Çarşamba, Mart 28, 2007

Tüyden sevgiler...


Hazin bir sevda öyküdür bu,
Sevdalanılan bir kedinin öyküsü.
Adı “Sarı” dünya şirini,
Cinsiyetine gelince erkekti.
İlk kez verandaya geldiğinde anlamış olmalıydık.
Önce diğer dişilere sonra bize kendini kabul ettirme çabasından...
Ne denli sevimli biri olduğunu.
Anladığımızda ise zaten dönülmez bir yola girmiştik bile.
Henüz 6 ay bile geçmemişken aradan, sorsalar tereddüt bile etmeden
Yıllardır birlikteyiz diyebilirdim.
Geçen hafta serin bir bahar sabahı
İlk kez uğurlamadı beni
Çapkınlığa çıkmıştır diye düşündüm.
Nereden bilecektim ezildiği yerden yüz metre sürünüp
Arka bahçeye sığındığını..
Demir bir eşek tarafından telef edilmişti, insan yaşıyla üçünde
Yaşamak istiyordu belli ki
Çok uğraştık, beş saat ameliyata bile dayandı.
Çiviler ateller takıldı.
Yedinci gündü nefesi yetmedi.
Kedi lisanında bir şeyler söyledi ve gitti.
Öylece kaldık cansız başında
Sonra sıcacık cansız beden önce gazeteye sonra naylon torbaya özenle kondu
Şimdi “Sarı” seveceğini tahmin ettimiz bir ağacın gölgesinde..
Biz sokaklardan gelen tüyden sevgileri özlüyoruz...

HALVA..HALVA..

Pazartesi, Mart 26, 2007

soru-cevap

Cumhuriyet Bilim Teknik Eki'nden bir soru cevap metni

Yorumsuz:

Soru: Bir okuyucumuz soruyor: "Öldükten sonra fosil olmak istiyorum. Bu amacımı gerçekleştirmek için nasıl bir yerde gömülmeliyim? Ne kadar sürede fosil haline gelebilirim? "

Yanıt: Fosil olmaya bu kadar meraklı olmanızı takdirle karşılıyoruz. Ancak dünyaya insan olarak gelmekle başlangıçta hata yapmışsınız. Sert, mineralli bir dış kabuğunuz olsaydı ve deniz altında yaşasaydınız şansınız daha yüksek olurdu. Bu durumda elimizdekilerle idare etmek zorundayız. Yani iç kısmında sert bir iskelet, dış kısmı yumuşak bir yapının fosilleşme olasılığını araştıracağız. Eğer dağlara tırmanmaya veya kayak yapmaya meraklıysanız ve yaşamınız bir buzul yarığında noktalanmışsa pörsümüş bir mumya olup çıkarsınız. Ancak bu gerçek bir fosilleşme değildir. Sadece çürümeyi ertelemiş olursunuz. Jeolojik zamanın tahribatına dayanmak istiyorsanız, özellikle dişlere ve kemiklere özen göstermelisiniz. Bunların fosilleşmesi için ilave minerallere ihtiyaç duyarsınız. O yüzden beslenmenize dikkat etmelisiniz. Peynir ve süt bu bağlamda kemiklerdeki kalsiyumu artırır. Ayrıca diş sağlığınızı ihmal etmemelisiniz. Çünkü uzun vadeli bir geleceğin en güçlü adayları dişlerdir. Diş randevularınıza sadık kalmaya gayret edin. Bir sonraki aşamada sıra yer sorununa gelir. Öyle bir yerde ölmelisiniz ki uzun süre sizi kimse rahatsız etmemeli. Bazı insanlar için mağaralar en ideal gömülme merkezleridir. Bunun için de mağaracılık eğitimi almanızı öneririz; özellikle evinizin yakınlarındaki mağaraları keşfe çıkmalısınız. Alternatif olarak çok hızlı bir şekilde gömülmeye bakmalısınız. Bu, cenaze merasiminizin kısa sürmesi gerektiği anlamına gelmemeli. Çok doğal ve dramatik bir gömülme için volkanik bir patlama veya "Aman Tanrım bu ne..." ile başlayan ancak tamamlanamayan cümlelere yol açan doğal felaketleri tam yerinde ve zamanında yakalamalısınız. Bu fırsatı yakalamak için seyahat etmelisiniz. Akarsu taşkınları zamanında vadilerde kamp kurmak bu bağlamda çok yerinde bir karardır. Veya yağmur mevsiminde tropik nehirlerin kıyısında yürüyüşe çıkmanızı öneririz. Böylece son derece ince ve kıvamlı bir çamurun içinde huzurla istirahat edebilirsiniz. Bir başka seçenek de patlamaya hazır bir yanardağın eteklerinde piknik yapmaktır. Ancak bu konuda jeoloji konusunda uzman bir arkadaşınızdan piknik yeri hakkında bilgi almalısınız. Zira unutmayın ki hedefiniz lavların sizi yakarak yok etmesi değil, küllerin altında gömülmektir. Piknikten söz açılmışken, fosilin mide muhteviyatı yaşam tarzına ilişkin çok önemli bir bilgi kaynağı oluşturduğundan son akşam yemeğinizin katı yiyeceklerden oluşmasına özen gösterin. Ancak katı denilince aklınıza pizza veya hamburger gelmesin. Kabuklu deniz ürünleri (kabuklarıyla birlikte yenmesi tavsiye edilir) veya iri çekirdekli meyveler (çekirdekleri olduğu gibi yutmalısınız) geleceğin bilim adamlarına heyecanlı anlar yaşatabilir. Nihai olarak arkanızda bazı izler bırakmalısınız. Sözgelimi ebedi istirahatınıza giderken arkanızda ayak izi bırakmalısınız. Hatta araştırmacıları şaşırtmak için bu yolu seke seke veya hoplayarak kat edin. Böylece ne menem bir yaratık olduğunuzu keşfetmekte biraz zorlansınlar. Şunu iyi bilin ki fosil olma şansınız, milli piyangodan büyük ikramiyeyi kazanma şansınızdan daha azdır. Herşeye karşın fosil olmayı becerirseniz irtibatı koparmayın. Jeologlar her zaman yeni türleri bulmaya can atarlar. Dolayısıyla nerede olduğunuzu bize bildirin. Böylece bir milyon yıl sonra sizi mezarınızdan çıkartırken, uzun süre belleklerden silinmeyecek bir "fosil çıkartma töreni" düzenleyebiliriz.

