Perşembe, Mayıs 31, 2007

Ben Militaristim..

Beni zorla militarist yaptılar..
Ben orduyu istiyorum..
Ben darbe istiyorum..
Ben askeri hep sevdim..
Bana işkence yapmalarını istiyorum..
Kahrolsun demokrasi..
Yaşasın asker..
Yürüyün beee..


yaşananlar..

öyle zamanlardı..
öyle işte..

unutmak istediğim..
ama..
bir yandan sevdiğim adam, ölesiye ..

birlikte yaşlanmak istediğim, ama..
ama..
bir türlü olamadığım kadın..
kollarında ölmeyi düşlediğim, bakarken yüzüne..

silmek istediğim ama..
ama bir türlü kovamadığım anılarım..
mavi etiketli şişe diplerinde..
gri denizli balıkçı köylerinde..

öyle zamanlardı..

sev gitsin..
kır gitsin..
kov gitsin..
boşver gitsin..

benim aşktan anladığım yaşananlar.. kâr saydığım..
sende kaldı..
unut gitsin..

öyle zamanlardı.



Hediye..



Ampull'e oy verene öpücük var..

Çarşamba, Mayıs 30, 2007

Kaçan fırsat...

III. Murad zamanında Arap astronomi bilginlerinden Takiyeddin İstanbul’a geldi. Onun tophane sırtlarında kurduğu gözlemevi, dönemin en gelişmiş gözlem araçlarıyla donatılmıştı. Söylendiğine göre batıda bu ayarda rasathane ancak 18.yy. da kurulabildi. En azından şunu kesinlikle biliyoruz ki Kopernik böyle bir araçla evreni inceleyememişti. Ama olmadı. 1577 yılında İstanbul semalarında bir kuyrukluyıldız göründü. Bir yıl sonra da veba salgını ortaya çıktı. Şeyhülislâm Şemseddin Efendi, bu uğursuzlukların gözlemevinden kaynaklandığını söyledi.
Ve 1580 yılının o yumuşacık bahar sabahında,
Ellerinde balta-nacak, kazma-kürek, zincirlere bağlı kara kafalar gibi kara topuzlarla;
Solak-bostancı, lâğımcı-baltacı ve dahi amele cinsinden bir nice âdem,
Kapkara taşlar gibi gözlemevine yağdılar…
Akşam, ne gözlemevi kalmıştı ortada ne de o eşsiz aletlerden bir iz!

Pazar, Mayıs 27, 2007

Büyük Hizmet IV

oddha,buddha,shuddha bar 8'i olmayan.. ahanda buradan tıhlayın.. indirin..
bide içki yapın kendinize..
kapatın ışıkları..
uzatın ayakları..
dinleyin..
güzel..

Cumartesi, Mayıs 26, 2007

Necip Fazıl..

Bugün Necip Fazıl Kısakürek'in doğumgünü..

Dün ise; Ölüm tarihiydi.. (25 Mayıs 1983)

Doğumgününü kutlamaya bir gün kala giden Üstad demiş ki;

*Tereddüt edersen bacakların seni taşımaz. Yürüyeceğim de, bas ve yürü!

*Salaklık bulaşıcıdır. :)))

*Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.

*Zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.


Kalın salıncakta..
Ben bi kaç gün dinlenicem..

100..

Cuma, Mayıs 25, 2007

Kedi Kadınlar..

1970'li yıllara yeni girilmişken O, otuzlu yaşlarının başındaydı sanırım. Hiç evlenmediği kulaktan kulağa fısıldanırdı. O yıllarda, otuzunu geçen bir kızın evlenmemiş olması, evde kalmışlıkla eşdeğerdi, çünkü..

Kıvır kıvır kumral gür saçları, ağız ve burun hatları ile çok düzgün bir yüz yapısı vardı. O'nu, Pembe veya çok açık renkli bol gömleklerle hatırlıyorum.. Üstten bir kaç düğmesi açık olurdu hep.. Vücut yapısı çok güzeldi. Küçük kalçalarını meydana çıkartan dar, dizüstü etekler giyerdi. Sınıftaki erkekler, bacaklarının güzelliğini konuşurduk aramızda..

Pıtı pıtı derler ya, işte öyle, hızlı hızlı yürürdü. Ama bu adımlarda bir güven vardı. Tam da anlamlandıramıyordum. Yaşım çok ufaktı. Ama ben, İngilizce öğretmenimiz Sezer Hanım'a aşıktım.

* * * *

Sonra bir mucize oldu. Ben o yaşta, Sezer Hanım'ın özel yaşamı ile ilgili bir şeyler öğrenmeye başladım.

Tesadüf işte, bizim oturduğumuz apartmanın, giriş katına taşınmıştı.

Evimiz, Yeşilköy'le Yeşilyurt'un hemen hemen ortasına denk gelen Baharistan sokaktaydı. Sakindi. Çok sakin ve güzeldi herşey, o zamanlar.

Akşam üstleri sokaktan eve dönerken Sezer Hanım'ın açık olan penceresinden, evinin içerisini, yaşamını görebilmeye başladım.

Ya okuyordu, ya Piyano çalıyordu. Ve ertesi gün bizlere İngilizce öğretiyordu. Yalnızdı..

Sezer Hanım, beyaz duvar piyanosunu çalarken konumu itibarı ile pencereye sırtı dönük oturuyordu. Her geçişimde kumral kıvırcık saçlarına bakıyordum, tuş sesleri eşliğinde..

Sonra, aslında çokta yalnız olmadığını farkettim. Kedileri vardı. Balkonda yatan, gerinen, yemeklerini yiyen, hâttâ zaman zaman piyanonun üzerinde, köşesinde kıvrılmış, çocukluğumun sakinliğine karışan piyano sesini dinleyen kediler vardı.

Ve benim henüz, hayatta "Kedi Kadın'lar" olduğundan haberim yoktu.





1973 Şubat'ında İzmir'e döndük.
Uzun seneler geçti aradan.. 2000'lere çok az kalmıştı.. İstanbul'a, gezmeye gelmiştim. Bir sonbahardı. Ve akşam üzeriydi.

Arabamı Çınar Otel'e yakın bir yere parkettim. Çocukluğumda misket/meşe oynadığım sokakları arşınlayarak, yürümeye başladım. On tane, yüz tane, bin tane hatıra vardı içimde.

Yapraklar dökülmüştü, yerler turuncu ve sarıydı.. Fahri'lerin evinin yanından geçip bizim evin yan sokağına girdiğimde hafif bir yağmur başlamıştı..

Sonra, başka bir mucize daha oldu. O anda, yağmurun başladığı anda, ben yürüdükçe artan başka bir şey duydum..

Bir piyano sesi geliyordu..

Uğur apartmanının önüne geldiğimde, sadece piyanonun sesi vardı.

Giriş katının balkon kapısı açıktı.

Beyaz piyanoyu ve kedileri gördüm önce..

Sonra kıvırcık saçları.. Kıvırcık ama bembeyaz saçları..

Beni farketmemişti..

Çalıyordu..Çalıyordu....Çalıyordu.......

