Pazar, Şubat 24, 2008

Öpme Beni..

"Uzun zamandır, takım takım bölünüp birbirimizi aşırı uçlara itmemizin nedenini düşünür dururum. Bir kampta yer almayı da severiz, insanları karşı kamplara yerleştirmeyi de... Sanki herkes ille o ya da bu takımdan olmak zorundaymış gibi. Nedense bağımsız kafaların var olabileceğini kabul etmeyiz."
... "gerçekten düşünen insan, bir takım ön kabullerle başlamaz işe. Ne olursa olsun benim takımım iyidir diye düşünmez."

Zülfü Livaneli - Ötekiler - Gazete Vatan

Sevgili dostlar, 2005 yılında gösterime giren ve daha sonra bazı televizyon kanallarında da yer alan ‘Ada’ filmini hatırlıyor musunuz?
Filmin özeti şöyle: Yedek organ sağlamak amacıyla insanlar klonlanıp, kendilerine genetik olarak yüzde 95’in üstünde uyan, ikincil bir yapı oluşturuluyor. Ortaya çıkan klonlar, bilinçlerinde ve bilinçaltlarında yapılan manipülasyonlarla, ‘nükleer bir kirlenme sonucu kurtulanların ortak bir sığınakta yaşadıkları fikri’yle programlanıp, temiz kalan adaya gitme beklentisi içinde “bir arada” barındırılıyorlar... Kendilerini “esas” sanan “klonlar”, nasıl bir oyun içinde olduklarını fark edemeden, “adaya seçilecekleri” günü bekliyorlar.

Ada fikriyle “motive” edilip aslında “neye hizmet ettiklerini” asla anlayamıyorlar. En acı ayrıntı da; başkalarının “amaçları” uğruna “araç” olduklarının farkına asla ama asla varamadan yaşıyorlar...

Yiğit Bulut - Klonlanmış Türk Halkı uyanabilecek mi? - Gazete Vatan

Aynı gazeteden iki yazarın bu fikirlerine katılmamak elde değil..
Değil de, benim de bir katkım var;
Bu kamplaşmadan ve insanları gruplara ayırmaktan sebeplenenler, "ada'ya seçilmesekte olur.." diyerek sadece doğrular için çalışanları yok etmeğe çalışıp, klonlara "Onlardan uzak durun.." telkini verdiğinde,
ve klonlar, Sayın Livaneli'nin yazısında dediği gibi, kişisel avantajları yüzünden bir gözü kendi tarafına alabildiğine açık, diğer gözü diğer tarafa tamamen kapalı bakıyorlarsa..
Bize kalan tek şey, önlük takmak oluyor.
"Öpme Beni" önlüğü..
Öpmeyin beni..
Öperseniz Ada'ya seçilemezsiniz..



Cuma, Şubat 22, 2008

ZEKi BiR KADIN..

Dün, Bostanlı'dan Aksoy Reşadiye kavşağına doğru, arka caddelerde araç kullanıyorum.. Önümde bir araç var.. Ben sağa sapıcaktım, verdim sinyâlimi.. Önümdeki araç, cart diye döndü sağa.. Sinyâl filân istemez.. Baktım, içinde görebildiğim kadarı ile bir kadın..
Sola dönerek Aksoy Yapı Kredi'nin köşesine gelicem ve bir sol daha yaparak Girne'ye çıkıcam lâmbalardan..
Gözüm önümdeki aracın sinyâlinde..
Ne banka tarafına dönerken ne de Girne caddesine girerken yine sinyâl kullanmadı..
Trafik sıkışık.. Dura kalka gidiyoruz.. Biraz ileride tesâdüf yanyana durduk..
Solumda kaldı..
Baktım, güzel bir hanım.. Makyaj yapıyor arabada..
Açtım camımı, dedim ki: "Afedersiniz. Kızmayın ama son üç kavşaktır arkanızdayım ve hiçbirinde sinyâl kullanmadınız. Ben sizin ne tarafa döneceğinizi nasıl anlayabilirim?"
Bir an gülümsedi ve sonra çok pişkince " Sağa dönerken sağa yanaşıyorum.. Sola dönerken sola.. Buradan anlayabilirsiniz.." dedi.
"Bu sizin için geçerli bir neden sanıyorum. Kolay gelsin.." dedim ve uzaklaştım, makyajlı, model araba kullanan, iyi giyimli, eğitimli, düzgün konuşan, uygar kadının yanından.

