Çarşamba, Haziran 30, 2010

Keşke herkes GOOGLE kadar zeki ve anlayışlı olsa


Googılı seviyorum.
Gugıl diye mi söz etmeliyim bilmiyorum ama ben onu öylece, içimden geldiği gibi ifade etmeyi seviyorum.Gugıl diyince sanki yabancılaşıveriyor güzelim deniz fenerim. Yok canım, deniz feneri lafını duyunca hiç tüyleriniz diken diken olmasın. Deniz feneri denizciler için yaşamsal önem taşıyan yol göstericilerdir. Bakmayın siz çıkarlar uğruna güzelim ismin/kavramın ırzına geçilmiş olmasına.
İnternet biz kullanıcılar için uçsuz bucaksız bir okyanus ise, Googıl da bizi en yakın ve aradığımız kara parçasına taşıyan tartışmasız deniz fenerimiz değil mi? Sanal alemde insana yolunu gösteren, neyi aradığını üç beş harf ile şıp diye anlayıp, aradığı ile en kısa sürede buluşturan böylesi bir klavuz, aradığının eğrisini de doğrusunu da gösteren böylesi bir dost olması inanılmaz bir nimet.
Peki ya gerçek hayatta böyle dostlarımız olsa nasıl olurdu?
Leb demeden leblebiyi anlayan kaç insan var hayatınızda?
Eğrisi ile doğrusu ile aklınızdan geçeni her yönüyle değerlendirmenizi sağlayacak seçenekleri önünüze serecek kadar samimi, iyi niyetli, açık ve yalansız kaç insan var sahi çevrenizde?
Bu bloğa googıldan gelen kazazede okurlar da, bu bloğu düzenli olarak takip eden blog sahibi okurlar da ne demek istediğimi iyi biliyorlar aslında. Ne kadar ilgilenmiyorum desek de, blog sayaçları ile bloğa gelen okurların nereden, hangi referanslar ile geldiğine bakıp, googıldaki aramalara zaman zaman gülümsemiyor muyuz? Hatta bir ara bloglara googıl aramalarından gelen okurların anahtar sözcükleri ile dalga geçme modası bile vardı, biliyoruz. Eğlenceli idi şüphesiz.
Ne olursa olsun, googıla tapıyorum. Buyursunlar benim anahtar sözcüklerim ile de doya doya dalga geçsinler hiç önemi yok. Ben o anahtar sözcükleri ardı ardına sıraladığımda karşımdaki ne demek istediğimi anlıyor ya, bu bana yetiyor ve artıyor.
Daha bu akşam "afganistan film okumak isteyen küçük kız" sözcüklerimle bir türlü hatırlayamadığım o harika filmin adını, yönetmenini vesairesini önüme serdi, eksik olmasın. Sahi ne güzel bi filmdi o. Cnbcede benim rastladığım kadarı ile iki kez gösterildi ama, siz rastlamadı iseniz lütfen bulup izleyin bu arada sözü edilmişken. Ne diyordu Orhan Veli; onu da sonra anlatırım. Ya da anlatmayayım, siz googılım olup anlayın ne demek istediğimi mesela.

Ah keşke yaşamımızın her alanında karşılaştığımız herkes googıl kadar anlayışlı olsa...
Hayat ne güzel olurdu...Belki evliler boşanmaz, savaşlar bile biterdi kimbilir, ha?

Cumartesi, Haziran 26, 2010

ONBİRİNCİ MARİFET

Erkekler kadınlardan üstündür efendim. Hiç boşuna aksini ispata uğraşmayın. Bakınız siz pet şişeler ile kuşlara yemlikti, bozuk para cüzdanıydı, kapı süsüydü, kelebekti, şekerlikti, "yok artık çalışması" idi derken 10 marifet yapabilirsiniz ama asıl "yok artık" denilecek onbirinci marifeti asla yapamazsınız.
Onu ancak ve ancak biz yaparız.
Ne mi o?
Bizler boyaydı, fırçaydı, silikon tabancasıydı, şuydu buydu başkaca hiç bir malzemeye ihtiyaç duymaksızın sadece ve sadece Pet şişe ile "Pet Çişe" yaparız.
Fotoğrafını çekip bloglara filan koymaya da gereksinimimiz yok bizim. Biz bu sanatı şehirlerarası yollarda yaklaşık 20 kilometrede bir eser bırakmak suretiyle açık hava
sergilerinde sergileriz. Sergimize kaç kişi geldi gibi bir sorunumuz da olmaz üstelik. El mahkûm karayollarında seyahat edenler eserlerimizi ziyaret ederler. Eserlerin altına imza atmamıza da gerek kalmaz, erkek milletinin eseri olduğu bir bakışta anlaşılıverir.
Şimdi söyleyin bakalım, kim daha üstün marifetliymiş:))

