutkunabildi.
Tek görebildiği, güneşi arkasına aldığı halde, güneşten daha fazla parlayan bir çift elâ göz ve kumral saçlardı şimdi. Sonradan o ânı çok düşündü ama hiç bir zaman emin olamadı.
Sanki o an...
...o saçların üzerinde bir hâre görür gibi olmuştu...