Perşembe, Mart 22, 2007

Hastane

Biz, bindokuzyüzyetmişüçte geldik, İstanbul'dan Karşıyaka'ya..
1975-1982 aralığında dj'lik ve kaset, plak işleri ile uğraşırken çok güzeldi buraları.
O dönemde Sezen ilk 45liklerini çıkarıyor, Mehmet Teoman ve Cenk Taşkan ikilisi Nükhet Duru'yu meşhur etmeğe çalışıyorlar, Mehmet Teoman bir yandan Ayşegül Aldinç'le müzik yapıyor ve Nazan Öncel elinde gitarı ile bizim çalıştığımız yerlere gelerek ilk bestelerini mırıldanıyordu.
Sonra, Sezen Firuze ile patladı.
Sözlerini ilk kez yırtık bir gazete sayfasında okumuştum.
Sırtım taş bir duvara dayanmıştı. Bir kaç kez okuduktan sonra, karşı dağların ardında İzmir'i düşlemiştim. Erzincan'da, zirvelere yeni yeni kar iniyordu.
İnsanlar, Firuze'den sonra, Sezen'in daha önce neler yaptığına döndüler, daha dikkatli baktılar.
Kaybolan Yıllar'ı, Kaç Yıl Geçti Aradan'ı, Olmaz Olsun'u daha çok sevdiler.
Sonra, Sezen'in, yine Firuze'den önce, 1980'de yaptığı "Sevgilerimle" albümünden "Dört Günlük Bir Şey"i çok sevdiler..
Sezen bu şarkıda, Cenk Taşkan'ın müziğine,

"Dört günlük birşey işte
Güzeldi, yaşandı ve bitti diye düşündük
Oysa bir duygusal yük vurduk yüreklerimize
Kırılıp döküldük "

satırlarını yazmıştı.

Ama..
Sezen'in bu şarkıyı albümüne almasından iki sene önce, 1978'de,
Mehmet Teoman, Ayşegül Aldinç'in vokaliyle beraber,
bu şarkıyı çok farklı sözlerle,
benim çok, çok sevdiğim sözlerle..
bir 45liğe okumuştu.

"Bir insan herşeyi unutacak kadar..
bilmeyecek kadar..
YOK olabilir mi? Teşhis bu.."

"Hastane" hem yanda, playerda var..
Hem de
burada..
Dinlemenizi öneririm.

Yıllardır aradığım bu şarkıyı bulan Serdar.Y.. Çok ama çok teşekkür..

