Pazartesi, Aralık 31, 2007

ilk defâ..

Yalnızsın işte..
İlk defa..
Hayâtında ilk kez yalnız yılbaşı kutlayacaksın..

On-onbeş dakîkada, bir masa hazırlamışsın kendine..
Bir şişe düzgün beyaz şarap almışsın.. Ama kesmeyeceğini en başından beri bildiğinden, iki kadeh rakıyı da baştan götürmüşsün.. (Ve bitmiş.. şu anda yine rakıya dönmüşsün..)
Tam şarabı koymuşken kadehine ve ilk yudumu henüz almamışken "Big Daughter" aramış.. İlk yudumunu O'nun sihhatine içmişsin..

Masa, hoşuna gitmiş sonra..



Bir fotoğraf çekeyim ve çekerken de, bu akşam için kendine hazırladığın 150-200 şarkılık mp3'te ne çalıyorsa o şarkıyı koyacam bloğa diye aklından geçmiş.. Koymuşsun..

İşte hayat da böyle bi şey zaten..

Aklından geçeni yapmak..

Yarın, kısmetse, yine, A.W., Lina ve Big Daughter beraberiz..

Ben de bir değişiklik yok..
Ben yine içerim..

Saygılar..
Boyalar..

Sizi..
Hepinizi seviyorum..
Ölecez.. Kabûl..
Maksat neşe olsun..

az kaldı bu fuckin'year'ın bitmesine..
şurada birkaç dakika..

01.01.2008 * 00:01 Motor..

ImageChef.com - Custom comment codes for MySpace, Hi5, Friendster and more

Tüm iyi niyetim ve iyi dileklerimle, 2008, dünyamıza sevgi, umut, barış, bolluk, huzur ve mutluluk getirsin.
Ve,
Sadece seyirci kalmayalım..
Sizi seviyorum, seneye görüşürük..:)

Pazar, Aralık 30, 2007

::((


Teşekkürler Nihat..

er ya da geç..

V.'la, biraz önce konuşunca, olayın 1967'de yaşandığına emin olduk..
Evet.. Evet.. O'ydu.. Çok güldük..
"Dünya ne küçük arkadaş.. "dedik birbirimize..

V.'un babası Y. Amcanın Güvercinada'da bir diskosu vardı.. Kale Disco'ydu sanırım ismi..
Bizde 8-9 yaşlarındayız.. Ortamlarda turalayıp duruyoruz..
Derken bir gece, Allah rahmet eylesin, Arap Osman, dansözlere sarkıyor diye..:::))) diskoteğin çiçeği burnunda dj'ini fenâ benzetmişti..
Bizde bunu zaman zaman hatırlar, "Yahu kimdi acaba o dj? Amma sopa yemişti haa.." filân diye gülüşürdük..

Şimdi sen kalk, kırk sene sonra bugünkü Hürriyet'teki köşe yazısını oku..
Ve gülmekten öl be abicim..

Perşembe, Aralık 27, 2007

mikili pasta..

Çalışan Anne Olmak, şu yazısı ile dertlerimi depreştirdi, hâtırâlarımı canlandırdı..

Aşağı yukarı ongündür A.W. ve Lina evde yoklar..
Bir gün arıyorum; Lüxemburg'talar, bir gün arıyorlar; "acaba Milano buradan kaç kilometre?" diye..
Ayıptır ulen..
Canım sıkılmaya başladı..
Eylül'ün ondokuzunda biz de Lina'ya bir Mickey Mouse ve bir de Donald Duck Pasta yapmıştık ama, bir önceki tavşan pasta deneyimini de yaşadıktan sonra ve pastayı değil de üst süslemesini yapmanın zorluğunu gördükten sonra, A.W.'a "önümüzdeki sene (hazır pasta) abicim." demiştim.. Kaldı ki, Lina gidip buzdolabında Donald'ın gözünü, Mickey'nin kulağını parmaklamıştı misafirler gelmeden..



Çok özledim............................................................

Çarşamba, Aralık 26, 2007

Samîmi İzmir'li..

İki çeşmenin onarılması lâzım.. Uğraştım, yapamadım..
Biraz evvel, hiç tanımadığım bir tesisatçı ile telefonda konuştum.. Akşam üzeri dört civarı geleceğini söyledi..

