Cuma, Haziran 29, 2007

SIKI ÇOCUKLAR..

Korhan, Serdar, Haluk, Panter, Halil, Tezol, Necdet, Pars, Onur, Mustafa, Ataman, Rebi, Bilâl, Tefo, Uğur, Tunç, Nahit, Fazıl..
bir dönem sıkı dostlardı bu çocuklar..

Sonra hayat.. herbirini bir yerlere attı..

Korhan ve Serdar çok erken yaşlarda başka bir tarafa göç ettiler..
Koko'yu (Solitary Man-06 Eylül 1984) yazmıştım.. Serdar'da (Speed King-11 Kasım 2002) başka bir yazı konusu.

Çocuklardan bir tanesi, 1998'i 1999'a bağlayan yılbaşında diğerlerine bir sürpriz yaptı..
Bu çok ama çok özel bir bant kaydı idi..
Çok uzun zamandır görüşemeyen çocukluk arkadaşlarına bu bant yollandı, yılbaşı armağanları olarak..
Projeden hiçbirisinin haberi yokken, bir soru yöneltilmişti onlara..
"O dönemleri hatırladığında ilk aklına gelen şarkı nedir?"
Tesadüf, hiç birisi birbirinin şarkısını ilk sırada söylememişti.
Bu bant böylece ortaya çıktı..

Sizin için zor olduğunu biliyorum.. Ama arkadaşlığın derinine, duygularına inebilmeniz için bu bantları kesintisiz dinlemenizi öneririm..

Sevgili Espresso.. 1998 de yapılan bu bandın açılış şarkısına..
ve Sevgili Berceste'de Panter'in istediği şarkıya şaşıracaklar..::))>
Return2.. Sevindin mi?
Bilin bakalım Rt2 hangi şarkıyı istemiş..?

Ama sonlara doğru gelen şiiri hepiniz seveceksiniz sanıyorum..

Loş bir ortam..
İyi bir ses..
Zaman..
Ve içecek bişeyler..
Hayırlısı olsun..

Good Old Days Part One..
Good Old Days Part Two..

Yardım..

Tıklayın.. Hemen tıklayın..

Perşembe, Haziran 28, 2007

Kimin Kızı ???????

hoh hoh hooo..

SUYUN ÖTESİNE..

Günlerden bugün, bir bloger dostumuzun canı çok sıkılmış, efkarlanmış, daralmış ve darklaşmış.. Çoğunuzun belkide bildiği bu alıntıyı onun bloğuna koyacaktım ama burada sizlerle de paylaşmaya karar verdim. Evinden başını çıkarsın biraz havası değişsin diye. Tebdil-i mekanda ferahlık varmış..:)


Gözlerimi kaçırmadım..

Dün yine dilimde şarkılar çıktım evden. Hava kapalıymış, soğukmuş, gamsızca.. İçimde bir lunapark, karınca yuvalarına basmamaya özen göstererek geçtim toprakyoldan. Şarkımın makamı değişti, az daha göbek atacaktım. Derin derin çektim içime havanın kokusunu, şöööyle bir gerindim. Bir parka girdim sonra, mutlu mutlu yürüdüm gülümseyerek. İlerde, bir bankın üstünde kendimi gördüm, oturmuş düşünceli düşünceli sigara içiyordum. Yanıma yaklaştım..
- "Oturabilir miyim?" dedim. Bana hiç bakmadan başını salladı.
- "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.
- "Karışık, sen anlamazsın" dedi önüne bakarak.
Sonra sigarasından sıkı bir nefes çekip, çok karışık.. diye dumanları savurdu ağzından.
- "Her zaman bir çözüm yolu vardır?" dedim.
- "Ukala" dedi "Hayatım boyunca hiç derin düşündün mü sen? Hiç korktun mu? Tasalandın mı? Riskleri hesap edip planlar kurdun mu? Senin için hava hoş. Dilinde şarkılar, deli başında bahar, vur patlasın çal oynasın. Nasıl böyle iyimser olabiliyorsun..??"
- "İşim bu?" dedim.
İlk kez dönüp baktı yüzüme, gözlerimin taa içine. Ne mutlu, gözlerimi kaçırmadım kendimden.
- "Yaşam nedir sence?" dedi.
- "Şu andır işte" dedim. Yani nasıl diyeyim, sur dibinde kıvırcık, kuş dilinde pütürcük, yaz gününde bürümcük. Evet evet, tam olarak budur yaşam!
- "Bu kadar basit öyle mi?" dedi.
- "Öyle" dedim.
- "Peki benim de senin gibi olmamı ister misin??" diye sordu.
- "Sakın haa!? diye bağırmışım. Sen benim gibi olursan, nerede durmamız gerektiğini kim söyleyecek bize, kim riskleri hesap edip plan kuracak? Kim korkacak, kim kızacak, kim derin düşünecek ve kim ağlayacak insan gibi? Senin de işin, bu!
- "Demek ömür boyu ben böyle kalacağım, sense gülüp eğleneceksin?" dedi.
- "Üzülme" dedim, Ben hep yanında olacağım. Sen kederlendiğinde sırtına vurup, hadii boş ver, sur dibinde kıvırcık, kuş dilinde pütürcük, yaz gününde bürümcüktür yaşamak? diyeceğim. En çaresiz anında omzunda omzumu bulacaksın. Ve sen, sen sevgili ben, ben hiçbir şeyden habersiz lay lay lom düşerken hatalara, uçurumların kenarında kaygısızca seksek oynarken, yetişip tutacaksın kolumdan.
O ilk kez tebessüm etti ve ilk kez gözlerim doldu benim. Sarıldım boynuma.
- İyi ki varsın.. dedi. Ellerimle ellerimi tuttu sıkıca.
- İyi ki varsın.. dedim. Ve işte böylece barıştım kendimle. Kalkıp hoplaya zıplaya yoluma gitmeden önce yüzüne baktım, gözlerinin taa içine. Ne mutlu gözlerimi kaçırmadım kendimden.