Çarşamba, Şubat 20, 2008

BiRi BANA ANLATSIN..



In my dreams children sing
A song of love for every boy and girl
The sky is blue the fields are green
And laughter is the language of the world
Then I wake and all I see is a world full of people in need
Tell me why, does it have to be like this
Tell me why, is there something I have missed
Tell me why, I don't understand
When somebody needs somebody
We don't give a helping hand
Tell me why
Every day I ask myself what I have to do to be a man
Do I have to stand and fight
To prove to everybody who I am
Is that what my life is for

To waste in a world full of war
Tell me why, does it have to be like this
Tell me why, is there something I have missed
Tell me why, I don't understand
When somebody needs somebody
We don't give a helping hand
Tell me why Tell me why Tell me why Just tell me why
Why why, do the tiders run
Why why, do we shoot the gun
Why why, do we never learn
Can someone tell us why we cannot just be friends
Why Why

Salı, Şubat 19, 2008

ONLAR..

Acaip bi his bu..
Tanımasan da, görmesen de..
Onlar oradalar.

Meselâ;
O..
Çalakalem yazıyor. Aklına geldiği gibi.. Hesapsız.. Bir de üzerine çok güzel yazıyor.. Kar kaplamış her tarafı. Sarı ışığı severim ben. Beyazı değil..

O..
Duruyo, duruyo.. bi döktürüyo ki, üç gün arka arkaya.. Ah be abim diyorum içimden, "valla özlüyorum seni.." Hayır, ara ara girip bişeyler karaladığım ve yoruma izin verdiği bölüme de bişey yazamaz oldum utancımdan.. O kadar suskun ki yorum konusunda..

O..
O benim, ben O'nun tâkipçisi.. Sessiz.. ama keyifli.. Çok keyifli..

O..
Şimdilerde başka bir tarafa uçmaya karar vermiş bir küçük kız.. Duygularını ve müziğini sevdiğim bir küçük kız.. Özleyeceğiz..

O..
Özledik.. Acaba bakıyor mudur ara ara, ne var diye ötelerinde suyun?

O..
İstikrarlı.. Canı isteyince, gönlü çektiğince, ne geçiyorsa yazıyor.. Kimse merak etmiyor.. Ama yazınca herkes okuyor..

O..
The Karabatak.. Bir var-bir yok.. Olsun.. Alıştık.:) Samîmi bi kere..

O..
Bayağı genç ama bi o kadar ilgili.. Memleket meseleleri ile uğraşması bana keyif ve umut veriyor..
Başaracak.. Emînim..

O..
İnsan canını kaybedince, nasıl hissederse öyle yazıyor.. Yorum bile yapamıyorsun.. Ya da cesâret edemiyorsun.

O..
Bana bu âlemi tanıtan.. Beni bu âleme iktiren.. Sonra da terzi Zeki'ye.. tanıştıran..
Kâh orada.. Kâh burada..

O..
Bi bakıyon ağaçtan, bi bakıyon insandan bahsetmiş ama hep bişeyler öğretmiş.. Çok nev'i şahsına münhasır bir arkadaş.. Çok sevdiğim bi üslûp..

O..
Bâzen öyle bişey yazmış ki, demişsin ki acep bunu ben mi yazdım.. O kadar yakın.. Ama hiç tanımamışsın..

O..
Tanımışsın.. Çok ta sevmişsin.. "İyi ki var." demişsin hep..

O..
Abi bi kayboldu, pir kayboldu. Lan nereye gitti bu? Hangi kapıda, elinde hangi âletle bekliyor acep, haketmediği sırları ele geçirmek için?

O..
Bi kaç günlüğüne izin aldı.. Dönecek.. ya kanatlardaki renk cümbüşüne hasta.. ya da uçmayı seviyor..

O..
Sonuna kadar savaş..
Değerli.. Çok değerli fikirleri ve bizlere öğretecek çok şeyleri olan..

O..
Müsaade istedi.. Verdik.. Bekliyoruz.. Bakalım dönüş ne zaman..?

O..
Sanki arka odadan birileri bişeyler fısıldıyor gibi..

O..
Gıpta..
Çok hoşuma gidiyor.. Cool ne demek dense, ahanda budur derim..

O..
Bir Hoca.. Bir prof.. Görüşlerini çok seviyorum..

O..
Bir hemşehri.. Ama çok iyi.. Bir gün tanışıcam.. Haberi bile olmayacak.. Seviyorum yazılarını..