Kısa görüşmemiz sonrasında telefonu kapatırken, bana "Hadi Öptüüm, görüşürüz abi.. Saygılar.." dedi.

Dört civârı buralarda olun.. Tırstım.:)

Salı, Aralık 25, 2007

Deterjan, sanatçıdan kıymetlidir..

Bir kaç saat önce..
En baba ulusal kanallardan birinin ana haber bülteninin sonu..
Spikerlerin hani o kameradan bu kameraya dönme hâlleri (*) var ya.. Ahanda ondan yapıyor arkadaş..
ve diyor ki; "Şimdi sizi mutlu bir haberle başbaşa bırakarak bültenimize nokta koyuyoruz. Zülfü Livaneli, 'Özgürlük' adlı şarkısı ile, İtalyan Devlet Televizyonu Rai Uno'nun düzenlediği müzik yarışmasında son elli yılın en iyi şarkıları arasında, yediyüz şarkı içinden sıyrılarak ikinci oldu.."
Şarkı giriyor.. Daha doğrusu vêtêre giriyor.
Duygulanıyorum.. İtalyan çocuklar, bizim bir melôdimizi çokta güzel söylüyorlar..
Ancak henüz bir dakîka bile dolmadan, zaaart diye kesiliyor yayın.. Ve bir temizlik reklâmı başlıyor.. Momomatik gibi bir şey..
Yâhu bu ne saygısızlıktır ya..
Yâhu bu ne paragözcülüktür ya..
Yâhu bu ne düşüncesizlik, ne abukluktur ya..
Ya, iki dakîka sonra, şarkı tamâmen bittikten sonra girseniz reklâmı ne kaybedersiniz ya?
Para..
Para kaybedersiniz..
O parayı kazanabilmek için, ekran başında bir millî duyguyu izlemek isteyenleri hiçe sayın siz..
Sallayın onları..
Onlar'dan size fayda yok..
Millî duygulardan, emeğe saygıdan, halkı onurlandırmaktan size fayda yok..
Size Cukka'dan fayda var..
Salla Zülfü'yü.. İkinci olmuşmuş ta, bilmem ne..
Sonra sınavla sanatçı ara..
** ** ** **
(*) Bu spikerlerin oradan oraya dönme olaylarında, döner ofis koltuklarının icâdı büyük kolaylık oldu, di mi?
Düşünsenize, koltukları sabit olsaydı, tutup çevireceklerdi bakacakları kameraya doğru..
Woody Allen'ın Bananas'ını hatırlattı bana.. Sanırım o filmdeydi bahsedeceğim sahne..
Sokak orkestrası.. Çala çala yürüyorlar.. Woody, Violonsel çalıyor.. Oturarak çalınan bir alet olduğundan, Woody'nin bir elinde koca âlet, diğerinde sandalyesi var..
Koşuyor koşuyor, Orkestranın şöyle üç beş metre önüne geçtimi, koyuyor sandalyeyi, oturuyor, çalıyor iki mezur.. Tabi o sırada orkestra bunun yanından yürüyüp gidiyor.. Yine geride kalınca toplanıyor, kap sandalyeyi, violonseli, koştuuurr.. Bazen sandalye bir yana, arşe diğer yana düşüyor filan..
Ne diyorduk?
Haa, Zülfü Livaneli ikinci oldu.
Ben de gururlandım ve dinlerken gözlerim doldu..


Pazartesi, Aralık 24, 2007

Bu nedir?

Merkezde görünen, kırmızı tonundaki iki nesne nedir?
Bu fotoğraf sizce nerde çekilmiştir?
Ya da neyin, neredeki fotoğrafıdır?



Notingen Forıst: Bilen ya da uyanan da hemen söölemesin ama biliom ya da bildim desin..

Yeni Fotüraf..

Öylesine..

Eğer hislerim beni yanıltmıyorsa, birşeyler dönüyor..

Cumartesi, Aralık 22, 2007

iki arada bi derede..

Öyle arada kalmış bir kuşağın elemanlarıyız ki biz;
Bayramlarda büyüklerinize gitmezseniz size kızarlar, ama siz kendi çocuklarınızı hoşgörürsünüz.
Ya da,
Kendinizden on yaş büyük birisine siz gitmek zorundasınızdır ama sizden on yaş küçük biri size gelmese de olur hani..
Di mi?