Salı, Haziran 26, 2007

VEDA..

Bu yazıyı Kasım güllerinin açtığı zamana saklıyordum ama Abim efsanelerden bahsedince dayanamadım..

Hint Okyanusu'nun ortasında İngiliz idaresinde bir küçücük ada, Zanzibar. 1946 Eylül'ünde o küçücük adada büyük bir ruh gözlerini dünyaya açtı..



İran asıllı Bomi-Jer Bulsara oğullarına Faruk adını koydular, resmi kayıtlara farsi kökenli olduğundan Farrokh Bulsara olarak geçti.
(Bu ismi ilk gördüğümde, zincirleme fikir tamlaması yapmıştım:)
Far-rokh; Far= uzak/ ulaşılamayan/ erişilemez, Rokh=rock/ kaya/ sarsmak/ sarsılmak...
Dünyayı Sarsan Ulaşılmaz Rock İlahı..)

"Ben star olmayacağım, efsane olacağım" demişti Freddie Mercury, öyle de oldu..


Özel bir tenor, grubun sesi ve yüzüydü.. Tanrı ona mükemmel bir sesi bahşederken yeterli gelmemiş, yanında müthiş bir sahne karizması vermişti. Elton John kendini överek "Ben üç yaşımdan beri piyano çalıyorum, bu müthiş bir şey ancak mutlaka dikkatlice vokalime konsantre olmam gerekiyor.. Oysa, arkadaşım... Freddie Mercury... doğrusunu söylemek gerekirse, bu alçak herif öyle bir sese sahip ki, piyano çalarken vokalini düşünmek zorunda bile değil, dolayısı ile sadece piyanoya konsantre olabiliyor.."

Yaşamımızın ne günleriydi onlar,
Kötü şeyler ne kadar da azdı..
Bütün o günler geçip gitti şimdi, ama
Geriye bakınca,bulduğum, gerçek olan tek bir şey var
O da, hala seni sevdiğim..

Those were the days of our lives
The bad things in life were so few
Those days are all gone now, but one thing's still true
When I look and I find, I still love you..

Hastalığı yüzünden acı içindeydi ve kötü görünüyordu ama O her zamanki gibi tiyatral şovuna devam etti.. Ellerini iki yana kaldırıp, gökyüzüne bakarak "I still love you" der, gülerek başını yere eğer, kısa bir duraklamadan sonra başını kaldırıp, gözerimizin taa derinine girip, ruhumuza ulaşır..

Kimbilir o anlarda, güzel günleri, pişmanlıkları, doyamadıkları, müziği, aşkları aklından geçiyorken, gözlerinde mahçup, hüzünlü, aşk dolu, herşeye rağmen kararlı ironik bir bakış ve yüzünde gitmeye hazır çaresizce bir kabulleniş vardı..
Bu vedada avunabileceğimiz tek şey, sonsuza dek dinleyebileceğimiz müziğinin varlığı..

Bizlerden sonra bile yaşayacak olan..



Cuma, Haziran 22, 2007

Bebecan ve Olli'nin vapur üstü röportajı

Bizim AKP'nin izlediği ikili bir politika var. Çok azımız bunun farkında. Avrupa'ya karşı modern, açılımcı, pazar ekonomisine tam bağlı, her türlü özgürlükten yana gözükmek. İçerde tüm devlet kurumlarıyla kavgalı, seçmenine mağdur pozları kesen, türbanı kamusal alana dayatan bir AKP. İslamın mazlumların yanında olmasından faydalanarak çiftçinin zor ekonomik şartları ile kendilerinin sözde mağdurlukları arasında bağ kurmaya çalışan, bundan siyasi rant elde etmeye çalışan bir AKP. Ve tabii ki Fethullah amcalarının 'tüm kurumları ele geçirene kadar dayanın' fetvası, gardrop modernistlerinin en büyük silahı. Laik devlet buna karşı henüz bir silah üretebilmiş değil.

İşte artık bu iç yüzü dışarıya tanıtma vakti gelmedi mi?. Seçimler içeride kazanılıyor ama mağdurları oynayıp üstelik Sosyalist Enternasyonal'den davet alan AKP, taktıkları maskeyle biraz olsun Avrupalıların gönlünü fethetdiyse bunda muhalefetin kendini dış dünyaya tanıtmaya gerek duymayan tavrı rol oynamıyor mu? Muhalefet dışarda da aktif olmalı değil mi?

İşte Olli Rehn'le Bebecan'ın vapur üstü sohbetinden bir video. İzleyin, sanki adam demokrasi ve laiklik havarisi. Çıldırmamak elde değil!
Not: Pacta sund servanda: ahde vefa

http://www.euronews.net/index.php?page=agora&article=427861&lng=1&option=1

Perşembe, Haziran 21, 2007

Bir Efsane..

Şu anda sizin de dinlediğinizi umduğum "Toi Jamais" adlı şarkı tıngırdarken aklıma düştü, Catherine Deneuve..




22 Ekim 1943 doğumlu bu kadın, bizim delikanlılığımızın ilâhelerindendi.
Soğuk ama çok sıcaktı.
Nip/Tuck'ın Julia McNamara'sı Joely Richardson'ın biraz eski modeli..




Bu şarkıyı 2002 yapımı 8 Femmes (8 Kadın) filminin sountrack'inde söylemiş..

Düşündüm.. düşündüm..
En çok aklımda hangi filmi kalmış diye..
Sonunda "Gündüz Güzeli"nde karar kıldım. Belle de jour.. (1967)



Dışarıdan mutlu görünen, ailesi olan bir kadın..
Geceleri kocasının koynunda yatan bir kadın..