O..
Eşsiz bir kar tânesi.. Sessizce eriyip giden..

Sonra buraya bakan a.w., chakotay, bigdaughter, anonymus.. sizler..
gelen giden.. yazanlar.. isimlerini yazmayı ve cevap vermeyi unuttuklarım..

ve sen isimsiz..

hepiniz iyi ki varsınız..
yukarıda saydığım isimlerden fizîken tanıdığım üç ya da dört kişi gâliba..
ne mutlu bana..
ne mutlu..
orada onlar var uzakta..
görmesekte, tanışmasak ta..
benim arkadaşım onlar..
ONLAR..

Pazartesi, Şubat 18, 2008

Uygulamalı Şeriat Dersleri ve Karşısındaki El Kitabı

AKP, karikatüristlerle uğraşma diyordum. Sabah Oğuz Aral'ın heykeline yapılan korkak ve alçakça saldırıyı okudum. Heykelin kafa, kol ve bacaklarını parçalamışlar. Buradaki mesaj, "gelince sizi bu şekilde doğrayacağız" şeklinde açıklanabilir.

Bu zavallı şeriatçılara şu kitabı öneriyorum. Yatsınlar kalksınlar bu kitabı okusunlar. Daha baskıdan yeni çıktı. 6 Lira. 88sayfa. İyice bir okuyun bakalım gerçek islam neye benzermiş, insanlıktan uzaklaşmanın yolu ile özdeş bir yolun peşinde gittiğinizi anlayabilecek misiniz?

Cumartesi, Şubat 16, 2008

Kısa bir mola..

Sevgili Dostlar,
Çarşamba gününden beri üç yıldır format filân atmadan işi götürdüğüm makinada bâzı abukluklar olmaya başladı.. Usb portlarının çalışmaması gibi..
Dün akşam üzeri formata karar verildi.. Bundan mümkün olduğu kadar kaçınıyordum. Çünkü kurulacak onlarca program var ve çok zor iş hakîkaten. Şu anda hâlen o işle uğraşmaktayım..
Dolayısı ile 1001 gece'de ışın tedâvisi gören bir çocuğun adının Işın olması hakkında yazacağım yazıyı es geçerek sizleri unutmadığımı bildiriyor, büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öpüyorum..
Az kaldı..
Belki yarın, belki yarından da yakın..
Görüşürüz..

Perşembe, Şubat 14, 2008

AKP'nin Türbanı Anayasaya Sokma Çabası Öncesinde/Sonrasında İçten Dıştan Görünüş

Son zamanlarda Avrupa Birliği Kurumları bizim AKP'nin türban meselesiyle çok ilgilenir oldu (Türkiye'de karşı devrim olacak endişesine kapıldılar). Hayırdır? O çok beğendiğiniz, serbest piyasa yanlısı, özgürlük ve sözde sosyal adaletten (Neredeyse Sosyalist Enternasyonale davet edecektiniz) yana diye gösterdiğiniz parti, Avrupa ideallerinden sapma eğiliminde mi?

Evet Atatürk'ün çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hedefi batıya rağmen batıcılıktı. Bu da modern hayatta, bilimde, teknolojide sanatta bize has fakat modern bir hedef idi. Ama bu politikaları topluma uygulayanlar toplum önünde yabancılaştırıldı. Oysa O kadına(belkide farkına varmadan) verdiği seçme ve seçilme hakkını verirken medeni toplumlarda kadınların çalışma hayatına aktif katıldığı, sanayi hamleleri yapan toplumlara bakarak karar vermişti. Türkiye Cumhuriyeti'nin Batı öncülüğünde oluşan bir çok uluslararası kuruluşa üye olmasının nedenlerinden biri de devletin laik yapısı, toplumdaki değişim dinamiğidir. Neden Iran NATO üyesi değil mesela? Eski Iran Şahı bile olmamıştır. Çünkü kendi toplumundan emin değildi onlara inanmıyordu. Sonuç ortada.