Fotoğrafta, toprakla suyu ayıran taşlar gibiyiz..

Şişlemişlermiş dermişim.

Rehâvi şişlemiş beni, beş soru ile..

1-Blog yazmaya nasıl başladım?
Ben bulog mulog bilmezken, 2006 yılının Temmuz ayı sonlarına doğru kanıma giren Return2'dan kıskanarak girmişim diye rivâyet olunur câmiâda.. Yalandır. İnanmayın.
Doğrusu, bir gün Hıncal, Çetin, Engin ve Perihan'la otururken bana bu konuda yapmış oldukları baskıdır.

2-Yazıların konusu, bloğun çizgisi.. vs..
Tamâmen içimden geldiği gibi ve ne aklıma geliyorsa, ne hoşuma gidiyor ya da gitmiyorsa yazıyorum diye rivâyet olunur. Yalan.. İnanmayın.
Asıl neden, bu bloğu paravan olarak kullanıp yapmış olduğum kötü şeyleri kapatma çabasıdır.

3-Yazı yazmak için yaptığım fedakârlık var mı?
Kimi iddialara göre vardır. Ki bu da kuyruklu yalandır.
Doğrusu, benim hayatta hiç bir şey için fedakârlık yapmayan, bencil, adi, hain bir yapım oluşudur. İki dakikada adam satarım.

4-Kendimi zorunlu hissediyor muyum?
Âlemin ağzı torba diil karrrrdişim. "Sen bu işte kendini zaman zaman el-mecbur hissediyosun." diyorlar ki külliyen yalan yani. Ne zorunluluğu? Ne mecbûriyeti? Ben hainim.. Kime, neye mecbur olcakmışım ki? Arrah Arraaahh..

5-Nereye kadar, ne zamana kadar?
Derler ki, sıkılmadığı, bıkmadığı sürece yazar bu adam.. Götürebildiği yere kadar da götürür bu bloğu..
Al sana sıkı bi palavra daha.. Sıkıldım zâten.. Bıktım bile.. Bişey olsa da bıraksam diye sebep bakınıp duruyorum. Ama bulamıyorum. Ha, kolay bi sebep arasam, rakı+balık bile olur ama o kadar da değil.. Ben bütün iyi insanların benim gibi kötü olacakları gün, bırakıcam bu işi..
Valla bak.. Gülmeyin.
Bir gün herkes Hain olcek.
Yakın zâten.
Ne kaldı şunun şurasında..

Şişlediklerim,
Hep, Gamze ve Ege Mavisi..

Perşembe, Aralık 20, 2007

Vaaayyy beee...

Dün öğlen.. İkea...
Restaurant bölümü kalabalık.. Aslında kalabalığın nedeni bayram arifesi olması değil, günlerden Çarşamba oluşu.. Çünkü Çarşambaları İkea'da sabah kahvaltısı 1 (Bir) ytl. Yanlış okumadınız.. Sâdece Bir Yetele.
Millet de Öküz ya.. Gidip tabağına 23 tâne salam dilimi, yarım kavanoz zeytin, çeyrek teker kaşar koyup, üstüne üstlük bunun da yarısından fazlasını çöpe sıyırdığından, yönetim sistemi değiştirmiş.. Kahvaltı yine bir lira.. Ama onların hazırlamış olduğu standart tabaklardan alıyor ya da almak zorunda kalıyor bizim gözü doygun halkımız, artık..
Neyse, ben zaten peynir, ekmek, reçel, zeytin ve çay'lı kahvaltıyı hayatım boyunca yapmadığım ve sevmediğim için alıyorum kendime bir çorba, bi omlet bir de içecek.. Bir yer bakıyorum kendime ilişecek..
6-8 kişilik uzun masalardan birinde dört tane öğrenci oturuyorlar.. Yanları boş.. Koyuyorum tepsimi masaya, başlıyorum çorbamı hüpletmeye..


Öğrenciler en fazla onüç ondört yaşındalar.. Onbeş değil yâni. İki tanesinin bıyıkları terlemiş.. Bıyıkta denmez ya, yeni tüylenmiş dudaklarının üzeri. Giyimleri bir örnek, okul forması.
Kendi aralarında konuşuyorlar. Daha doğrusu bir tanesi çok konuşuyor.. Daha da doğrusu hep O konuşuyor. Adı Uğur..