Monoton hayattan sıkılarak gündüzleri fahişelik yapmaya başlıyor..
Ne etkilemişti o zamanlar film bizi yaw..
Şimdiki gibi aynı anda vizyona girmiyordu filmler..
Hatırladığım kadarı ile bizim takım, bu filmi en erken 73-74 lerde izlemiş olmalı.
16-17 yaşlarımızı sürerken, bu filmin ve bu kadının bizleri bu kadar etkilemesi.. doğal ama..
Değil mi?

Kurt Waldheim - An Obituary

Eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreterlerinden Kurt amca geçenlerde öldü. Kendisini iyi bilirdik. Ancak bu makale fikrimi epey değiştirdi. Üniversite'de okuduğumuz hiçbir ecnebi kitapta bu arkadaşın 1933-1944 yıllarında nazi subayı olduğu, 1943 yılında Selanik'teki Nazi Komutanı Alexander Löhr emrinde bir subay olarak yaklaşık 40.000 Yahudi'nin Auschwitz ve Treblinka kamplarına gönderilmesine en azından göz yumduğu yazmıyordu. Kendisi ölene dek ABD'nin izleme listesindeymiş. Diplomatik dokunulmazlık nelere kaimmiş Kurt. Seni BM Genel sekreteri bilirdik, iyi bilirdik, çürük çıktın.

Cevapsız kalan soru: Kalpten gitmen gerçekten garip, kalbin var mıydı Avusturyalı?

http://www.wsws.org/articles/2007/jun2007/wald-j21.shtml

Salı, Haziran 19, 2007

Pazartesi, Haziran 18, 2007

Ege'yi seviyorum....

Geçen Perşembeydi işi biraz erken bırakmaya karar verdik, dedik ki hep iş hep iş nereye kadar... E... ve ben buluştuk, yarım saat sonra G... bizi aldı ve doğru Urla İskeleye gittik. Saat 18:00 gibi B.... abimizin teknesine adım attık, sağolsun herşeyi hazırlamış. Yusuf kaptan o kadar hızlı ki ne zaman demir aldık, ne zaman yola çıktık inanın farkında bile değiliz. Tüm bunların yaparken rakı kavun ve zeytin masaya konmuştu bile..
Hani havayı şipariş etsek bu kadarını hayal bile edemezdik. Ege’liyiz ya sanırım torpil yaptı bize. Ege denizindeyiz çünkü, buraların sağı solu belli olmaz. Gerçi biz rüzgarla kavga etmemeyi, gücünü kabul edip ona uyum göstermemiz gerektiğini iyi biliyoruz ama yine de bu torpil iyi geldi. Aklıma Edip Cansever’in uzun şiiri “Ben Ruhi Bey Nasılım” şiirinden şu bölüm takılıyor..
.... Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda

Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
Büyük bahçelerin küçük içinde
Saksılardan birinde
Gördüm de Uyurken uyandırılmış gibi
Beni bir sardunya büyüttü belki....

Sonra, birden oltalar çıktı ortaya.. meğer ne gizli cevherler varmış aramızda da bilmiyormuşuz. B.... abi tecrübesini konuşturdu. E.... deseniz adam sanki balıkların efendisi, hani avlamadı tekneye davet etti hepsini. G..... ise kendine has sakinliği içindeydi.
Havanın ne muhteşem olduğunu söyledim ya aynen aşağıdaki gibiydi..Böyle durumlarda eski kokular gelir insanın burnuna.. Düşünüyorum yine ilkokul öğrencisi olsam, kalemi silgiyi boynuma bağlasam...Özledim silgi kokusunu...




Neyse ustalar işlerini tamamladılar. Misinalar toplandı, ortalık temizlendi. Sakin bir koya demirlemek üzere kaptan dümenin başındaydı..
Yusuf'ta yakalanan balıkları temizlemek üzere kovanın başına geçmeğe hazırlanıyordu
..




Koya demirledik, dalga ve martı sesleri o kadar güzel birbirine karışıyordu ki sonunda teybi kapatmaya karar verdik. Masa kuruldu mezeler – soslu kalamar, piyaz ve semiz otu salatası – tavada balıklar, ortama uygun olsun diye alınan sakızlı İzmir rakısı da sofraya gelince, eksik kalan muhabbette açıldı.



Yok yok, öyle memleketi falan kurtarmaya çalışmadık.
Hani nasıl özetlenirdi bu gece ;
İyi bir şarap gibi, buruk fakat çarpan bir lezzeti vardı.
Hoştu....
Birbirini bütünlemeye çalışan 4 kişinin bu gecesi gereğine uygun tam gece yarısı bitti....

Cuma, Haziran 15, 2007

Van gölü bir kraker gölüdür :-)))

Sevdiğim bir arkadaşım var, görevi gereği Türkiye yi dolaşır senelerdir. Gittiği yerlerde ona söylenen bazı hatalı diyeceğim ama kullananlar bu ifadeleri doğru diye kullanıyorlar - bana sms ile yolluyor. Geçenlerde şöyle alt alta yazdım, aralarında epey komik olanları var. İşte böyle ;
fort monteko
kafatores boya
4 sıralı romantik mimzer ( doğrusu 4 sıralı pnomatik mibzer )
parafon fatura ( dogrusu proforma fatura)
hacibek
fort cornet
cüneyt kanka ( dogrusu cüneyt tanka )
motor kapatisesi
petlos lastik ( dogrudu petlas )
esperanto basladı
taş patlasa bu iş olmaz
hep beraber tombik yapalim.
ihaleye şike karıştı.
instriman muzuk
buzuk doktoru
antikfiriz
fiftik hareketler var.
simit odanız varmi?. ( bu suit olacak herhalde)
komurlay motor ( doğrusu common rail motor )
piyase kitledi
starvors kafe
tirank tink cinayeti
van gölü bir kraker gölüdür
fotansiyel müşteri
tamprasım ağrıdı ( bunu anlamamıştım sordum ; pankreas mış )
rizinkli satıştan dönderdik. ( dogrusu, leasingli satıştan döndürdük)
256 golf direktor
biz kurban derilerini türk hava yollarına veriyoruz. bol bol uçak alsınlar biletleri ucuzlatsınlar.
atomik vites
opera et lokantasi -Iğdır..
papaz yeni doğan çocuğu kutsımış
kanona bitkisi
buradan gazostra geçmedi
hayvanın yarasını dedentektifiye yaptık.
vatandaş tepecilerin eline düştü.
kontrasyonumuz bozuldu.