Bitirdi..

"Hocam." dedim.

Döndü, bana baktı, kalktı ve kendine has adımları ile balkon demirlerinin yanına geldi..

Elini tuttum. "Beni hatırladınız mı?" diye sordum.

"H." dedi.. Tek kelime..

ve devam etti; "Gözler.. Gözler hiç değişmiyor."

Bu yalnız kadına, hâlâ aşık olduğumu hissettim..


Perşembe, Mayıs 24, 2007

Özür II

Sevgili Okurlar..
Aşağıya geçenlerde yazdığım bir yazıyı ve 3 adet yorumu (birisi benim) yapıştırıyorum.


Cuma, Mayıs 11, 2007

Özür..

Buraya zaman zaman, belki bir defalığına uğrayan, ya da yapmış olduğu yorumlara karşı yorum bekleyen misafirleredir, özürümüz.
Eğer özel bir soru (derken bizden yanıt beklenen bir soru) sorulmamış ise, yorumlara yanıt vermeyebiliyoruz.
Zaten, yanıt da istenmiyor, anladığım kadarı ile.

Ama yinede, bize sorduğunuz bir şey var ve cevapsız kalmışsa, atlanmışsa yani..
lütfen "şşş.. hooapp.." diye bir ikinci uyarıda bulunun ki, biz de kendimize gelelim.

Saygılar..

sofrayı kuran: Abi saat 23:08 3 duble içilmiş..:


neden soğuksun? dedi ki...


ŞŞŞ..

16 Mayıs 2007 Çarşamba 19:10



Abi dedi ki...

neden soğukuz ki?
naaptıkki? ne dedik ki?
lutfeeyyn açıklayınız ki..
cevap vereyim ki..

23 Mayıs 2007 Çarşamba 16:52

Anonim dedi ki...

Birsey yapmaniz gerekmiyor artik biliyormusun?
Ben bitmiyorum sen bitmiyorsun yada ben bitiyorum, sen bitiyormusun?
Cevap vermek zorunda oldugunuz birsey yok.
Duyduklarinizla ne ben ne siz baglisiniz.Kulaginizda tinitus vardi,kulaginiz halüsulasyon duydu,kimse kimsenin gizli köselerini, odalarini bilmiyor rahat olun.söylenilen iki kiside toprakta,geride bir söyleyende kalmadi.
Ben tanimadim o sesi,öyle zannettim.Telefonda söylenilen gibi tehlikeli oyunlar bitti,malina'nin sonunuda biliyoruz.The game is over............

24 Mayıs 2007 Perşembe 15:45



Arkadaşlar..
Bir yorum gönderirken daha anlaşılır şeyler yazmanızı öneriyorum. Kabul edelim ki, herkes zeki olamaz.. Mesela ben, düşündüğünüz kadar anlam çıkaramayabilirim yazdıklarınızdan..

Kulak çınlaması.. Toprakta olan iki kişi.. Telefondaki tehlikeli oyunlar ve Bachmann'ın "İnsanın gerçek ölümünün birbirlerine yaptıklarından dolayı" olduğunu anlattığı romanla.. (eğer Malina'dan kastedilen bu ise..)
ne alâkamız olduğunu ben vallahi anlamadım..

Ama bir şeye net olarak hiç katılmıyorum. Oyun bitmez!

Saygılar..


Çarşamba, Mayıs 23, 2007

PERFECT STRANGERS

And if you hear me talking on the wind
You've got to understand
We must remain
Perfect strangers


BİRAZ YÜXEXESLE DİNLEYİN LÜTFEN..

Soru mu.. Boru mu?

Karga Tulumba deyimi dilimize nereden gelmektedir?

a-Eski zamanlarda Türk'ün biri taşınırken, bahçesinden tulumbayı sökmeye çalışan oğluna doğru saldıran kargayı görünce, "Alii.. Kargaaa.." diyeceğine yanlışlıkla "Kargaa.. Tulumbaa.." diye bağırmış.. Heyecandan..

b-Fransızca "Trombo" (boru) demekmiş ve "Cargo Trombo" boruları taşımak anlamında kullanılırmış..

c-Bir gün, bir Karganın bir evin bahçesinden Tulumbayı sökerek, apar topar uçtuğunu, kaçtığını görmüşler..

d-Venedik İtalyancasında "Cargo Le Tromba" (Yelkenleri toplayın.) anlamına geliyormuş. Bizimkiler limanda pineklerken, İtalyan Tayfaların böyle bağırmalarından esinlenmişler.

e-Bir gün bir Fransız limanında, Anası Türk asıllı olan Ali isimli İtalyan tayfanın başına, tam da yelkenleri toplamış boruları taşımaya hazırlanırken, yukarıdan geçen bir karganın bıraktığı Türk yapımı bir tulumba düşmüş..

f-Banane..

Salı, Mayıs 22, 2007

Bir Abuk Reklâm..

Biraz önce, İzmir'de işlerim için dolaşırken, şehrin göbeğinde kocaman bir tabelâ gördüm.
İnşaat, proje ve taahhüt firmasının reklâm tabelâsıydı sanıyorum.



Fotoğrafı, eğer reklâmın tam yanından geçerken çekebilseydim, sizlerde daha rahat görebilirdiniz. Ancak bir an için şoka girdiğimden, fotoğraflayamadım. Sadece dönüş yolunda, karşı şeritte, iyice sağa yanaşarak, uzaktan, telefonla çekebildim fotoğrafı..

Şimdi diyeceksiniz ki; "Ne var bunda.. Neye şaşırdın?"

Levhanın en altında firmanın web sitesinin adresi yazıyor, Kocaman harflerle; http://www.hasanasik.com/

Be güzel abicim. Siteye baktığım kadarı ile son derece ciddi bir firmasınız.. Sitenizi kuran, ismini alan her kimse, size bu isimde bir abukluk olabileceği konusunda hiç bir uyarı yapmadı mı yahu?

Mazallah, isim "Hasan Aşıktır" olsaydı.. Ne yapacaktınız web sitenizin adını?

Allah Allaaaahh.. Allah Allaaaahh..



ilâve: heheheeee.. çektim geçen gün yakından..

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

Nafiledir BUNLAR..

Demir bence iyi bir albüm yaptı..
Özellikle şu anda yandan yandan çalıyor olması gereken Nafile'nin uzun yorumunun son bölümünde kapışan saksafon ve gitar.. ve hâttâ onlara ilave olmuş geriden ince ince duyulan kadın vokalleri müthiş..
Ben her daim rock müzik tutkunu oldum..
Onun için belki..
dinlerken..
her bi haltı yiyesim geliyor..


.. sol gözüm seyiriyor..
.. çok fena hem de..