Pazartesi, Mart 19, 2007

Okan'dan Boran'a..

oğlum;

sana bu mektubu bizim cehennemden yazıyorum
bir yaşıma daha gireceğim neredeyse
tabii bundan haberin yok senin
kronometreye erken bastığın için
beni hep yakışıklı hatırlayacaksın
bizi bırakıp gittiğin yerde
eski güzel günleri düşünüp hayıflanacaksın

ama dur!

sen hatırlıyor musun beni?
peki sen herhangi bir şeyi hatırlıyor musun?
ben yirmiydim tanıştığımızda
sen beni en son otuzbeşimde gördün istanbul'da
sonra sen kaş'ta öldün
o akşam aynı anda geldik antalya'ya
sen beni görmedin, ben sana bakıyorken
ben sana öyle dikkatli baktım ki oğlum ayrılırken
sen iyi ki görmedin beni

yoksa gözgöze gelir gülerdik, eskisi gibi

olmadık bir yerde gülerdik ya hani?

öyle olurdu yine
gözlerimizi kaçırırdık ciddiyeti bozmamak için
hani sahnede olduğu gibi.
sen ağlarken bakamazdım sana
sinirimi bozardın, gülerdim
çünkü sen her boktan şikayet ederdin oğlum
öyle çok şikayet ederdin ki
sonunda sıkılır gülerdim
sonra sen de sıkılırdın kendinden
başkası gibi olmak isterdin
mutlu olan bir başkası gibi
dert etmeyen biri
hani, benim gibi biri

bir şey diyeyim mi sana oğlum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
her neyse...
ama kadınları çok dert ederdin sen
ama onlar seni severdi oğlum
ama sen çok ağlardın onlar için
sevemezdin kendini bir türlü
onlar seni çok sevse de
senin gibi olmak istemezdim o zaman

daha çok sevin beni!

daha çok gülün bana!
beni daha çok isteyin!
daha çok!
ama seni en çok ben...

bir şey diyeyim mi sana oglum?
şimdi dönsen buralara
ne gidilecek bir yol
ne uğruna ölünecek bir kadın
ne de sabaha kadar konuşarak sana vaad ettiklerim

kandırdım seni oğlum
parayı dert etme diye
yok öyle bir şey, başarısızlık diye
illa da başkası olmaya çalışma salak gibi

bir kadın için ölme diye

kandırdım

artık umrunda değil mi bunlar?
artık bozulmuyor musun bu işlere?
aşkın da bir önemi kalmadı mı yoksa?
o kadın için ölmez misin bir daha?
ne var, bir kere daha ölsen?
değmez mi o kadın buna?

hani, hani değerdi?

çıplak ayaklarıyla yürürken mezarının üstünde
keyiflenmeyecek misin toprağın beş karış altında?
öyle de oldu zaten, vasiyet ettiğin gibi
çıplak ayaklı kıza

bıraktın değil mi oğlum?
bıraktın, gittin
peki!
ama ben buradayım hala
ben devam ediyorum
peki sen bakıyor musun bana oradan?
gülüyor musun bana?
sanıyor musun ben aynı şarkıyı söylüyorum?

beni daha çok sevin!
bana daha çok gülün!
daha da çok isteyin beni!
beni daha çok özleyin!

ama seni...
seni en çok ben, ben!

hayır ben çok değiştim oğlum
bir başkası değilim artık
vazgeçtim maymunların dünyasından
bıraktım alkışları, istemiyorum kahkahaları
istemiyorum bir aptal gibi yaşlanmak

işte belki de bu yüzden
seni en çok ben...
en çok ben özlüyorum!

benim

ölü

arkadaşım!...

Cuma, Mart 16, 2007

50. YIL

Efenim, bir kaç gündür yokuz ya..

Yarın Valide ve Peder'in 50. evlilik yıldönümleri..
Kendileri için sağlam bir organizasyon yapılıyor..
Yemek yiyeceğimiz yerin sahibi, sağolsun dostum Mehmet ve eşi Hürriyet, Menü ve uygulanacak ritüellerle ilgileniyor..
Ancak iş bu kadarla kalmıyor.. Bazı özel şeylerin de yapılması gerekiyor..
Bu nedenle bugünün anısına kendilerine takdim edilmek üzere, 1,60*2,20 ebatlarında bir masa örtüsü kestirterek,
üzerine tam ortaya gelecek şekilde bir 50.yıl logosu ve sağa sola da 50 yıllık fotoğraflardan bir derlemede bulunduk.. Bez üzerine baskı biraz zor bir iş.. Ve hemen hemen bir buçuk günümü yedi.. O gördüğünüz resimlerin birçoğunu bendeniz bastı oraya..
Ama iş bittiğinde Fotokopihanedeki profesyonel çalışanlarlar bile "Walla abi..Çok iyi bi iş çıktı." dediler yani.