Birini ilk gördüğüm anda O'nun hakkında verdiğim karârın yanlış çıkması, çok nâdirdir benim hayâtımda..
Ama daha da nâdir olan bir şey var; Birini ilk gördüğüm anda karar verememek..
Anlayamamak, çözememek..
Çözmeye uğraşıp çözememek hem de..

Uğur, öyle bir kişilik.. Çözemediğim..
İyi mi, kötü mü?

Sürekli, kendi kendine "Vaayy beee.." diyor. Ortada bir şey yokken yâni.. "Vaay beee.."
"Şunu yapalım, keşke bunu da böyle yapsaydık.." diyerek devamlı beyin fırtınası halinde..
Fırlama.. Yüzde yüz fırlama.. Su katılmamış.. Resim ve bilgisayar öğretmenlerinin de İkea'da yemekte olduğundan bahsediyorlar. Korkmadıklarına göre, okulu kırmadıklarını, hepsinin izinli olduklarını düşünüyorum.
Uğur, resim hocasının bacaklarının güzelliğinden bahsediyor..
Küfürsüz konuşuyorlar.


"Bir fotoğraf çekip Selim'e göndersek.." diyor Uğur..
Karşısındaki çocuklardan biri, "Neden gelmedi ki Selim, Hasta mı acaba?" diye soruyor.
Bir diğeri "Parası yoktur belki.." diye yanıtlıyor.
Uğur "Para önemli değil.. Bak, O'nunda yoktu, ben ısmarladım. Sizde de olmasaydı size de ısmarlardım." derken, karşısında pek konuşmayan arkadaşını işâret ediyor, diğerlerine.


İçimden, "İt bu galiba.." diye geçiriyorum.. Nası yâni para önemli değil.. Herkese yemek ısmarlayacak kadar parası olan bu yaşta bir çocuğun, nasıl böyle davranabildiğini anlamaya çalışıyorum..


O sırada, sesi çıkmayan çocukta yemeğini bitiriyor.. "Doydun mu?" diye soruyor, Uğur.
Çocuktan yine pek ses çıkmayınca, tabağındaki yarım domates ve bir dilim peyniri veriyor O'na..
Kendi tepsisini, boşların bırakıldığı yere götürmek için hareketlenirken, diğer arkadaşı, "Uğur, benimkini de götürüver.." diyor. Hiç bir şey demeden o tepsiyi de tutup ayaklanıyor. Ancak iki elinde de tepsi olduğu için birinin üzerindeki peçetenin ve diğerinin üzerindeki ekmek jelatininin uçup yere düşmesine engel olamıyor. Tepsileri yerine bırakıp dönerken, o sırada bir temizlik görevlisinin peçeteyi almasını görüyor ve süratle ekmek jelatinini yerden alıp görevlinin çöp kutusuna atıyor.
"Ben Capuccino içicem. Var mı isteyen?" diye soruyor arkadaşlarına. Sessiz olanın bilgisi yok bu konuda.. Uğur anlatıyor O'na, nasıl bir kahve olduğunu ve nasıl alınacağını..



Yetişmem gereken işler var.. Uğur'u, ekibine kahve taşırken bırakıp çıkıyorum İkea'dan.

"Tatlı Serseri" demek geliyor içimden, arabayı çalıştırırken.

mutlu bayramlar..

ImageChef.com - Custom comment codes for MySpace, Hi5, Friendster and more

Çarşamba, Aralık 19, 2007

Tuvalet kültürüne ek bilgi olsun diye koydum - Makalenin gerisi teferruattır

http://www.minidev.com/public/page.aspx?id=225

Sentez mütekabilinden farklı bir yorum. Böylesi de varmış diye... hı hı tabi... tabi...

Anahtar kelimeler: Beyaz Rus(Beyaz Türk gibi:)), alafranga, alatürka, tünedim, bağdaştırıcı, hijyenik, inat, çözüm.