Pazar, Mayıs 20, 2007

Esrikler İçin Eserek Yaz Rehberi

Zaten; önce esrikten başlamak lazım lafa: Bütün bir yazı hiç ayrılmaksızın İstanbul’da geçirmek, hakikaten esriklere özgü bir teşebbüs; başlı başına. Peki, ilinde gez esrik; Ecevit’in hayalinin en somut kanıtı şu “köy – kent”in en içre yerlerinde…

Kızmayın; sizi şu mega köy – kentin yaz mevsiminde bayatlamaya davet eden eden, işbu derginin editörü. Üzmeyin beni; ben de oniki koca yılın oniki sakar yazını oralarda harcamayı denedim. Kimi oldu, kimi sündü. Şimdi, balkonlarda sabah saat ikiye kadar hıyar tuzlayıp atıştıran ve son günlerde yakası açılmadık sloganları ile Sayın Erdoğan’ın yüzüne yeni kırışlar ekleyen epey rahat bir Ege kentinin evladıyım. Üstelik buraya pek fena aşığım…

Oraları mesken edindiğim zamanlar, her yazı tüketecek nice oyalanmaca vardı. Kimi Büyükparmakkapı Sokağı’nda dizili barlarda gitarın tellerini çekiştirdim; kimi de Tophane’de henüz on yüz bin nargileci yok iken duayenlerin nargilesinden üflediği dumanı kahvaltı niyetine ciğerlerime çektim (Erzurumlular Kıraathanesi’nin ateşçi “Sabri Dayı”sı hâlâ hayatta mı acaba?). Kimi Pangaltı’daki travestilerle gülüştüm; kimi dünyanın en dandik kelle paça çorbasını pişirmeyi umarsızca marifet sayan bıkık mekanlarda üstelik bayat pideyi o bulaşık suyuna eşlikçi kabul edip sabahı buldum.

Hülasa, şu İstanbul zehri enfestir; ben hâlâ tutkunuyum eskinin kurusu, o adrenalin yaratan gece yürüyüşlerinin ayrıca.

Açık Radyo’nun ilk dönemlerinde, bir gece gezgini neo Müslüman var idi… O kişi, Fatih senin Beykoz bizim gezer de gezinirdi şehrin sokaklarında tan ağarana dek. Ertesi gün de gelip radyodan o gezintileri irdeler idi. Çok güzel bir programdı, kişi uzunca saçlı ve dindar idi. Şimdilerde ne cesaret! Hangi maçası mühürlü yek başına yürür İslâmbol’un sokaklarında öyle keyfe keder tan zamanına doğru? Vallahi, “helâl” dediklerinin daniskasına bir örnek de bu zatın cesareti olsa gerek!

Şehirde kalanlara bir rehber tasarlasak, zaman geçirmeye seçenek çok aslında: Ben üç yıldan bu yana megapolünüzde artık turist olduğum için, teslim edin ki pek de güvenilir bir tavsiyeci sayılmam. Yine de “eski günlere istinaden” diyerek, şoför Nebahat Abla tadında kalenderce süreyim kendimi konuya… Yalnız şu eski günlerin içinden çekip çıkardığım önerilerim, biraz “lo-fi” tınlayabilir. Özür dileyerek…

Büyükada: Olabilir; hâtta olanaklı ise her haftasonu gidilebilir. Ada’nın ön cehanındaki sokaklarda gezilip mimariye dair izlenimlerle nice gün tüketilebilir. Ben bisikletle arka kısma bir göz gezdirin derim: “Büyük Tur”. Bizim Sardinia’mızı bisiklet kiralayanlar size niteleyecektir. Martılara da biralı ekmek atmayın lütfen!

Az ileride, körfezin tahmini imkânsız bir yerinden vadi aşağı bir gümüş patlaması olmuş. Sanırım kimse henüz olayın farkında değil...

Oldu bittiye gelen bir felaketin iki dakika sonrası misâli,
Herkes diğerini ürkütmekten korkarak göz ucu ile gümüşe bulanmış denizi gözlüyor.

Uzakta iki gemi, gümüş denizinin orta göbeğinde bizden bihaber;
Dikkat çekmemeye çalışarak bekleşiyor.

Tuzla sahiline uzanıyor gümüş bulamacı; dalga dalga...
Biz ise Tuzla’ya değil, Büyükada’ya gidiyoruz vapurca.
(26 Eylül 1997, Bostancı, İstanbul)


Dolapdere: Kağıthane Belediyesi’nin on bilmem kaç yıldır bir türlü şekle sokamadığı Haliç sonunu gezmektense, akşamüzeri gezintileri için yeğdir. Bilgi Üniversitesi’nin kampüsünün karşısına düşen sokaktaki “müzisyenler kahvesi”ni sorun; bir sandalyeye çöküp çayı söyleyin. Sohbet edin, o güzel adamlar o gece nerede çalacak öğrenin ve uyarsa onlarla beraber mekanın yolunu tutun. Pazar günü Apik İşkembecisi’nin arka sokağında bit pazarı var; ıskalarsanız üzgün olun.

Badehane: Odun sobası ile ünlenmiş, sonra Asmalımescit’in genel dekoruna tadını kaçırmadan uyum sağlamış güzel durak. Sokakta dizili masalardan birine kurulun ve içeceği söyleyin. Çay falan da içmeyin; illâ onu içecekseniz karşıdaki bodur taburelere alalım sizi. İki saati aşarsanız, nicedir görmediğiniz ve hayatınıza bir şekilde iz çiziktirmiş bulunan insanları göreceksiniz. Acele acele yürüyor olacaklar bir yere. Onları durdurun ve değişmiş gsm numaralarını kaydedin.

Sarıyer: Rize’ye falan gitmeye gerek yok; meydanına varın ve bir günlüğüne Karadenizli olmanın tadını çıkarın. Sahilden gerisin geriye yürün ve eski Rum mahallelerini gezin. Mimariye ve eski esnaf dükkânlarına bakın. İpod’dan Vamvakaris eşliğinde..

Kurtuluş: Akşam sekizden sonra Eşref Efendi Sokağı’nı boylu boyunca yürüyün, kafanıza plastik top nişanlasınlar; canınızı sıkmayın. Zaven Amca’nın bakkalını sorun, ondan bir çokoprens alıp yukarı, “cadde”ye tırmanın. Aç iseniz, Göreme Muhallebicisi’nde tavuk suyuna çorba için. “Yağsız olsun ama” diye not düşün garsona. Televizyonda maç olabilir, izleyin.

Kuruçeşme: Karaköy’den yürüyerek gidin, canınız çıksın. Ortaköy’den, plastik şişeye hapis ve sıcak birkaç şişe bira ve ekmek alın. Köprünün ayaklarını geçer geçmez, parkın içinden kıyıya yürüyün. Ailecek balık tutan ve bunu bir rutin ritüel olarak kabul eden bazı insan grupları teşhis edeceksiniz. Gözünüze tütmekte olan bir mangal kestirip yanına ilişin. Balık bol; herkes ne tuttu ise birbiri ile paylaşıyor. Mahallin demirbaşlarının tadına doyulmaz sohbetlerine kulak verin. Bira biterse, millet arasında para toplayıp nöbetleşe yolun karşısındaki benzin istasyonuna elçi gönderiyor.