Nerden nereye geldik. AKP diye apar topar kurulan bir parti 2002 seçimlerinden beri başta. İlk döneminde şeriatı kuluçkaya yatırdı. O sıralar Annan planı gündemde idi. Kıbrıs'taki değişim rüzgarını da kullanarak toplumu kamplaştırdı. Çözümcüler(ver kurtulcular) ulusalcılar(statükocular) diye. Sonuçta Kıbrıs'ta Kuzey Kıbrıs'ın Annan Planı için referandumu onaylaması ve ardından Talat'ın Cumhurbaşkanı seçilmesi Kıbrıs politikamızın önünü açtı. Ama dikkat edin Türkiye'de şeriatçı tabanını tatmin eden bir açılım yapmadılar. Onun yerine Kıbrısa şeriatçı imamlar yolladılar. Sermaye çevrelerini ne kadar serbest piyasacı olduklarına inandırdılar. Yerel yönetimlerde standart olarak verilmesi gereken hizmetleri büyük başarı olarak pazarladılar. Gerek dinci sermayeden gerek yurtiçi, yurtdışı kaynaklı diğer sermayenin ilgisini çektiler. Hiçbir Batılı ülkenin tamamen satmadığı stratejik sektörlerdeki kuruluşların hisselerini tamamen devrettiler. Sonra 2005 sonunda Avrupa Birliği üyeliğine katılım süreci başlayınca eski alışkanlıkları depreşti. Amaçları dini özgürlükler adı altında laiklik ilkesinin arkasından dolanmaktı. Ancak o yıllarda bazılarının karnından güldüğü bir hata yaptılar. Amerika ile Avrupayı birbirine karıştırdılar. Avrupa hukuku öyle Amerikan hukuku gibi dini özgürlükler adı altında her grubun yaşam tarzını serbest bırakan bir hukuk değildi. Çünkü Avrupa hukukunun temeli laik hukuk sistemi idi. Yani Avrupa Hukuk Mevzuatı pozitivist ve "hristiyan" ilerlemeci kültür eşliğinde eğitimde ayrıcımcılığı teşvik eden her türlü simgenin eğitim kuruluşlarına girmesine izin vermemekte idi. Yani ne Hayrünisa hanımın türbanı, ne Hans'ın hacı ne Yozef'in kepi ne de Sumatra'nın peştamalı. Aynı şekilde Batı'ya rağmen ilermeci ve pozitivist Atatürkçü sistem de eğitimde dini simgelere tolerans göstermemektedir.

Sert kayaya çarptılar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kendi düşüncelerine karşı karar verince hevesleri kursaklarında kaldı. Avrupa'nın en az Türkiye kadar laik olduğunu anladılar.(O yüzden dün ABciydiler, bugün Anadoluculuk oynuyorlar) Üstelik kararı veren Mahkeme, Avrupa Birliği'nin değil Avrupa Konseyi gibi Avrupa'dan daha geniş bir coğrafya'da ortak değerleri paylaşan, İzlanda'dan Rusya'ya 47 üyesi bulunan bir kuruluşun bağımsız organı idi. Öyle bir kuruluşki, tüm AB üye ülkeleri bu kuruluşun da üyesi. Zaten laiklik konusundaki yıllardır TC devleti ve Avrupa Devletleri arasında bir güven bunalımı olmadığından, Türkiye Avrupa Birliği dışında da birçok uluslararası antlaşmaya taraftır. Mesela Avrupa Konseyinin Avrupa Sosyal Şartı, çalışma ve örgütlenme haklarını düzenler. Ek protokollerden birine taraf olduğumuz için Türkiye'de idam cezası yoktur. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geri dönüşü olmayan imzalarıdır. Anayasa'nın 90 maddesi de uluslararası antlaşmaları anayasanın üstünde kabul eder ve devletin taraf olduğu antlaşmalara uymasını zorunlu kılar. Dolayısıyla biz Batılı sistemin kurumları ile o kadar içiçe geçmişiz ki artık buradan bir geri dönüş düşünmek çok zordur.

İşte AKP Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Hayrünisa hanımın türbanına verdiği olumsuz karardan Temmuz 2007 seçimlerine kadar dışarıya kulaklarını tıkadı. Sadece ekonomiye önem verdi. İçerde daha fazla taraftar kazandılar. Avrupa'nın sosyal düzenini görmezden geldiler. Oradaki modern toplumsal yaşamı anlamak istemediler. Güya Sosyalist Enternasyonale çağrılacaklarmış ya. Hanginiz 1982 Anayası ile elimizden alınan toplantı ve yürüyüş hakkı, örgütlenme hakkının kazanılması ile ilgili AKP'nin kanun teklifi verdiğini duydu? Tersine yerel sermaye ile el ele verip İş Kanununu işverenden yana düzenlediler. İşçileri HAK-İŞ gibi şeriatçı sendikalara üye olmaları için özendirdiler. Kaderci olsunlar, haklarını aramasınlar, öbür dünyanın hayalini kursunlar diye. TÜRK-İŞ'e kendi adamlarını sokarak orayı teslim aldılar. Memur sendikası MEMUR-SEN desen, zavallı vaziyette. Bakanlar Kurulu ne karar verirse ona talim ediyorlar. Şimdi bunları katılacakları ilk Sosyalist Enternasyonal toplantısında kapıya koyarlar.