Herneyse..
Aşağıdaki fotoğrafta ise yine kendilerine verilmek üzere yaptırılmış, iki adet 50. yıl madalyonunu, masa örtüsü baskısında annem,babam ben ve kardeşimin milâttan önceki bir fotoğrafı üzerinde görüyorsunuz..


Gecenin mükemmel sonlanabilmesi adına, bir ufak kutuda, peder beye cialis ya da viagra tipi bir şey düşündüysem de, anneme çıtlattığımda "Bak..Reddi miras yaparım haa.. " dedi, Vazcaydım.

Ne denir..?

Nice 50 yıllara..

Muahhaahaaoaa..Ohaaa..

Oscar sonrası konuşma:
Neler yapılabileceğine dair fikirler veren Gözde'ye,

Fotoğraf arşivi için Tefo'ya,

Madalyonların nerede yapıldığını bulduğu için Oktay'a,

Masa örtüsünü kestirdiği, kenarlarına piko çektirdiği ve madalyonları yaptırdığı için Beyhan'a,
Madalyoncu Remzi abi'ye,
Bu konudaki çeşitli fikirleri için Nesli'ye,
Dün saat 14.00-19.00 arasında Can fotokopide beraber çalıştığım Cihat'a,
Resim baskısı konusunda Tuncel abiye,
Baskı sırasında arada sigara molası için dışarı çıktığımda bana eşlik eden SaintBernard Max'e,
Fotoğrafların kesme biçme işleri için photo-shop, corel-draw gibi çeşitli programlar üretmiş olan yazılımcı Abilerime,
Bilgisayarım Âlem'e,
Bu işleri yaparken elektriklerin kesilmemesini sağlayan ESHOT'a,
herkese çok teşekkür.
Unuttuklarım varsa affola..(bir telefon açın..Sizi de ekliim..)
Allah sizlere zevâl vermesin.. Sağolun.. Varolun..
Saygılar.. Hürmetler..

Pazartesi, Mart 12, 2007

Sezgiler..

Sezgiler hep vardı ; ve biz sezgileri hep önemsedik...

Eski zamanlarda, evrenin yasalarını, toplumsal yaşamın kurallarını, insan tabiatının koşullarını sezgileriyle kavramış kocamışlara bir çeşit ermiş gözüyle bakılırdı. Sözü dinlenen saygın kişilerdi böyle ihtiyarlar... Ama bu tür insan, çağdaş toplumdan silindi sayılır. Çünkü dünyamız, koşullarını bilimin önceden haber verdiği bir köklü devrimin ivmesinde yaşamaktadır. Öğretim yaygınlaşmakta, sezgiler yerlerini bilgilere bırakmaktadır.
Günümüzde , ‘artık sezgilere yer yok’ denebilir mi ?...
Yani, doğanın görelilik abidesi olan insanın zihni, artık herhangi bir öznenin özünü oluşturan anlamlara doğrudan ve usavurmalara başvurmadan ulaşamaz mı ?...Tanımlanması imkansız sezgilerimiz, tanımlanması bugün için mümkün görünmeyen “bilinmezler”in karanlığında bir el feneri olamaz mı ?...
Arşimet Yasası’nı bilmeyen ustaların yaptıkları tekneler, kaç yüzyıl batmadan yüzdü ?... Farmakolojiyi duymadan çeşitli otları toplayıp, ezip kaynatarak ilaç yapan bakıcılar kaç insanı kurtardı ?... Ya , mimarlık – mühendislik fomüllerinden uzak, en azından 600 yıl boyunca, Avrupa’yı baştan aşağı yapılaştıran taş ustalarına ne demeli ?... St. Paul Katedrali’nin kirişlerindeki sezgiyi , sezebiliyor musunuz ?... Jules Verne’nin kurguları bir bir gerçek olurken ne düşünmüştünüz ?... Neil Armstrong’tan çok önceleri, Ay’a çizgi romanlarda ayak basmadık mı ?...

Tüm bunları söylerken , tabii ki, salt sezgiden veya sezgicilikten dem vurmuyor ; bir metafizik savunuya soyunmuyorum. İnsan denilen göreli varlığın somut üretimlerinden örnekler veriyor, sezgilerin akılla denetlenmesi durumunda, geleceğe ve bilinmezlere yapacağımız yolculuklarda iyi bir yol arkadaşı kazanmış olacağımızı söylüyorum. Zihnimizin bu denetimsiz sağanağında, engellenemez reflekslerimizin, hayallerimizin, kurgularımızın, yanılsamalarımızın subjektifliğinde yapılan bu gezi ; yurda dönerken aklın gümrüğünden vize almak zorundalığını unutturmuyor. Bu nedenle , “akıllı sezgiler” ya da “ duyarlılık” terimleri bana daha bir uygun geliyor.