S.S.S.

Bir gün bir dost sormuştu, sendeki bu "3 S" olayı nedir diye?
Şimdi bazılarınız ne 3'ü, ne S'si diyebilir. Birincisi fotoğrafımda eSpreSSo'daki üçlü, diğeri ise mail adresimdeki.. (İlgili beyin yakalamış tabi hemen ikisini de:))
Bu, aslında bana özel bir şey değil. Hepinizin bildiği, hepinizin en az bir tanesi için bile satırlarca yazabileceğiniz, Sevgi Saygı Sadakat'ın başharfleri.. Benim için ise, olmazsa olmaz üçlü.
Sevgi besler, Saygı büyütür, Sadakat idame ettirir. Tüm ilişkilerimizde kurmamız gereken sac ayağı..
Günümüzde birçok değer yok olmaya yüz tutmuş durumda. Sahip çıkalım..

Bundan tam 62 yıl önce bugün (15.06.1945), İstanbul'da "Saygısızlıkla Savaş Kurumu" adıyla bir dernek kurulmuş. Çare bulmak adına müthiş bir girişim, ancak böylesi bir dernek kurma ihtiyacı, çok acı ve utanç verici. Araştırdım, faaliyet ve sonucuna ulaşamadım.. Meçhul..

Haa, bu arada dostuma verdiğim ilk cevap hot mail iki S'yi kabul etmedi olmuştu:))

Kral olmasına kralım bunda kuşku yok ama, her aklıma geleni de yapamam ya..(Ferdinand II)

Perşembe, Haziran 14, 2007

Uygulama

Sevimsiz olmayı göze alarak..
çıkarlarınıza ters düşse de, kanun, nizam uygulanmasını isteyebilir misiniz?

Örnek:
İkea İzmir mağazasının otoparkında, israrla, kapıya en yakın yerdeki özürlü işâretinin bulunduğu yerlere araç parkeden gebeşler için, içeride yemek yiyiyor ya da alışveriş ediyor olmalarını gözetmeksizin,
"35 A..50.. plâkalı araç sahibi. Aracınızı bulunduğu yerden beş dakika içinde kaldırmadığınız takdirde, yanlış yere parketmekten dolayı, şu kadar ceza kesilecektir." diye anons yapabilir misiniz?

Örnek:
Bostanlı Köprü durağındaki Benzin istasyonunun ana caddeye bağlanan tarafına "Buradan Çıkmak Yasaktır" yazmanıza rağmen, hiç dinlemeden ters yönde araç kullananları caydırabilmek için, oraya bir kapan döşeyebilir misiniz?

Yani, yere özürlü işaretlerini koymak ya da benzincinin tek yönüne yasak işareti asmak yeterli olmuyorsa, ayıların bunu anlayabilmesi için, ya da eğitilmeleri adına, siz kazancınızdan bir miktar ferâgat edip sevimsiz olmayı, hâttâ az biraz da müşteri kaybetmeyi göze alabilir misiniz?

Yoksa "Amaaann. Bana ne.. Bana dokunmayan Yılan.." mı dersiniz?

Ne dersiniz?

Çarşamba, Haziran 13, 2007

Macera Seven Gençlik..



Sabah, trafik ışıklarında beklerken, iki tane düzgün kız, bi tane motorun üstünde..
Konuşuyorlar.. Cam açık.. Tam yanımdalar. Duyuluyor. Bende dinliyorum..

Arkadaki Kız: Kızııım, Egekent tarafına gidelim..
Şöför abla: Ne işimiz var orada ya.. Alsancak'a gidiyoruz.
A.K.: İyi de benzin yok.. Gider mi bu şimdi.?
Ş.A.: Gider, gider.. Bitse de fena mı olur.. Macera sana.. Zuhaahhaa..

ve yeşil yanınca yanımdan gazlayıp,
bayağı bir sol şeritten,
bayağı bir hızlı..
ve bayağı bir kasksız.. gidiyorlar..
Şöför abla'nın mâzeretinin, muhtemelen, motorun ve üzerindeki t-shirt'ün sarısına uygun bir kask bulamaması olabileceğini düşünüyorum.
Nikâh dairesinin önündeki ilk iki kırmızı ışığı tınmıyorlar.

İskele tarafında polis filân olduğu için durduklarında, ancak ulaşabiliyorum yanlarına..
Ve bir kaç kare resim alıyorum..



Sonra gazlayıp uçuyorlar, maceralı kaderlerine, iki eğitimli aile kızı..


Pazartesi, Haziran 11, 2007

who wants to live forever?

Düşün ki;
Sen hiç yaşlanmıyorsun..
Düşün ki; Ölümsüzsün..
Ama senin sevdiğin insan(lar) yaşlanıyorlar ve ölüyorlar, kollarında..
Ne acı değil mi, ölümsüzlük..?




zaman yok bize..
yerimiz yok bizim..
şimdi bizden uzaklaşan rüyalarımızı ne oluşturdu?

kim sonsuza dek yaşamak ister ki?