Kabataş Parkı: Şöyle bir olay vuku bulmuştu 1993 yazında… Hiç konuşmayan bir arkadaşımla parkta banka oturmuş; zaman öldürürüyoruz. Aslında zamanın geçip gitmesini izliyoruz, her anına pür dikkat kesilerek. Yanımızda bir seyyar köfteci dikiliyor ve adam gözlerini bizden hiç almadan bıçağını biliyor sürekli… O sırada, kayıkların yanından ikisi kız, biri oğlan üç uzun boylu Çinli çıkageliyor. Oğlan, sol elinde ve açıkta bir akustik gitar tutuyor. Üzerinde “Jesus” çıkartması var. Korelilermiş. İki gospel çalıyor ve hep bir ağızdan söylüyoruz. Köftecinin gözleri büyüyor ve elinde bıçağı ile gelip yanımızda duruyor. “Merhaba” diyor Koreli oğlan köfteciye. O sırada arkamızdaki ağaçtan İngilizce mırıltılar eşliğinde bir adam düşer gibi yanımıza iniyor ve Korelilerle konuşmaya başlıyor. Üstü başı çaput ama aksanı NYC. Konuşmayan arkadaşım köfteciye gülüyor; o da “değdirilmiş dede” diyor. Soruyorum; “kim?”. “Dede. Nevyork’ta kalmış bu uzun süre. Birgün parkta otururken bir adam gelmiş karısı ile ve beraber bir yere gitmişler. Adam buna zorla tecavüz etmiş… İyidir, çok bilir ama işte…..”. Konuşmayan arkadaşım bana dönüp soruyor: “İkon Mehmet nerede acaba şimdi?”. Onun İkon Mehmet dediği, şimdi ismini anımsayamadığım ama Bostancı ve Adalar ahalisinin çok yakından tanıdığı jet ski virtüözü yaşlı adam.

Darıca: Arabalı vapurdan her baktığımda, bu şirin ilçemizin sahili beni cezbediyor. Orada, kırk sene öncesinin sayfiyeliğinden kalma bir elektrik var sanki… Trenle İzmit yapmayı unutmayın bir kez bile olsa bu yaz; özellikle Tuzla – Hereke hattında hiç görülmeyen bir İstanbul saklı. Kendi köşesinde yaşayıp giden bir ağaç gibi orada İstanbul. Haydarpaşa’da başlayın: Mehmet Arif Derbend, “Yalnız Balayı”. Pendik istasyonunda inin ve ara sokaklarda bir bank, köşe ve saire bulup kitaba devam edin. Tekrar trene ve Darıca’da inin. Oraları güzel mi, değil mi; Darıca Gençlerbirliği idmanda mı, benim için bir bakının.

Sultançiftliği: Geri dönün… Yoğurt aldıysanız, naylon torbada dik dursun.

Bu rehber sizi kesmedi ise üstadım Tarık Sipahi’nin peşine düşün; adını kollayın. Esas doneler hep ondadır, ben ise bir çırağım sadece…

www.myspace.com/leomalandro

bir Leo Malandro yazısı.. Teşekkürler Leo..

UZUN İNCE BİR YOLDAYIZ..

Sağol Chakotay AC..

Büyük Hizmet III

CD 3..
Sürprizlerimiz devam edecek..

Cumartesi, Mayıs 19, 2007

Büyük Hizmet II

2.CD..
Saygılar..Sevgiler..

Ayten Alpman-Sadun Ersönmez

Bu albümdeki şarkıların bir tanesinin edit ve mix işlerinde Sadun'un yanında olmam, benim için bir zevk ve onurdu..
Albüm bir kaç gün içinde piyasada..

"BİR BAŞKADIR AYTEN ALPMAN"

Son plak kaydı için 1979 yılında stüdyoya girmiş olan Ayten Alpman, 2007 tarihli yeni albümünde Türk popunun dünü ve bugününden seçilmiş 10 şarkıyı Ayten Alpmanca yorumluyor.
Ajda Pekkan'dan Nilüfer'e, Nükhet Duru'dan Grup Gündoğarken'e, farklı seslerden kulaklarımıza yer etmiş şarkılar bu kez Ayten Alpman'ın eşsiz yorumuyla hayat buluyor.
Şanar Yurdatapan'ın bir dönem dillere marş olmuş şarkısı "Arkadaş"ta sanatçıya "Aliye" ve "Binbir Gece" dizilerinden tanıdığımız oyuncu Halit Ergenç eşlik ediyor. Alpman - Ergenç düeti albümün sürprizlerinden biri.
Albümde herkesi çok şaşırtacak bir başka sürpriz de Ayten Alpman'ın bir Serdar Ortaç şarkısı seslendirmiş olması. Serdar Ortaç'ın duygusal bestesi "Yaz Yağmuru", bambaşka bir yorum ve düzenlemeyle dinleyenleri mest edecek.
Nilüfer'in ilk bestesi olan "Erkekler Ağlamaz" ve yine onun ve Ferdi Özbeğen'in sesinden hatırladığımız "Söyleyemedim", Ajda Pekkan diskografisinin yetmişli yıllarından "Seninleyim" ve yine Fikret Şeneş'in muhteşem sözleriyle "Her Yaşın Ayrı Bir Güzelliği Var",
Grup Gündoğarken'den dinleyip sevdiğimiz, müzik dünyasının "Amca"sı İlhan Şeşen'in bestesi "Sen Benim Şarkılarımsın",
İkibinlerin ilk yarısından Tual grubuna ait bir şarkı "Pencere",
Ülkü Aker'in sözleriyle daha önce Ferdi Özbeğen tarafından seslendirilmiş olan "Herkes Kendi Yolunda"…
Ve doksanlı yıllardan bir Nükhet Duru klasiği.Türk popunun en önemli bestecilerinden Cenk Taşkan ve Seda Akay imzasını taşıyan "Sesini Duyur" albümde yer alan diğer şarkılar.
Ossi Müzik tarafından yayınlanan albümün prodüktörlüğünü, Radyo D'de yıllardır sürdürdüğü programlarıyla Türk müziğinin kayıp tarihini gün ışığına çıkaran Hakan Eren yapıyor. Mix ve mastering Türkiyenin en başarılı aranjörlerinden Sadun Ersönmez tarafından yapılan albümün kapak tasarımı ise Ömer Ozan Erdoğan'a ve fotoğraflar genç yetenek Cengiz Dikbaş'a ait.
Genel sanat yönetmenliğini Müfit Bayraşa'nın yaptığı albümde Sadun Ersönmez ve Kamil Özler'in muhteşem düzenlemelerine yine Türkiye'nin en ünlü müzisyenleri eşlik etti.
Yaklaşık otuz yıl sonra ilk kez yeniden stüdyoya giren ve daha önce hiç seslendirmediği türde şarkılar söyleyen Ayten Alpman, ikibinli yıllara da damgasını vurmaya hazırlanıyor. "Memleketim", "Tek Başına",''Ben Böyleyim'' ve "Ben Varım" gibi unutulmaz şarkılarla dolu Ayten Alpman kariyerine yepyeni şarkılar ekleniyor. Bu albüm hem dün, hem bugün, hem de yarına ait.
Tıpkı Ayten Alpman gibi.

Borazan..