Pazar, Aralık 16, 2007

To Be Or Not To Be / Happy Bd To You..:))

http://www.videojug.com/film/how-to-make-a-to-be-or-not-to-be-cocktail

Hani derler ve deriz ya,
“HERŞEY GÖNLÜNCE OLSUN”..
Gerçekten olsun. Çünkü hissediyorum ki, senin gönlüne uyan, hepimiz ve ülkemiz için doğru. Dilerim, boşluğa bıraktığın t-balloon’lar, yerlerini bulup, her yerde rengarenk uçuşsunlar. Her günün gönlünce, örümceksiz, neşeli, mutlu, barışık, doğru dürüst OLSUN.. Olmak ya da olmamak, işte sana doğumgünü hediyem de bu..:))
Mutlu Yıllaaaarrr Saanaaaaaa..:)))))))

KUTLU OLSUN KIRGIN..:))

Cuma, Aralık 14, 2007

Sümeyye'den son havadisler

Sümeyye'nin türbanıyla birlikte mezunu olduğum okulda okuması benim için utanç verici. Yani türbanlı bir Başbakan kızı olarak verdiği mesaj, oradaki diğer tüm başı açık Türk kadınlarının verdiği pozitif mesajı sıfırlıyor. Hadi bu bir yana. Bir de geçtiğimiz senelerde LSE'de "Türk Kürsüsü" adı altında Fethullah cemaatine yakın eğilimliler ve sözde liberallerden oluşan bir örgütlenme oluştu. Son yıllarda Amerikan tarzı imaj satmayı ön plana alan İngiliz yüksek öğretimi LSE örneğindeki gibi kan kaybediyor bence. Politikacı yakını transfer etmekle imaj artırılmaz. Kaldı ki, Sümeyye'nin İngiltere'de sözde "çeşitlilik"(diversity) politikasına katabileceği değerler örümcek kafasıyla sınırlı olacaktır.
(Tabi kafası paradan başka bir şeye basmayan fütursuz serbest piyasa tutkunları için bunlar bir şey ifade etmemekte. Dolayısıyla resim karesinde de görebileceğiniz gibi, normal hayatta asla bir arada oturmayacak tipler, gülücükler saçıyor. Sümeyye ile aynı yağda kararmaları dileğiyle.)

Okuyacağınız makale'de orada yaşayan Türkleri özetleyen bir cümle var ki buraya taşımadan edemedim. Zaten biz her yerde böyleyiz de neyse... Buraya peyst ediyom: "Funda Pepperell, Türk milletinin birbirine destek olmadığını, bugünlerde yalnızca köstek olduğunu ifade etti ve işbirliği içinde ve birbirlerine destek olarak, seçimlerde daha fazla Türk aday çıkması gerektiğini söyledi."

http://www.avrupagazete.com/avrupa.asp?Id=6096

Salı, Aralık 11, 2007

Soru

Pazar gecesi, bence bugüne kadar yapılmış ve yapılan en iyi dizilerden biri olan Nip Tuck'ı izlerken, aklıma gelen bir şeyi paylaşmak isterim sizinle..
Tabi, sizin de benimle paylaşmanızı isteyerek.

Bir gün hepimiz öleceğiz, değil mi?
Cenâze töreninizin detayları size sorulsaydı eğer, ya da olur a, bunu organize etmek görevini üstlenseydiniz giderayak,
Ne çalınmasını isterdiniz fonda,
Dostlarınızın mezarınızın başında neler yapmasını isterdiniz?
Nasıl bir hava olsun isterdiniz örneğin, yaz mı, kış mı?
Meselâ, bir vedâ partisi düzenlenmelerini isteseydiniz sizi gömdükten sonra onların, nerede, nasıl bir parti yapılmasını düşlerdiniz? Ne içmeleri, nasıl giyinmeleri gibi detaylar..

Haydi görelim bakalım, cesur hayal güçlerini..

Cumartesi, Aralık 08, 2007

Cumartesi Ateşi

Dinlemeye başlamış olduğunuzu umduğum, 1970'li yılların sonlarına ait olan ve benim pek sevdiğim "Do it again" adlı Steely Dan şarkısını, hem cumartesi günü neşesi adına buraya bakmakta olan tüm dostlara ve hem de bir kapatıp bir açarak, ama sonunda mutlaka açarak aramızdan ayrılmayan (ki hiç ayrılmaması temennîmizdir.) ve sürekli bir sinerji yaratan Rehâvi'ye hediye ediyoruz blogçak..

Ama şarkının adını bir nebze değiştirerek..

(Don't) do it again.. Bir daha yap(ma..):)

muahhahoaa..