şans yok bizim için..
herşeye adımıza karar verilmiş..
bu dünyanın sadece bir tek güzel ânı var
bizim için yerleştirilen..

kim sonsuza dek yaşamak ister ki?
aşk ölmek zorunda kaldığında
sonsuza dek sevmeye kim cesaret edebilir ki?

ama dokun dudaklarınla gözyaşlarıma
dünyama dokun parmak uçlarınla


ve sonsuza dek sahip olabiliriz
ve sonsuza dek sevebiliriz
sonsuzluk bugünümüz..


kim sonsuza dek yaşamak ister ki?
sonsuzluk bugünümüz..
kim sonsuza dek bekler ki?


there's no time for us,
there's no place for us,
what is this thing that builds our dreams,
yet slips away from us.

who wants to live forever,
who wants to live forever?

there's no chance for us,
it's all decided for us,
this world has only one sweet moment
set aside for us.

who wants to live forever,
who dares to love forever,
when love must die?

but touch my tears with your lips,
touch my world with your fingertips,
and we can have forever,
and we can love forever,
forever is our today.

who wants to live forever,
who wants to live forever?
forever is our today,
who waits forever anyway?



İki değişik klip koydum buraya.. Birincide Queen görüntüleride var.. İkincisi ise tamamen filmden görüntüler..

Yaşlanmış kadının İskoçyalı'ya bakışını kaçırmayın, derim ben..

Cumartesi, Haziran 09, 2007

Yassah..

Bugün, pardon dün, arkadaşım C.'ile İzmir sokaklarında hem iş yapa yapa dolaşıyoruz.. Hem de makara kukara yapıyoruz.
Trafik ışıklarından birinde durduk..
Biz, ki hayli yüksek bir araçtayız, beklerken, önümüzde iki tane atlı polis..
Ama atlar var ya.. Harbî AT kipin..
Biz, hiç bu kadar uzun bacaklı ve yüksek atlar görmemişiz bugüne kadar..
Hani boyunları az daha uzun olsa.. bir de lekeli filan olsalar..
diyecez ki; İzmir'de Çevik Kuvvet zürâfâlarla turalıyor.
"Lan, bunlar ne?" filân diye birbirimize sorarken..
aaa... bi baktık..
bir tanesi atın üstünde cep telefonu ile konuşuyor..
tabi ben hemen.. şaaak.. bi foto..
"Memur bey.. afedersiniz..
siz Trafikte bir araç değilmisiniz?
ve araç kullanırken yasak değil mi cep kullanmak?" diye soracaktım ki..
ki sorarım, bilirler..
küt..
yeşil yandı..


Cuma, Haziran 08, 2007

Herşeyi e-devletten beklemeyin, biraz laik olun

Turkiyya'da seçimler yaklaşırken, her konuda olduğu gibi tüm çevreler partilerin genel seçimlerde alacakları oy oranları üzerinden müneccimliğe giriştiler. Taze dönek Doğan Medya mensupları arkadaşlar e-hurriyet'te ardı arkası kesilmez anketlerle, alttan altta ulusalcıların hareketini bölmeye çalışıyorlar. Ertuğrul amcanız, "aslında ben de AKP'ye (Adaletsiz ve Kaçamak Partisi) oy vermedim" diyor, ama yazısının altındaki yorum bölümü uzun süredir kayıp. Oysa orası bir çok ulusalcı kardeşlerin katı atık depolama yeri idi. Üzgünüz.

Belli başlı patronlar yönetim kurullarında yaptıkları hesaplarla AKP'nin oy oranını, "Anadolu'daki tepki"yi de hesaba katarak %45lere dayıyorlar. Aslında hükümet kim olurda olsun destekleyecekler de... sermaye statükoyu destekliyor elbet, laiklik kaygısı olan en zayıf topluluktur sermaye çevresi. Ekonomik göstergeler de "mükemmel" ya "ah canımlarım" benim. Vitrin olarak sundukları amorf laik adaylarıyla bence %27 oy alırlar. Vıcık vıcık bir şey işte.

Bunlara düşman bi de hücre ikizleri var. Uydu Başkan Hercai Gutan yönetimindeki SP (Sefalet Partisi). Gölge Başkanları şu an siyasi yasaklı olan sözde "PROF." Nedrettin Erdokan'dır. Milli bir görüş olduğunu iddaa edenlerin partisi. Kestirmeden şeriat ve rant paylaşımı peşindeki bu grup, Mahalle Kabadayısı Recep'in kazığını unutamamış, İstanbul'un ücra varoşlarında yeşil sermaye ile besledikleri damızlık mücahitlerini seçime bilemektedir. Barajı aşamayacağı kesin olduğundan %0-%9.99 aralığında ne kadar fazla oy çıkarırsa Adaletsiz ve Kaçamak'ın o kadar aleyhine olur diye düşünüyom. Meclise bağımsız mücahitler girebilir tihkat!

Bizim asosyo-demokratlar e- devletin verdiği özgüvenden yiyorlardı. Ama şimdi safları birleştirince olay değişti. Vatandaş pek öfkeli. CHP'nin(Cumhuriyet Hakkım Partisi) Baykıl'ına değil sol'a oy verecek. Hem modern, laik, demokratik Turkiyya için verecek oyunu. Alacakları oy biraz muallak, bazen güven vermiyorlar. Mecburiyet ve bağlılıklara inanıyorlar... Ancak DSP (Dogmatik Sol Parti) ile kaynaşmalarından sonra tabansal özgüven sorunlarını aşmış görünüyorlar. Liderimiz Intelligent the 2nd Sezer benim favori Cumhurbaşkanı adayım, sevimli uslu, akıllı bir çocuk. Cumhurbaşkanlığını isim benzerliğinden Türkiye Sezerler Cumhuriyetine çevirebilecek bir fantazi. (İkisi %21 oy alır)

SHP(Sağılmış Halk Partisi) Genel Başkanı Murad Kamayılgın'a atfen; Kürt sosyal demokratlara kapıyı açık tuttuğu için Batılı asosyolarca dışlandı. Bir fedakarlık yapıp seçime girmeyeceğini açıkladı. Daha ne yapsın. Helal olsun diyorum.

Bir Müzmin Harekat Partimiz var, (MHP), içine kapanık, beyaz çoraba tahammülü olmayan ırk partisi. Onların oyu da çıkışta. Tayyibi şiş kebap yapmak konusunda çok bilenmiş kurtçuklar. Ama oyları kimilerine göre %10-11 kimilerine göre %15-16. PKK'nın terör eylemleri onlara oy olarak dönecek.