Yeğen Ozy, evveli gün askerlik görevini bitirdi, geldi.
Hâliyle, dün akşam da rakı içildi.
Hâliyle kafalar da bulundu.
Hâliyle, seçimler, asker, devrimler, partiler, adaylar da konuşuldu.
Hâttâ adaylarla konuşuldu desem abartı olmaz..:)
Ama, gecenin sonuna doğru borazanlarımız eşliğinde 19 Mayıs'ın gelişini öyle bir kutladık ki..
Siz, şu anda gülmeyebilirsiniz fakat vallahi biz çok eğlendik..
Yandan bi borazanı dinleyin bak..
Umarım akşamki neşeyi anlayacaksınız..

Espresso'nun dediği gibi;
19 Mayıs Kutlu olsun..

Cuma, Mayıs 18, 2007

Büyük Hizmet..

Sevgili müzik sever okuyucular..
Bir kaç gün öncesine kadar, bu hizmeti zaten size vermeyi düşünürken, Suyun Ötesi'nden gelen bir yazı, olayı daha da hızlandırmamı sağladı.
Buradaki linkte, benim Real Oldies adını vererek yaptığım üç cd'lik bir serinin ilki var. Daha önce indirmiş olan arkadaşlarım olabilir.
Özellikle eski şarkıları sevenlerin çok bayılacağını düşündüğüm otuz şarkı var burada..
Bir kaç gün içinde yavaş yavaş ikinci ve üçüncüyüde buraya koyacağım. Ancak işlem biraz uzun olduğu için hepsini bir anda yapamıyorum.

Şimdi.. Bu cd'ler bende normal audio cd olarak duruyorlar. Yani otuz şarkı mix olmasına rağmen tracklere bölünmüş ve siz isterseniz üçüncü, onuncu, yirmiikinciyi dinleyebiliyorsunuz.

Ancak, bunu rapidshare'e yükleyip sizinle paylaşabilmem, sizlere ulaştırabilmem için, yüz MB'ın altına düşürmem gerekiyor. Dolayısıyla mp3 formatına döndürüyorum. Kalitede hiç bir kayıp olmamasına karşın, dezavantaj; seksen dakikalık tek şarkı halinde görüyorsunuz. Yani, sizin bu formatta dinlediğinizde, "ben gideyim de şimdi beşinci parçayı dinleyeyim." deme şansınız olmuyor..
Ancaaakk..
Tabî ki bununda bir çözümü var..
Eğer Nero kullanıyorsanız, Audio cd yap bölümüne girer, bu mp3'ü oraya alır ve özelliklere girerek, indexes/limits/split bölümüne tıhtıh yoluyla tam tarama yaptıktan sonra istediğiniz yerlerde splite basarsanız, oralara bir track atmış olursunuz ki, bunu normal bir ses cd'si olarak bastığınızda, parça ayrımlı olarak dinleyebilirsiniz.
Haa.. derseniz ki.. "Abi be.. Bana bu hali bile ok.. Hiç uğraşamaacem.." sizin bileceğiniz iştir. Karışmam.
Bizden hizmet bu kadar.
Yine de sorusu olan var ise, ya şimdi sorsun.. Ya da sonsuza kadar sussun..
Anadın mı..

Perşembe, Mayıs 17, 2007

Limon Cafe - Popo

Atatürk hava limanında, iç hatlarda Limon Cafe diye bir yer var.
Bu mekânın, hem içeride sandwich yapan ve aynı zamanda dışarıya servis yapan elemanları var.
Bu elemanların, çoğu yerlerde moda olduğu üzere, ayaklarına giydikleri beyaz saboları ve minik kareli (siyah beyaz) pantolonları var.
Ama dışarıya servise çıktıklarında, o pantolonların tam da kabalarına gelen kısmında,
kırmızı bir efekt görüyorsunuz..
Bu da, çocukların, ketçap kullandıktan sonra ellerini oraya sildiklerinin ifadesi.. oluyo.....

Adam bir birayı oniki yetele'ye (rehav@.. Kulakların çınlasın..) satıyo ama elini k.çına temizlemekten de geri durmuyo.. Yuh demek istiyorum.. YUHHH..

Şimdi diiceniz ki, "ulen.. milletin kıçına mı bakıon sende..?"

* * * *

Aklıma geldi..
Biz, bazı eski arkadaşlar, zaman zaman, sadece erkek erkeğe, mavi yolculuğa çıkarız..
Televizyon, gazete kesinlikle yasaktır. Zorunlu haller dışında cep telefonu da kullanılamaz..



Çok eğleniriz.. Daha işin başında.. alış verişi yaparken çok eğlenmeye başlarız.

Amaç tamamen geyiktir.. Kafa dağıtmaktır..

Bu yolculuklardan birinde..
Hepimiz denize doğru dönmüştük.. ve mayolarımızı hemen hemen indirerek totolarımızın göründüğü bir mizansen yapmıştık. Çok sanatsaldı billahi..
Ve bu fotoğraflanmıştı.



Sonra o fotoğrafı bir gün babam gördü..
"Bu ne Allah aşkına? " dedi.. Sesi, kızgındı..
"Baba.." dedim. "Biliyorsun.. Çocukların hemen hepsi yurt dışında yaşıyorlar.. Dışarıda böyle garip bir adet var.. Yabancı insanlar, gırgır niyetine dönüp millete g.tlerini gösterirler.."
Babam "Allah Allaaaahh.." dedi.
Devam ettim.
"Ne biliim ben.. Çocuklar istedi.. Çektirdik işte.. Kafalar da yüksekti..
Üstelik yabancı kadınların çoğu da bir erkeğin önce poposuna bakar.. O güzelse, şöyle darsa.. sıkıysa.. oradaki kadınlar bundan etkileniyor işte.. "

Babam içini çekti ve kendi kendine mırıldandı..
"Hayret.. Sanki onlara ordan fayda var..(!)"

Çarşamba, Mayıs 16, 2007

YAŞLANMAKLA İLGİLİ..

Metro Grossmarket'te bir kahve molasında..
Karşı masaya iki çift geldi. Yaşlı iki çift..
Kadınlar kokoş.. Adamlarda mümkün olduğunca janti kalmaya çalışmışlar..
Ben geldiklerini görmemiştim. Sanırım kataloğa baktığım sırada oturmuş olmalılar..
Kadınlar "Ben ödeyeceğim.." , "Hayır. Senin paran burada geçmez.." diyalogları yapıyorlar..
Daha doğrusu yaparlarken..
Adamlardan biri "Ben su alayım.." diye ayağa kalktı.
O sırada gördüm ki, Parkinson'da peak yapmış, beyefendi.
Elini cebine sokmaya çalışırken, farkettim müthiş titremeyi..
O, kasaya doğru gitmeye çalışırken, diğer amcanın "Bırak, ben alayım, lütfen." dediğini ve ayağa kalkmaya çabaladığını gördüm. Yan taraftan bastonunu alıp, dayanarak ayağa kalkmaya uğraşıyordu..
Sonuçta "Parkinson" aldı, geldi suyu.. Ben onların DOST olduklarını gördüm.
Kadınlar, saç boyalarından bahsediyorlardı... .. ..