Annemin tansiyonuna bakarken izlemek zorunda kaldığım TV programında büyük filozof+diva Bülent hanım buyurdu:
-'internet bilgi ulaşımından yoksun erkek, iççamaşırsız oros...a benzer..!!!!

buyrun bakalım.!!!!!!!!!!!!!!!
Bunu da şöyle vurguladı: zaten belirli bir yaşın üzerinde olup bilgisayar yeteneği olmayanlara lafı yokmuş ama halen belirli bir yaş grubunun altında olup bu teknolojiye uymayanlar...

hiç olmazsa nerede ne bulacaklarını bilemeyenler,
bilenleri taciz etmesinler...

Star TV 23.42

(Bir arkadaşımın attığı mail'den kopi-peyst'tir..)

Perşembe, Aralık 06, 2007

What do you want from me?

Kanımı mı istiyorsun benden,
Yoksa Gözyaşlarımı mı?

Hâkim olmak için ruhunu satıp,
görebildiğin herşeye sâhip olabilirsin.
Eğer buysa istediğin..

Dön ve ışığa bak,
Hiç bir şey yok aslında,
İçinde saklayacak..

Ne istiyorsun benden?
Kanımı mı?
Yoksa Gözyaşlarımı mı?
Ne istiyorsun?

Çarşamba, Aralık 05, 2007

İLKESİZ OLMAK..


Bu bir futbol yazısı değildir.

3 Kasım Pazartesi akşamı Show tv'de, geç saatte yayımlanan spor programında (sanırım adı 6 pas) Ahmet Çakar ve eski Galatasaray'lı Hakan Ünsal arasında aynı fikirleri savunan bir görüş alışverişi oldu.
Programda Hasan Şaş'ın son maçta hırçınlığı yüzünden kırmızı kart görmesi üzerine yapılan muhabbette Ahmet Çakar, bunun nedeninin; maçta olanlar değil kulübün içindeki kaynama olduğunu ileri sürdü.

Kısaca şöyle dedi Sayın Çakar:

"Kulüpte son zamanlarda, özellikle Kalli dönemi ile başlayan ayrımcılık, futbolculara eşit mesafede davranmama gözle görülen bir noktaya geldi. Kalli, kampa çocuk getiren sevdiği bir sporcuya farklı davranırken, yine kampa çocuğu gelen Hakan Şükür'ü bu yüzden çok önemli bir maçta takımdan kesip, O'na görev vermedi ve çeşitli ithamlarda bulundu.
Hakan Şükür ise bu konuyu, Hasan Şaş'ın da içinde olduğu çeşitli gruplarda açarak, otel odalarında, yemek masalarında Kalli için ileri geri konuştu.
Sonra birgün Kalli mecbur kaldığı için Hakan'a görev verdi, Hakan'da bir gol attı. (Panianos maçında..) Ondan sonra da koşturup Kalli'yi öptü."

Hakan Ünsal'ın da onayını alan Ahmet Çakar sözlerine şöyle devam etti:

"Sen Ey Hakan Şükür..
Bir adamın arkasından herkesin ortasında vıdı vıdı vıdı konuşup, sonra gider O'nu yine herkesin ortasında öpersen;
sen ilkesizsin..
Buna düpedüz "yalakalık" derler.
(Ahmet Çakar "Yalaka" kelimesini söylerken ağzını doldura doldura ve sesine bayağı bir tarz vererek söylüyordu bunu..)
Ya o adamın arkasından konuşmayacaktın, ya da öpmeyecektin..
Konuştuysan öpmeyecektin. Öpeceksen de konuşmayacaktın..
Haa, görevini yaptığına inancın tam, golünü de atmışsın.. İllâ da bir şey öpmek istediysen, formanın üzerindeki amblemi öperdin.. O zaman herkes görürdü senin aslında neye aşık olduğunu.. Ya da başka bir deyişle yalaka olmadığını..
İşte Hasan Şaş'ın isyanı bunadır. Hasan, hakeme ya da başka bir şeye değil, bu kadar zamandır kendi kulağı ile duyduklarına ve Hakan Şükür'e verdiği desteğe rağmen, O'nun gidip kendisi için hiç iyi şeyler düşünmediğini cümle âlemin bildiği Kalli'yi öpmesine isyan etmiştir.
Hakan Şükür'ün gözü başı oynuyor. Bunu görmüştür.
O'nun için ben artık Galatasaray'da yokum demiştir."