Perşembe, Haziran 24, 2010

Show must go on

Fıkralarla ilgili ne düşünürsünüz bilmem. Bana sorarsanız çok ciddi darb-ı meseller içeren fıkralar vardır. Cindy Crawford ile Asım' ın fıkrasında olduğu gibi:
Cindy Crawford ve Asım bir gemi kazası neticesinde ıssız adaya düşerler. Ne yapsınlar can sıkıntısından sabah akşam birlikte olurlar. Ancak bir süre sonra Asım durumdan zevk almamaya başlar. Cindy çıldırır. Asım'a ne olduğunu sorar, ne isterse yapabileceğini söyler. Her türlü fantaziyle ve herşeyiyle emrine âmade olduğunu, nerede hata yaptıysa düzeltmeye çalışacağını anlatır. Asım inatla Cindy'ye 'istediğim şeyi yapabilmen mümkün değil' der. Cindy çaresizlik içinde ısrar eder ve herşeyi göze aldığını söyler. Asım en sonunda 'Bir denemeye' karar verir. Önce Cindy'nin saçlarını kısacık keser. Sonra üstünü örtecek biçimde ceketini giydirir. Kestiği saçlardan bıyık yapar. Cindy, ne olduğunu anlamaya çalışırken Asım onu mümkün olduğu kadar erkeğe benzettikten sonra akşam olunca sahile gelmesini söyler. Akşam olur ve Cindy erkek kılığında sahile gelir bakar ki Asım mukellef bir rakı sofrası hazırlamış ve masayı mezelerle doldurmuştur. Asım ve Cindy masaya otururlar ve Asım elini kanka modunda Cind'nin omzuna koyar ve şöyle der:
-Ulan Kazım bir aydır kiminle sevişiyorum söylesem inanmazsın.
........

Asım'a başkaları ile paylaşmadıkça, tek başına Cindy' i götürmek eylemi asla yetmeyecektir.
Fıkrayı duyduğumdan beri anlamlı bulur iken, facebook fenomeni ile (tamamen bireysel-bilimsel yaklaşımım çerçevesinde) birebir örtüşmesi neticesinde, bu fıkra insana bakış-görüş açımı anlatan en pratik ifade biçimim de oldu.
Solak ya da sağak olmanıza göre değişen kadraja uygun açılardan, cep telefonu kamerası ile kaydedilmemiş ve facebookta paylaşılmamış ise:
Ne kadar güzel olursanız olun, güzelliğiniz güzellik,
Ne kadar yüksek bir dağa tırmanırsanız tırmanın, tırmandığınız yükseklik,
Ne kadar uzağa giderseniz gidin, gittiğiniz uzaklık ,
Ne kadar derine dalarsanız dalın, daldığınız derinlik
yeterli ve anlamlı olmayacaktır.
Yakın zamanda Almanya' dan aşık olduğu İstanbul' a izine gelen, aylardır görmediği çocuğu ile geçirebileceği sınırlı saatlerini fotoroman tekniği ile resimleyen, istanbul fonunda çektiği fotoğrafları günü gününe facebookta yayınlayan, fotoğraflarda dolgun dudaklı ve iyi görüntü vereceğim derken, biricik çocuğunun yüzündeki o çaresiz ifadeyi görmekten aciz kalan bir "insan"ı gözlediğimden beri cindy ile asımın hikayesi acı da verir oldu ya, karıştırmayalım.
Şimdi, sevgili Gulteinen Enkeline' in bloğunda yerinde olarak sorduğu soruya, buradan yine bir soruyla eşlik etmek istiyorum:
Sizce de artık sadece ve sadece nasıl görüntü verdiğimiz ile ilgili değil miyiz? Sizce de artık facebookta paylaşmak için yaşamıyor muyuz? Sizce de artık bazı şeyleri sırf sergilemek adına yapmıyor muyuz-(lar mı)?
"Show must go on"...mu?
Peki, nereye ve ne zamana kadar?
Ya bir gün biz şowumuzu sergileyedururken, üzerinde şow yapacağımız sahne de kalmazsa ne olacak ?