* * * *

Çok yaşlı bir çift, bir başka çok yaşlı çifti evlerine yemeğe davet etmişler..
Yemek sonrasında hanımlar mutfakta kahve yaparken, iki amcada sohbet ediyorlarmış..
-Geçen gece hayatımızın en lezzetli yemeğini yedik. Ve inanılmaz ucuzdu.. Bu kadar kaliteli restaurant.. ve bu fiyatlar.. inanamadık..
-Sahi mi? Neresi burası? Adı ne?
-Bi saniye Ali.. Böyle ani sorular sorma.. Yaşlandık.. Hemen hatırlayamıyorum.. İsmi hatırlamam için yardımcı ol bakalım.. Hani böyle, yazın beyaz çiçekler açar da, mis gibi kokar..
-Yasemin.. Yasemin mi restaurant'ın adı?
-Yok yahu..bi saniye.. (Mutfağa bağırarak..) Yasemiiiinn.. Neydi geçen akşam yemek yediğimiz yerin adı..?


ps: Örnek kadın-erkek örneği değildir. Kadınlar arasında da çok sıkı dostluklar ve ilgisiz kocalar vardır yaneee..

Pazar, Mayıs 13, 2007

13 Mayıs - İZMİR

Resimler ve video telefonla çekildiği için kaliteleri düşük..
Ama ya anlamları?

Giriş



Gelişme


Sonuç




Kordon

Cumartesi, Mayıs 12, 2007

ALINTI

Bu görüsler, 29-30 Nisan tarihleri arasinda, CBS, USA Today, NY Times, ALJAZZERA, The Independent internet sitelerinde yer alan izleyici görüslerinden derlenmistir.



If we could just get the Iraqi people to follow the same passion as Turkey, we would be out of there as fast as we could load the planes and ships.
Eger Iraklilarda, Türklerdeki gibi bir heyecan olsaydi, uçaklarimizi ve gemilerimizi hemen çekmemiz gerekirdi.

Go Turks! Standing up to the "towel head" regime is impressive and necessary for that reason. Stay modern, and stay in touch with civil liberties! I'm proud of Turkey... they are not chickens!!
Türkler devam edin. Havlu kafali rejime karsi durusunuz hem gerekli hem de etkileyeci ve ilham verici. Modern ve medeni dünyaya olan baginiz konusunda israrci olun. Türkiye ile gurur duymak gerek. Onlar korkak degiller..!!

I can only dream of the day when huge numbers of secular Americans demonstrate against the radical Christianists that continue to rule their "god" forsaken country.
Türklerin aksine, Amerika'da milyonlarca insanin devletimizi ele geçiren radikal hiristiyanlar aleyhine bir protesto gösterisi düzenleyebileceklerini sadece hayal edebilirim.

Admire the Turks. Contrary, we had friends in the military stationed in England who say that the "born again" movement within the military ranks right now is "suffocating" them, even though they are devout Christians. Although it isn't written, military wives are "expected" to be a part of this and if not, the implied threat is that their husbands will suffer the consequences. We have to be inspired by Turks. This just isn't right, and seems to be exactly what we are supposed to be fighting against like Turks.
Türklere saygi duyuyorum. Orada olanlarin aksine, Ingiltere'de orduda görevli arkadaslarimin "Yeniden dogus (evenjalist)" hareketine inanmanin rütbe belirlemesinde etkin oldugunu ve bunaltici bir baski oldugunu biliyorum. Bu kural yazili olmasa da, ordu mensuplarinin hanimlarindan da ayni yönde davranislar bekleniyor, aksi takdirde, kocalari için hiç de iyi seyler olmayacagini biliyorlar. Türklerden ilham almaliyiz. Ingiltere' de olanlar tek kelimeyle çok yanlis seyler. Türkler gibi biz de bu baskici politikalara karsi çikmaliyiz.

Very promising for Turkey. Too bad other countries like US and UK don't denounce organized religion in favor of secular leadership. It is better not to forget that the single largest institutional cause of death and torture in human history is organized religion, beginning with christianity.
Türkiye'de olanlar çok ümit verici. Laik devlet yönetimini, organize dinci egilimlere tercih etmeyen ABD ve Ingiltere gibi ülkelerin bu vaziyetlerini açiga çikarmamalari çok kötü. Insanlik tarihinde, organize ve kurumsal cinayet ve iskencelerin Hristiyanligin baslangici ile birlikte olustugunu unutmamak gerek.

Man, I wish we would return to having a "secular" military and government again too. Religious fanatics are killing our personal freedoms here in America and negatively effecting our military decisions abroad IMO. It's time to get religion out of government & the military and back to being a personal family matter once again in America
Bizim de laik bir ordu ve devlet yapisina yeniden geri dönmemizi ne kadar çok isterdim. Dinci radikaller, burada Amerika'da kisisel özgürlüklerimizi ve denizasiri askeri hareketlerimizi olumsuz yönde etkiliyor. Artik dini hükümetin içinden çikartmanin zamani gelmedi mi?


I am a Catholic, but that doesn't mean that I want a return to the days of Ceasaro-papism. Likewise, 99% of Turks are Muslim. A secular constitution does not mean that religion is not an important facit of social life. Yet they stand alone in the Moslem world with their support of religious freedom. Isn't it perfect? I think history will prove the wisdom of Turks decision.
Ben bir katoligim. Ama bu Sezar-papa rejimine geri dönmek istedigim anlamina gelmez. %99'u Müslüman olan Türklerin sahip oldugu Laik bir anayasa, dinin sosyal yapi içinde önemini yok varsaymaz. Müslüman dünyada, dini özgürlüklerin önünde bir engel yaratmayarak tek baslarina durabiliyorlar. Bu mükemmel degil mi? Tarih, Türklerin bu kararliginin ne kadar akillica oldugunu bir gün kanitlayacaktir.

Turkey's struggle is EXACTLY why we fight in IRAQ? They are simply farther down this path. I believe citizens of the US must struggle the same in our homeland.
Türkiye'nin mücadelesi, tam olarak Irak'ta ugruna mücadele etmemiz gereken seydir. Ayni sekilde ayni mücadeleyi Amerikalilar kendi ülkerinde de göstermeliler.

Good to hear that secular Turks are braver than secular Americans.
Laik Türklerin, Laik Amerikalilardan daha cesur olmalarini duymaktan memnun oldum.

This shows that people can take care of their own country. Turkey doesn't need American tanks rolling down their streets to take charge, and throw out militant Islamics. Neither does Iraq. Let the people control their own country.
Bu ,toplumlarin kendi kaderlerine sahip çikabileceklerini göstermistir. Türklerin laik ve özgür toplum taleplerini yerine getirmek ve radikal dincileri kovmak için Amerikan tanklarina ihtiyaci yok. Birakin insanlar kendi ülkelerinin gelecegine kendileri karar versinler.

I think the secular Turks are heroic and commendable; of the same spirit as our fore fathers.
Bir zamanlar ülkemizi kuran atalarimiz gibi, Laik Türkler hem kahraman hem de övülmeye deger.