Boylu boyunca Uzan'anların partisi Geç Parti(GP). İzmir'de umut versede, diğer partilerle anlaşamadı. Adam-et Partisi'ndeki (AP) çatırtılar ve YSK kararından sonra belki bir ihtimal baraja yaklaşabilir.

Adam-et Partisi(AP) desen, bir olağanüstü halci(Çok Ağar) ile bir fikri-firarın(Mumyacı) elinde. Hayırlı sabırlar diliyorum. YSK kararı onlara kapak oldu. Barajı taşırmak için su kapaklarını kapatın lütfen. %10 belki.

Ve işte geldik satılmışlarla satılmamışların bilemedikleri muammaya. Ne o bakiim? Bilebildiniz mi? Demografik Turkiyya Partisi(DTP). Bu arkadaşlar kimi destekleyecek? İşte bütün mesele bu. Bence 2007 genel seçimlerinde kilit parti DTP'dir. Şimdi bağımsız adaylarla gireceklerini söylüyorlar. 25-30 arası bağımsız milletvekili onları mecliste kilit konuma getirebilir. Yerleşime açık olmayan İmralı adası için çok yüksek bir temsil oranı bence.

Felsefe...

Dün Felsefe ile ilgili bir kitaba takıldım. Tercüme bir kitap. Anla anlayabilirsen, sanırım tercümeyi yapanda anlamamıştır. Yahu dedim kendi kendime, aslında bize ve topluma ne kadar uzak işler bunlar ama hakikaten böyle mi olmalı? Biz kendi düşünce biçimimizi, hatta Türk Felsefesini neden yaratamıyoruz? Yaratabilirsek bile bu felsefe kendini spekülatif tarzda yani hayattan ve kültürden kopuk bir biçimde fil dişi kulede sadece kavramsal ve çıkarsama düzleminde hapseden bir felsefe olmamalı. Bizde tefekkür edebiyat ile bütünleşmiştir, şiir ile bütünleşmiştir, sanatla bütünleşmiştir. Hatta pratik hikmet diyebileceğimiz irfan ile bütünleşmiştir. Tüm bunları gözden uzak tutarak Türkiye’de özgün bir felsefe oluşturmak mümkün mü? Elbette felsefe edebiyat değildir, sanat değildir, pratik bilgelikten fazla bir şeydir. Ama felsefe bunlardan istifade etmeli ve bunlarla birlikte bir tefekkür oluşturmalıdır. Türk edebiyatından kopuk, Türk şiirini hissetmeyen, Türk sanatlarından tamamen uzakta ve Türk pratik bilgeliğinin felsefece ne anlama geleceğini asla düşünmeyen bir felsefeyi hayatımıza ne oranda dahil edebiliriz ? Ancak bu noktada üzerinde önemle durulması gereken bir husus var. Bir felsefenin tutarlılığı iç hesaplaşmasının sağlamlılığından gelir. Bir takım heyecanları gerektirse de heyecanlara sürüklenmez. Doğası gereği sanatçının dünyasında her zaman duygu taşmaları ile karşılaşmak mümkündür. Filozoflar coşkuyu, coşkuyla gelen sereserpeliği sanatçılara bırakmışlardır. Felsefe duygu taşmalarından çok sabrı, dış dünyada dağılışlardan çok iç dünyada arayışları gerektirir. O yüzden filozoflar arasında arkadaşını kurşunlayan ya da kulağını kesen birine rastlamak pek mümkün değildir. Eğer felsefe bizimse kendi zenginliğini Türkçe’de bulan bir felsefe olmalı. Eğer bu topraklarda oluşturulmak istenen düşünce tarzı Türkçe’nin farkına varmadan, onun taşıdığı üslupları içine sindirmeden, onun miraslarına nüfus etmeden sadece tercüme ediyoruz diyerek kendi ürettiğimiz ve kerameti kendinden menkul bir dille yapılacaksa bunun hayata geçirilme zorluğunu hep beraber tartışmamız gerekir. Hayatımıza monte edebileceğimiz bir felsefeden bahsediyorsak bu bizim dilimizden çıkmalı. Ama hemen şu yanlış anlamayı da ortadan kaldırmak gerekir. Onu evrensel boyuttaki felsefe ile karşı karşıya getiren onlardan tercümeler yaparak ama onlara da tercümeler yaparak bu dilin sınanması, bu dilin zenginleştirilmesi gerekir. Bu felsefenin çıkış noktası yerel ama ufku evrensel olmalı yani kaynağında bizim, kavrayışında evrensel olmalı. Felsefe kültürün içinde yerini bulur. Yerel kültürün doğurgan bir düşünce kaynağı haline gelmesinde felsefenin yadsınamaz rolü vardır. Eğer bize özgü bir düşünce tarzı, bir felsefe geliştireceksek bu sahip olduğumuz kültürde kendimizi ifade ettiğimiz bir dil olmalı. Bizim dilimize baktığımızda tam bizim düşünce tarzımızı, tefekkürümüzü yansıtan aynı zamanda Batı dillerine tercüme etmekte zorlanacağımız belki de tercüme edemeyeceğimiz terimlerle, kavramlarla karşılaşırız. Örneğin karşılığında ne dersek diyelim, tercüme etmekte çok zorlanacağımız bir kelime. Gönül. İster kalp, ister yürek diyelim tam tercüme edemeyiz. Ama bu kültürde yetişmiş olanlar bunu çok iyi anlarlar. Çünkü bizim yaklaşımımız adeta bir gönül medeniyetidir. Gönülden konuşuruz, gönülden severiz, gönülsüz olabiliriz belki de, hakikati anladığımız yerdir gönül. Kısacası bana göre gönülsüz bir Türk düşüncesini ortaya koymakta epey zorlanırız. Batı dillerinde karşılığı tek kelime ile anlatılamayacak bir terim daha ; edep. Edep ölçüdür, kendini bilmektir, kendi sınırlarını bilmektir, kibar olmaktır, nerede ne yapacağını bilmektir. Hatta tasavvufta, Allah’ı her yerde görüyormuşçasına hareket etmektir. Kısacası zor tüketilecek bir kavramdır. Neden bu kavramlar üzerine felsefe yapmıyoruz. Bunlar bizim zenginliğimiz ama biz bu zenginliğin farkına varmıyoruz. Sadece montaj sistemlerle düşünce tarzımıza yön vermeye çalışıyoruz. Eğer bir gün bir Türk felsefesi olacaksa, bu felsefe kendi kültüründen aldığı ışıkla dünyayı bilen, onunla içli dışlı olan ve dünyayı en uzak köşelerine kadar kavrayan bir felsefe olmalıdır.
Sabah sabah buna neden taktıysam :-))

