Perşembe, Mayıs 19, 2011

Karadeniz'de Tan Vakti

Karadeniz'in hırçın dalgaları
Islatmıştı sarı saçlarını
Hava pusluydu
ve tanyeri ağaracaktı

Samsun limanında bir kaç eski lamba olmasaydı
hissedemezdin o mavi gözlerde, dalgalarla yıkanmış hırçınlığı
ve farkedemezdi kimse, gemi henüz yanaşmamışken
pruvadan iskeleye atlayan çevik ama bir o kadar kararlı bacakları.

Salı, Mayıs 03, 2011

Various- Biz size satarus

Sıradan ve sıkıcı yaşamımıza mağaza vitrinlerinin renkleri ile renk, vitrin ışıklarından yayılan ısı ile sıcaklık katabildiğimiz o eşsiz hafta tatillerinden birini daha tüketmekteydik geçen pazar günü de, biricik karımla birlikte bir büyük A.V. M. daha gezerken. Daha daha neleri tüketmekte olduğumuz da tartışılır, ya da tartışılamayacak kadar açıktır hattâ.

Ama hiç değilse dişimle tırnağımla kazandığım aylığımdan arta kalan üç-beş kuruşu da tüketmeye, karım tarafından mağaza ışıkları altında görür görmez tutulunup, kasada ödeme yapılıp karton poşete girdikten ve hele de o poşet evimizin eşiğini aşar aşmaz sona eren, mangal yellenmesi ile havada uçuşan kıvılcımlar misali sönen yıldırım aşkı giysilere, biblolara, tuvalet fırçalarına,bardaklara, havlulara, yapma çiçeklere, oda kokularına, dudak boyalarına, adını hatırlamayı unuttuğum bir sürü ıvır zıvıra kaptırmaya hiç niyetim yok.

Bu yüzden bizim Hanımla evden çıkmadan önce sıkı bir pazarlık yapıyor, “Tamam, gidelim ama bir şartım var: Bak karıcığım evimizde her şeyimiz tamam, hiçbir şeye ihtiyacımız yok, görüyorsun. Söz ver: hiçbir şey almayacaksın tamam mı?” koşuluma “Tamam.” sözünü aldıktan sonra, içim rahat dolaşıyorum A.V.M. sokaklarında.

Sevgili karımın, çok sevdiğini, gezmezse hafta sonu keyfinin eksik kalacağını iddia ettiği Muzo mudur, Judo mudur nedir öyle bir mağazaya girerken de bu yüzden öyle huzurluyum... Mujoda, karımın evde verdiği söze duyduğum güven ve iç huzuru içerisinde keyifli keyifli dolaşırken, “Aaa ne güzel paspas! Aaa ne güzel abajur! Aaa ne güzel kokulu mum! Alsak mı ki?” gibi ataklarını, evdeki pazarlığımıza atıfta bulunan kaş ve göz hareketlerinden oluşan salvolarla savmışken ve mağazadan çıkmamıza çok az sayıda raf kalmışken, canım Karımın “Şu çalan parçalar ne kadar da güzel, kimmiş bu, soralım da sen internetten indirirsin, evde de dinleriz” talebine, bu iç huzuru içerisinde ve müziğe olan zaafımın da etkisi ile, - zararsız bulup- teslim oluveriyorum.

Hayatının baharında kayıtsız şartsız, paranın ve patronun emirlerinin egemenliğine esir olmuş (eskiden tezgahtar derdik ya tezgah o kadar büyüdü ki artık gerçek tezgâhtar kim bilemiyoruz ) genç görevlilerden biri; elindeki işi bırakıp, bizim hanımın “bu çalan şarkı ne kadar da güzel, kimin acıba?” şeklindeki sorusuna karşılık, “Hemen soralım efendim!” diyerek büyük bir ciddiyet içersinde kasaya doğru seyirtiyor. Bizim genç görevli, bizim olmayan genç kasiyere mırıl mırıl birşeyler mırıldanıyor, bizim olmayan genç kasiyer de yine en önemli işlerini bizim artık pek de genç sayılamayacak yaştaki hanımın merakını giderme aşkıyla bir kenara bırakıp bir yerlere telefon açıyor ve bizim aracı genci bilgilendiriyor.

Hay ben benim zaaflarımın da, karımın zaaflarının da, benim ve karımın ortak zafiyetlerimizin de, bütün zaaflarımızı bizden önce keşfedenlerin de....

Genç görevli kasadan beriye doğru birkaç adım atıyor, kasanın hemen yanında kurulu tel raftan bir cd alıp bizim hanıma uzatıveriyor, “Şu an mağazamızda çalan parçaların hepsi bu cd' de; almak ister misiniz, sadece 8,50 TL efendim.” diyor. Yüzyıllardır tanıdığım genç karımın gözünün içine bakacak cesareti çoktan kaybetmiş, kasaya doğru ilerliyor, asla bizim olamayan kâğıt parayı ve ruhumu genç kasiyerin kişliğinde bize satacağı bir şeyleri illâki bulunan bu mükemmel sisteme teslim ediyorum. Kulaklarımdaki “genç”liğimden kalma klişe “biz sizi ararız” nidası yerini “biz size satarız” a bırakıveriyor ve müzikli haliyle yinelenip duruyor. İştah içerisinde cd kapağında “kim söylüyor” sorumun yanıtını arıyor ve buluyorum...

Şarkıyı kim mi söylüyor, tabii ki Various!