Other Middle Eastern people had better wake up and fight back against Muslims wishing to enslave them. And Americans had better wake up also!
Diger Ortadogu ülkelerindeki Müslümanlar da, Türklerden örnek almali ve ayaga kalkip savasmali. Bu Amerikalilar için de geçerli.

We are inspired by thousands of woman walking for secular and free society. I wish we could have the same courage and enthusiasm in Algeria.
Binlerce kadinin özgür toplum ve laiklik için yürüyüsü bize ilham verdi. Keske Cezayir'de de sizin gibi cesur ve mücadeleci olabilseydik.

But if secular marchers demonstrated against the people trying to impose a religious government in the United States, they'd be hated by most of the media.
Laikler Amerikalilar dinci hükümetin istifasini istemek icin protesto eyleminde bulunsalardi, Amerikan basini onlardan nefret ederdi.

Good for these Turks! It's nice to see reasonable people in the Middle-East; at least they're braver than our own American liberals
Türkler ne iyi bir sey yapmis. Ortadogu'da akilli ve makul insanlar oldugunu bilmek ne kadar güzel. En azindan, Amerikali liberallerden daha cesur olduklari kesin.

Good job, Turks!
Türkler iyi is yapti.

KORKULAR..

Var mıdır sizinde, içinizden düşünürken bile ürperten korkularınız?

Kimi karanlıktan,
kimi fareden, böcekten..
kimi çekirgeden..
kimi palyaçodan..
uçaktan..
dalgalarda sallanan tekneden..
..korkar..

Ben..
gece..
karanlıkta..
denizde..
demirlemiş duran bir tekne ya da geminin görüntüsünden fena halde ürkerim.
Hani bana desen ki " yüz şu geminin yanına kadar.. elinle dokun gövdesine.. sonra dön geri.. al sana şu kadar para..",... giden abi'yi sevsinler..

Açık denizin ortasında yüzerim..
Koca sıçana tekme atarım. Böcekti, haşerattı, tekneydi, hele uçaktı.. accaip severim.
Lâkin, o heyyulâ görüntü yok mu, denizin ortasında öyle hareketsiz.. sessizce duran..
Çok korkuyorum ya..

Var mı sizin de böyle korkularınız?

Cuma, Mayıs 11, 2007

Özür..

Buraya zaman zaman, belki bir defalığına uğrayan, ya da yapmış olduğu yorumlara karşı yorum bekleyen misafirleredir, özürümüz.
Eğer özel bir soru (derken bizden yanıt beklenen bir soru) sorulmamış ise, yorumlara yanıt vermeyebiliyoruz.
Zaten, yanıt da istenmiyor, anladığım kadarı ile.

Ama yinede, bize sorduğunuz bir şey var ve cevapsız kalmışsa, atlanmışsa yani..
lütfen "şşş.. hooapp.." diye bir ikinci uyarıda bulunun ki, biz de kendimize gelelim.

Saygılar..

Çarşamba, Mayıs 09, 2007

etkileyici..

Dostluk..

Saat ikiye geliyor.
Son bir saattir bir taraftan Return2 ile csi muhabbeti yapıyoruz, beri yandan bacanakla hayat hakkında sohbet..
En beri yandan da Osman Nihat Akın'ı düşünüyordum.

Adam;

yine bu yıl ada sensiz içime hiç sinmedi
dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi
ben de şaştım nasıl oldu, yüreğime inmedi
dil'de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi..

diye yazmış..

Ve bu satırları,
bir erkek..
başka bir erkek için yazmış.

Büyükada'da yazlarını birlikte geçirdiği ve tavla oynadığı Ahmet Refik'in ölümü üzerine..
Bunun adı dostluktur, dostlar..
Bunu bir düşünün..

Gerçek dostluğu bir düşünün be..

(..Sonra Ayayorgiye çıkarken zorlandığın yokuşu..
iniverirsin bir çırpıda..
birlikte..

vapura ve martılara yetişmek için..)

Efkârlandım ben..

Hadi iyi geceler..
Eğer mümkünse..

Pazar, Mayıs 06, 2007

Voltaire'den Return2'ya..

Bakınız Sevgili Arkadaşlar..
Yazınızda, ya da konuşmalarınızda öyle bir cümle yazarsınız ya da edersiniz ki,
ben alınırım.
Alındım mıydı da, sizden izin isterim. (ki demokrasiye ve Voltaire'e inanıyorsak vermeniz gerekir.)
Mikrofon tutarsanız da konuşurum.

Kolay Yürüyüş ve Kolay Yürüyüş2 başlıklı yazıları ve yorumları okuyanlar ne demek istediğimi daha net anlayacaklardır.

Bu ülkede ben,
ne ortalık yerde namaz kılanları anlayabildim,
ne de bir belediyenin, ilçeye girerken ya da çıkarken koymuş olduğu "Hoşgeldiniz/Güle Güle.. Ne mutlu Türk'üm diyene.. Bilmemne Belediyesi" tabelâsını.

Bu ülkede ben,
ne din sömürüsü yaparak götürenleri anlayabildim,
ne de Lâiklik kisvesi altında on yıllardır götürenleri..

Ben, gerçek anlamda inandığı için başını örtenleri ayrı tutarak, sadece inat ve mesaj için başını bağlayan kadın ve bağlatan kocalarını ne kadar anlayamıyorsam,
Alışveriş merkezlerinde, üzerlerinde ingilizce pornografik ve terbiyesizce yazıların basılmış olduğu t-shirtlerle sırıta sırıta dolaşan gençleri de anlayamıyorum.

Ben, bu ülkede yıllardır Cumhurbaşkanı'nı aynı şekilde seçip, bu hükümete geldiğinde mahallenin mızıkçı çocukları gibi davranan toplumu da anlayabilmiş değilim.

Herkesin "nalıncı keserini kendine yontması.." bizim özdeyişimiz.

Çünkü o keser, henüz hiç bir kesimin bir tarafına değmedi..

Bunun olabilmesi için, bu toprağın insanlarının gerçek bir savaş vermesi gerektiğini söylüyordum eşime, bundan üç beş gün önce..

Gerekirse ölmem lâzım, diyordum.

Gerekirse Ölmem lâzım.

Bu, şu anki düzenlerini korumaya çalışan şu ya da bu kesimin yapabileceği bir iş değil.
Çok acı.
Gemisini yürüten kaptan....
Bana dokunmayan Yılan..

Bu yüzden Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi arasındaki bu sanal savaşta, çok fazla şeyin değişeceğini sanmıyorum.

Ne zaman ki bu ülkede,
insanlar sahip oldukları hiç bir şeyin bu topraklardan, vatanlarından üstün olmadığını anlayacaklar..

Ne zaman ki,
sanal değil, gerçek anlamda karşı karşıya gelinecek..
Ne zaman ki Askerden yardım beklemeden "Ben, bu vatan için ölmeye hazırım." diyebileceğiz..
Ne zaman ki "Ben yanmazsam, Sen yanmazsan, Biz yanmazsak..
Nasıl çıkar Karanlıklar Aydınlığa .." dizeleri Liboş sofralarında mastürbasyon yapmaktan öteye götürülerek, gerçeğe dönecek..