Perşembe, Haziran 07, 2007

Çarşamba, Haziran 06, 2007

Tayfun Kaya

Tayfun'la 1973'te tanıştık. Lisede üç sene dirsek arkadaşlığı yaptık.
Benden hayli kısa boylu ve daha tombik olmasına rağmen, O bana "Tonton" der, zaman zaman da kesme alırdı yanağımdan.. Öyle severdik birbirimizi..
1976 Milliyet Liselerarası Müzik Yarışmasında bas çalmıştı, bizim grupta.



İddialı bir tip olmadı hiç bir zaman ama çalışkan bir öğrenci sayılırdı.
Orta hâlli bir ailenin tek oğluydu. Birde ablası vardı, Nesrin sanırım.
Alaybey'de oturuyorlardı. Babası Astsubaydı. Lisedeyken arada evlerine giderdim çalışmaya..
Çok düzgün, çok efendi bir aile yapıları vardı. Annesi de, babası da mükemmel insanlardı..
Sâkin, sevecen, kibar, iddiasız. Baba, özellikle Tayfun'a büyük bir ümitle bakıyordu..
O'nun iyi bir adam olacağına inancı tamdı.. Doğrusu ben de öyle düşünüyordum.
Lise bittikten sonra babası, o kazancı ile Tayfun'u önce İngiltere'ye daha sonra da Amerika'ya gönderdi, okuması için..
Aile burada sürünüyordu. Ama Tayfun orada New Orleans'ta gerçekten okuyordu.

Müzik ve hayat zevkimiz uyuştuğu için gelip bana ballandırırdı oraları, Okulu, kızları, cazı, Mardi Gras'yı..
"Tonton.. Oralar acaip yerler.." derdi.
Bir seferinde, bana geldiğinde uzun uzun bir şeyler anlatmıştı.. Benim kafam çok basmamıştı ama yine de dikkatlice dinlemiştim söylediklerini..
Bana "Hardware" "Software" diye bişeylerden bahsediyordu.. Sene 1980'lerdi. Hiç anlamadığım kelimelerdi.
Burada daha kimsede bilgisayar yok..
Ama bu çocuk bana diyor ki;
"Tonton, dünya acaip bir yere gidiyor.. Ben software öğreniyorum. Bu yaz mezun oluyorum. Bu işlerde çok ciddi bir potansiyel var.. Daha kimse uyanmıyor Türkiye'de bu işleri ama ben dönünce seninle beraber öyle bir iş kurucaz ki burada, üç beş seneye bizi kimse tutamaz.."


Sonra Tayfun A.B.D.'ye döndü.
Sonra Tayfun mezun oldu ve o gün Türkiye'ye telefon ederek astsubay babasına mutlu haberi ulaştırdı.
Sonra..
bir gün sonra Tayfun okulun mezuniyet partisine Mississipi nehri kenarına gitti.
Sonra hep birlikte nehire yüzmeye girdiler ama..
ama..
sonra Tayfun canlı çıkamadı oradan.


Bir kaç gün sonra beyaz bir tabut geldi Amerika'dan.
Tayfun içinde beyaz bir smokinle uyuyordu.
Yanakları pembeydi.
Sanki yakasındaki karanfilin kırmızısı vurmuştu.
Eğildim, bir kesme aldım soğuk yanağından..
ve "Tonton" dedim kendi kendime..

Omuzları çökmüş bir astsubay ağlıyordu sessizce..

Pazartesi, Haziran 04, 2007

Türküz, Türkü çağırırız..

1992'de Aachen'daydım. Türkiye'de Özal dönemi sürüyordu..
Atılımlara rağmen bir çok konuda Avrupa'dan hayli geride olduğumuz bir gerçekti..
Chakotay'da kalıyorum. Elimde kamera ne bulursam çekiyorum..

Kaldığım odanın penceresinden sokağı çekerken tesadüfen bir olayı filme almışım.

8-10 yaşlarında bir çocuk bisikletten düşüyor..
Filmde sadece tarih var ama ben zaman sayacından bakabildiğim için size MİNİK bir detayı aktarayım.
Çocuğun düşmesinden yaklaşık üç dakika sonra polis ve polisin gelmesinden yaklaşık bir dakika sonrada ambulans geliyor olay yerine..


Eski bir filmden yakalanan kareler olduğu için kalite düşük.. Ama sizlere yine de bir fikir verecektir.



Çocukla ilgilenen doktorlar, bisikletin sağına soluna bakan, pencerelerinden ya da yoldan geçerken olayı gören tanıklarla konuşarak not tutan polisler..



Eni konu, bir çocuk bisikletten düşmüştür.. Üstelik, hani bir başka araçla filân temas bile yoktur. Kaldırımda olmuştur olay..