İşte bunları iddia etti Ahmet Çakar.
Diğer yorumcularda bu fikre destek oldular..

Bana gelince;
Ben bu gibi durumlarda Öpen'in aslında Öpülen'mi, ya da Öpülen'in aslında Öpen'mi olduğunu anlamadığım için öpüşmeyi pek sevmem.

Varsın öpsün, varsın öpülsün kim isterse..
Ama böyle sağı solu oynayanlara, televizyonda, bayağı bir insanın takip ettiği bir programda yalaka ya da ilkesiz denmesi, hoş olmuyor.
Hele ki, belli yerlere ve yaşlara gelmişsen..

Ha, ben neden yazdım bu yazıyı..
Allah'a şükür ki, gerçek dostlarımın kaşı başı hiç oynamadı benim..
Oynayanlar da dost olamadılar.
Olmadılar.
Allah, onlara İLKE versin..

Salı, Aralık 04, 2007

zincirleme takıntı tamlaması..

Sanırım benim ekstra uğraşlara ihtiyacım var.. Herhalde fazla boş kalıyorum ki, son yıllarda daha bir takıyorum her şeyi. Ya da acaba, hakikaten daha mı fazla şey var son yıllarda takılacak? Dakka 1, takıntı 3 şeklinde bitiyor neredeyse tüm maçlar, hal böyleyken de, mağlup oluyorum yahu, mağlup oluyorum…!!
Hemen bir ikisinden bahsedeyim. Geçen ay İnönü rahmetli olduğunda, tv cenazeyi veriyor. Tam cenaze namazını kıldıracaktı ki hoca, rahmetlinin -ilk kez omuzlara alınmasına izin vermek zorunda kaldığı- tabutuna dayalı, çerçeveli kocaman fotoğrafına takıldı.. hoyratça aldı ve yere koyuyordu ki, çaktırmadan ikaz edilince, yukarı kaldırdı, sağa baktı uzattı olmadı, sola baktı olmadı, en sonunda el çabukluğu marifet, işbilirin biri aldı yandaki tezgah gibi bir şeyin üzerine “ters” çevirerek koydu “selametle”.. Batıl itikatlar mıydı, dini vecibeler miydi, ilerde resmi görüp, hatırlayıp ağlarız mıydı, belki de kendi tabutunu mu görmesindi, ya da kimimize göre saygısızlık mıydı.. Bunun cevabını, sakın ha, hocanın ağzından yazmayın, öğrenmek istemiyorum. Sonra dün, uçak “kazasında” hiç yere kaybettiğimiz değerli insanlarımızın cenazesini seyrediyorum gene kanalın birinde acıyla. Aynı olay gene olmaz mı, hem bu kez oskarlı haber spikerimizin de dikkatini çekti ki, görüntülerin bitiminde şu gibi bir yorum getirdi. “….. Sn. Engin Arığın resmini, hoca ters çevirip tabuta yasladı, bir başka yerde namazı kılınan Ö.B. Doğan’ınkini herhalde erkek olduğu için çevirmediler….. evet, sayın izleyiciler, gündeme yeni bir madde düştü…” gibi bir şeyler diyerek, ya da diyemeyerek, haberlere devam etti. Aaa, çok ayıp walla sn. spiker.. benim gündemime bile düşeli bir ay oldu. Ben, belki de neye hizmet ettiğimi bile bilmiyorum..! Ülkemde küçücük bi noktayım, duyulmam ve duyulmamam arasında büyük farklar yaratamam.. ama kitlelere hizmet verenler tarafsız, bilinçli, ilerici, özgür ve doğru olmalı. Hizmet verdiren kişinin kalitesine göre, hizmet verenin kalitesi de çoğalıp/azalabiliyor belki de..
Hangi birini kafama takmayacağımı şaşırdım ben artık. Takıntılar entegre tesis gibi, iç içe geçmiş.. Tüm gelişmiş ülkeler bilir ki, Türkiye’min altı zengin, üstü fakir.. toprağın üzerinde kafasını kuma gömmüşler o kadar çok ki, borlar, toryumlar, mumcular, mühendisler, fizikçiler gibi sahip olduğumuz tüm cevherler, değerli madenler toprak altında gömülü..