O zaman güçlü olanın ve hâttâ daha da önemlisi hazır olanın dediği olacak.

Ben buna hazırım.

Haa, bana sorarsan, nesin diye..
Ben Atatürk çocuğuyum.
Demokratım.
Herkesin kendisine yanlış gelen herşeyi söyleyebilmesini savunurum.
Duamı da ederim, Rakımı da içerim.
Buna da bir Allah'ın kulu dil uzatamaz.
Zeki olup olmadığıma sizler karar verirsiniz ama çevik ve ahlâklı olmaya çalışırım.


Bir Disco'da dj'lik yaptığım zamanlarda..
Kadının biri sinir krizi geçirerek kendisini denize atmıştı..
Yanındaki erkek, gömleğinin düğmelerini kopararak parmaklıkların kenarına gelmiş ve daha sonra boklu suların üzerinde durmaya çalışan kadını görünce "Yüzme biliyormuş bu.." diye gömleğini giymişti.
O kadını oradan kurtarmaya çalışanlardan biri bendim.
Bu Ulusun Aydın geçinen kesiminin yüzde doksanı gömleğini giyiyor ve kendi kadınına sahip olmuyor, Abilerim, Ablalarım.
Kadını için kendisini üç metrelik suya bırakamayan vatan evlâdının, Cumhuriyetini savunmak için kendini feda edeceğini mi düşünüyorsunuz?

Bu insanlar, çıkarcı..
Bu insanlar, gününü gün edici..
Bu insanlar şuursuz..
Bu insanlar üç kağıtçı..
Bu insanlar vizyonsuz..
Bu insanlar hem cahil, hem de kendini bi bok sanıyor..
Bu insanlar kolaycı..
Bu insanlar FB'ci, Cimbomcu, Kartalcı..
Ver bi kaç yüz bin doları.. bak bakalım kaç kişi ihanet ediyor ülkesine..

Bak..
Unutulacak demiştim 30 küsur çocuğun öldüğü, uyuyan şöförlü kaza..
Bitti bile.. Unutuldu bile..
Bir hafta önce yazmıştım.. (Siz "Cumhurbaşkanı kim olacak?" diye uğraşın..
yarın elli çocuk ölür.. Önemli değil..) diye..

Bana hikaye anlatmayın.
Yarın ya da öbür gün elli kişi daha ÖLECEK..
Vatan için değil ama..
Çok yazık.
Çok..

Ben, şahsen, bir trafik kazasında değil, fikrimi, ilkelerimi savunurken ölmeyi yeğlerdim.

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

Mehmet Enişte..

Uzun yıllar önce, ben çok delikanlı iken, "Mehmet Enişten" öldü dediler..
Bir akşam üzeriydi. Ve sonbahara henüz giriyorduk.
Çok severdim ben kendisini. Ama insan ufakken, tam anlayamıyor ölümün mânâsını.
Sonra, hep beraber teyzemlere gittik.
Eniştem içeride, üzerine bir beyaz çarşaf çekilmiş, karnının üzerine de bir bıçak koyulmuş öylece yatıyor arka odalardan birinde.

Karşıyaka'lılar bilirler. Karşıyaka spor kulübünün arkasındaydı evleri.
Kulübün hemen yanındaki sokak, Orman Fidanlığına çıkar. İşte o sokağın sonunda ve yolun sağında bir apartmanda oturuyorlardı.
Evin balkonu ise Futbol takımının sahasına bakıyor.. Karşıyaka Stadına yani.

Evde herkes üzüntü içinde, bayağı bir kalabalık var. İnsanlar ağlıyorlar.
Ancak dakikalar ilerledikçe ve hava karardıkça, dışarıdan gelen ve gittikçe artan gürültülere tanık oluyoruz.
Aaa.. Stadyumda , bir sahne kurulmuş.. Işık ve ses sistemi ile uğraşıyorlar. Ve içeride ağlayan insanların seslerine , onları bastıran ekolu sesler karışıyor.. "Prova.. Prova.. Sesss.. Bir.. ki.. üç.. Sssee! SSEe!"

Bugün için net hatırlamıyorum ama ya Karşıyaka Kulübü veya Belediye bir etkinlik düzenlemiş. Bedava.. İnsanlar akın akın geliyorlar.
Resmi dikkatli incelerseniz, tribünlerin tam evin yanında olduğunu görürsünüz.
Ama iş tribünle bitse iyi.. Yer gök insan doluyor ve olay başlıyor..
Bir kaç üvertürden sonra, (ki bizim evdeki insanların sinirini bozmaya yetiyor..)
sahneye Edip Akbayram geliyor.
Yemin ederim, müzik evde çalsa bu kadar gürültü olmaz..
Ben gülecem yani.. Adım adım âsâbımın bozulduğunu hissediyorum..
Kaçacak yer arıyorum. Her oda dolu.. Bir oda boş sayılır..(!)
Orada Mehmet eniştem yatıyor.
Ve o sırada Edip Akbayram patlatıyor meşhur şarkısını..
"Bu mezarda bir garip var.. Bu mezarda bir garip vaaarr.. Gariiiipp.. Garip.."
İçerdeki insanların ağlamalarının dozuda artıyor bu damar şarkılardan..
Onlar ağladıkça Edip söylüyor.. Edip söyledikçe Onlar bağırıyor.
Arkadan başka bir Akbayram klasiği patlatıyorlar..
"Bir çift Öküz yeter mi? Dehha Mehmet Emmi?"
Mehmet enişteminde (Garibimin) parada pulda harbiden gözü yoktu, iyi mi?
Stadyum yıkılıyor, hep bir ağızdan söylüyorlar..
Teyzemler yıkılıyor, hep bir ağızdan ağlıyorlar..
Grup da iyi çalıyor hani.. Ben davulcuyu dinliyorum.

Sahneye en son Nilüfer geliyor.
O'da bir kaç şarkı söylüyor ama, bizim için günün mânâ ve önemine katkı sağlayacak şarkıyı O'da en sona bırakmış..
"Dünya dönüyooor.. Sen ne dersen deeee.. Yıllar geçiyooor, Farketmesendeee.."

Mehmet eniştemi son Karşıyaka gecesinde böyle uğurladık işte..
Nereden nereye aklıma geldi.
Nur içinde yatsın.

Perşembe, Mayıs 03, 2007

Az Müzik..

Playerda 7*Piano başlığı altında yaklaşık 27 dakika içinde yedi şarkı dinleyebilirsiniz.
Hepsini sevdim.. Seviyorum..
Bakalım siz de sevecek misiniz?
Hep oku.. hep oku.. .. olmaz..
Biraz da dinleyelim..

Umarım internet hızınız iyidir de kesik kesik olmaz..
Ya da doğru düzgün dinlemek için "pause" yapın.
Alttaki çubuk dolduğunda kesintisiz dinleyebilirsiniz.

Saygılar..

İndirmek isteyen TIHTIH..