* * * *

İşyerim iki yıl öncesine kadar, Devlet Hastanesinin yanındaydı..
Size yemin ederim ki, hastane kapısının beş metre uzağındaki trafik lambalarında olan ve benim gördüğüm yüzlerce kazanın içinde, üç-dört tanesi yaralanmalı ve hâttâ ölümlü kazalardır ve de bunların hastaneye ulaştırılması..

(5 metre ileriye) yarım saatten fazla sürmüştür.


Camı Kırın..

Pazar, Haziran 03, 2007

Beklenmeyen Yanıtlar..

O'nu en son iki sene önce görmüştüm..
Karşıyaka'da, Yapı Kredi Bankası Aksoy şubesinin köşesinde kamyoneti ile duruyor, çoğunlukla karpuz nadiren de kiraz satıyordu.. Karpuzu O'ndan alıyordum.

2005 yazında, yine bir gün karpuz almak için durmuştum.
"Kesmece" diye yazmıştı, kocaman kocaman..
"Ver bakalım bi tane.." dedim..
Şöyle bir vurdu, okkaladı, sıvazladı iki üç karpuzu..
Sonunda bir tanesinde karar kılıp, "Bu tamamdır Abi.. " dedi.
"Kes bakalım.. " dedim bende..

Kesti..
Et gibi çıktı karpuz..
Tattım..
Ne tadı.. ne rengi.. ne kütürlüğü.. Hiç bir şey yok..
Anneme götürsem, mücver yapar yani.. O cins..
"Almam.." dedim.

Bir sinir.. Bir sinir..
Sssssinir Nurettin Selçuk yaa..
Aldı karpuzu, vurdu, patlattı yere.. Kafama atar gibi.. Darmadağın etti.
"Ben şimdi bunu n'apıcam?" diye de bağırıyordu bir yandan.
Çektim gittim.. O yazın sonuna kadar O'nu hep oralarda gördüysemde bir daha yanına uğramadım.
Geçerken zaman zaman gözgöze geliyorduk ama ikimizde birbirimize iyi bakmıyorduk..
Ya da ben öyle hissediyordum.

* * * *

Tekrar gördüğümde farkettim, aslında çok zamandır orada olmadığını...
"Uzun zamandır yoktu." diye düşündüm. "Hâttâ geçen yaz hiç görmedim." dedim kendi kendime..
Ama, her zamanki yerindeydi işte..
Yine aynı köşe..
Yine içi karpuz dolu bir kamyonet..
Aynı bakışlar..
Ama..
Sanki biraz daha zayıflamış gibiydi..
Yine de terbiyesizliğini hatırlamadan edememiştim..

* * * *

İki üç gün önce, bankadan çıktım. Arabama bindim. Hava çok sıcak.. Çalıştırmadan önce camları açıyorum ki, klimanın ilk sıcağı dışarı çıksın diye.. Farketmedim.. Yanımda bitivermiş.. "Abi nassın?" dedi..
Bir an, para isteyen ya da rahatsız eden tiplerden biri zannettim ama kemikli yüz hatlarını ve ince bıyıklarını görünce farkettim, bizim karpuzcu olduğunu..
"Sağol.." dedim.
"Abi, almıyosun hiç bişey.. Bi hatamız filân mı oldu.." diye sordu hiç beklemeden.
Ve hiç beklemeden aldı yanıtını;
"Hatırlamıyomusun? Kafama geçiriyodun karpuzu.. Yerlere attın.. Bağırdın..çağırdın.." dedim.

Bir duraladı..
Kısa bir an ama..

ve dedi ki;
"Abi beni affet.. Malatya'daydım. Kanser tedavisi gördüm. Zor günlerdi.. Kusuruma bakma.. Uğra arada..
Karpuz almasan da.. iki söyleşiriz.."
Gözlerindeki ifadeyi burada anlatamam.
Anlatamam işte..

Yutkundum..
"Tamam" dedim..


Bu kadar.

Cuma, Haziran 01, 2007

YERLİ YURTLU :)

Sorgusuz sualsiz, kim olduğun önemli olmadan ama ne olduğun önemsenerek, benimsenmek, dinlenmek ve üstüne de yaldızlı davetiye almak :)
Mutlu ve gururluyum. Teşekkürler Abi..

Zaman içinde aklımıza bir cümle düşer ve hemen ilk bulduğumuz yazılası yere aktarırız.

Dile kolay, yaşamımın ortalama ilk 10-15 yılını atsam, ciddi bir koleksiyon çıkıyor ortaya.
Peçeteler, gazetelerin boş kıyıları, küçük notluklar, düzgün mektupluklar, sigara paketleri, mertliği iyice bozan cep telefon hafızaları ve artık hızla daralan kendi hafızam :))

Duyduğumuz bir şarkı sözü, trafikte sakin giderken yakınında patlayan bir kaza, bir şoför küfürü, çocuğun, dostun, arkadaşın, bilge kişin, sen, annen, baban, blogger dostun, ruhuna değen güzel birşey, ya da bir yanlış yaptığında bilerek veya farkında olmadan bir öğüt verip sana birşeyler kattığında, bir gazete haberinden darbe aldığında, aşık olduğunda ya da sandığında, "teen"izmi özlediğinde...
Hep ama hep tetikler seni ve hislerini..
Duygular coşmalı,
Duygular akmalı,
Ve, duygular yeri geldiğinde paylaşılmalı.

Zaman içinde yaşama öyle bir dalarız ki;
Gerçekle-Hayal, Hayal-Yaşananlar,
Yaşananlar-Yaşatılanlar, Yaşatılanlar-Yaşadıkları...
Böyle bir içiçe geçmişlik işte.

Ispat yarışı yok, paylaşmak çook önemli..

Bugün, sevinçli bir gün..

Bugün yaz başlangıcı..
Karpuzla ilgili bir yazı yazacaktım ama vazgeçtim..

Çünkü güzel bir sürprizle karşınızdayız..
Çünkü artık "Beşibiryerde"yiz..

Fotoğraf...

Karşıyaka seferinde objektifime takıldı....