Cumartesi, Mart 10, 2007

Return2'nun objektifinden..

Çok eski dostum, Return2, iki gece önce bizdeydi..
Rakı içtik.. Sonra dertleştik.. Sabaha karşı dörttü yataklarımıza gittiğimizde..
Fotoğraflar, O'nun objektifinden..










Çarşamba, Mart 07, 2007

Ege'ye dair bir bilgelik...

Görkemli bir sahnedir Ege,
üzerinde binlerce oyunun oynandığı.
Kimi zaman kahramanlıklar, aşklar, başkaldırmalar, ihanetler anlatılır,
kimi zaman da bilgeliktir oyunun konusu.

Tarihler M.Ö. 356 yı gösterirken yine bir oyun sergilenmektedir bu sahnede, sadece meşhur olsun, herkes onu tanısın diye Herostratus adında biri dünyanın 7 harikasından Artemis tapınağını yakmaktadır. Garip rastlantıdır, aynı gece, sonraları Büyük İskender olarak anılacak biri dünyaya açar gözlerini. Herhalde tanrıçalar İskender’in doğumuyla meşgul oldukları için tapınağı koruyamadılar. Oyunun ikinci perdesini sahneye koymak için aradan 22 yıl geçmesi gerekiyordu. Efes’i ziyaret eden Büyük İskender harap olmuş Artemis tapınağını tekrar inşa ettirmek istediğini söyler. Ancak bir şartı vardır, o da adının tapınağa yazılmasıdır. Efes’in ileri gelenleri bu isteği kabul edemeyeceklerini belirtirler. Büyük İskender’in isteğini ret ediyorsanız, çok geçerli ve ikna edici bir sebebiniz olmalı.
Cevapları da aynen öyledir;

“İki Tanrının adı yan yana yazılamaz.”


Yıkımla başlayan bilgelikle biten bir oyun sona ermiştir.




Cumartesi, Mart 03, 2007

iki bilgeden özlü sözler..

Yıllar önce köpeğim Moro, henüz bir yaşlarındayken, bir pazar yürüyüşüne çıkmıştık Bostanlı'da.. Şimdi yıkıldı, Churchill'in kahvesi taraflarında yürüyoruz..
Balıkçılar ağlarını çekmişler, onarıyorlar, temizliyorlar..
Moro, balıkçı barınağındaki köpeklere doğru koştu ve bir kaç koklaşmadan sonra birlikte koşuşmaya, oynamaya başladılar..
Önce bir kaç metre ötemde israrlı bir havlama duydum. Dönüp baktığımda, gözlükleri ile balık ağını görmekte zorlanan yaşlı balıkçıyı ve O'nun hemen yanında bir ayağı olmadığı için ayakta durmakta zorlanan, ama diğer yandan karşısındaki köpeklerle oynamayı istediği ve bunun mümkünü olmadığını bildiği için sürekli havlayan köpeği gördüm..
Yaşlı balıkçı, ben yanlarından geçerken, gözünü ağlardan hiç ayırmadan kısık ama otoriter bir tonla seslendi köpeğe;
"Topal.. Felsefe yapma!"

* * * *

Yine yıllar önce Salihli'de bir arkadaşımın yazıhanesinde beş altı kişi oturuyoruz..
Dışarıda kuru ayaz.. İçeride soba çatır çutur yanıyor.. Sobanın hemen yanında yaşını başını çoktan almış, mekândan sorumlu bir Dayıbaşı oturuyor.
Radyo açık.. Reklâmlar var. Waplı cep telefonu reklâmları anons ediliyor..
Wap özellikli telefonlar yeni çıkmış..(Ben hâlâ Wap'ın ne işe yaradığını da bilmem ya.)
Bizde kendi aramızda "nedir bu wap?" filân diye konuşuyoruz..
Sözün bir yerinde, konu sakıza dönünce, o âna kadar söze hiç karışmamış Dayıbaşı oturduğu yerden, ellerini sobanın üstünde ısıtarak, batı Anadolu aksânı ile söylendi;
"Ben size bi şeycik deyem mi? Vap deyoola, vup deyoola.. Senin anleeceğin sağdıç, melmeketin anuğa goyyolaa.."

Saygılar..