İkinci dönemde, yani geçen yazdan beri kuluçka dönemi bitti yumurta çatladı. İçindeki türbanlı siyah civciv göründü. Borsaya dayalı ekonomide belirsizlikler başladı. Küresel bir durgunluk bize de yansıdı. Tam o sırada türban kartı çıktı. Seneye de hazır yerel seçimler var zaten. Tencere kapak yani... Özellikle Avrupa kamuoyu bu konuyu önce anlayamadı. Sonra Avrupalı muhafazakarlar konuyu kendi yararlarına kullandılar. Alman Şansölyesi Merkel imtiyazlı ortaklık önerisini yineledi. Avrupalı Sosyal Demokratlar reformlar konusunda çok destekledikleri AKP'nin gerici yönüyle yüzleştiler. Ne oldu Sayın Sosyal Demokrat Avrupalı kardeşlerimiz? AKP'nin şeriatçı yüzü size İspanya'daki, Londra'daki El Kaide saldırılarını mı hatırlattı? AKP ile terör arasında bir ilişki mi kurdunuz birden? Günaydın.

Benim düşünceme göre AKP vizyonu ile Avrupa Birliğine girilmeyeceğini hem Avrupa hem de AKP anladı. Tayyip bundan sonra bizi imtiyazlı ortaklık fikrine alıştırmaya çalışacak. Buna bizim Koçumuz Sabancımız dünden razı. Bizim kabul etmemizi bekliyorlar. Şunları güzel bi sindirelim. En Baba maaş 2000 YTL'yi geçmesin. Millet karın tokluğuna kanaat etsin. Öyle sendikalar bağırır IMF politikası istemiyoruz diye. Alakası yok. Biz kendi isteğimizle müşterisiyiz. Dünya Bankası da şimdi asgari ücretiniz çok yüksek diyor. Allah allah. Çinle karıştırdınız galiba. Avrupalılarda çok hevesli. İmtiyazlı Ortaklıkla bize malları satacaklar ama kuralları onlar belirleyecek. Ne güzel günlere doğru gidiyoruz AKP ile. Gümrük Birliğinin daha cicisi geliyor aba altından. Sermaye paranın nereden geldiği ile ilgilenmez. Dolayısıyla biz kendi işimize bakalım.

Şimdi fark etmişsinizdir. Artık edep derslerine geçtik. Edepli gazete-edepsiz gazete "Türbanlı hanım ve efendi", "Başı açık şaşkınlar" gibi. Bunların Kopenhag kriterlerini Ankara Kriterleri yaparız dediği şey bu işte. Bunlar Kopenhag Kriterlerini din özgürlüğü sandılar. Olmayınca şimdi şeriat kriterlerini dayatıyorlar. Dinci bir ülkeye hiçbir Avrupa ülkesi referandum da 'Evet' demez zaten. O zaman Avrupayla ticareti geliştiririz. İçerde de şeriatı dayatırız sanıyorlar. E Maastricht kriterlerini de İstanbul kriterleri yapın da faiz haram olsun bari. Şimdi olay hazırlanmış da bizlerin kabul etmesini bekliyorlar. Onlara yaptığım hareketin şaplağı duyulmuştur.

İleride muhalefetin daha Avrupa yanlısı(ille AB yanlısı demiyorum) bir tutum içinde olacağını görebiliriz. Çünkü bu AKP gerçekten ülkesini, devletini tanımıyor. Senin ülken hangi kurumlara üye? Sen neden Batı kurumlarında varsın? Neden nüfusu müslüman olan başka ülke yok? Bilmiyor, anlamıyor, ya da görmek istemiyor. Sen şimdi türbanı dayattığında, ülkenin görüntüsünü değiştirdiğinde AB ile müzakerelerin süreceğini mi sanıyorsun? Eğer bu hızla giderse, seneye yayınlanacak AB İlerleme raporunda birinci başlık 301. madde değil Türkiye'de şeriat tehditi olacak.

Sen yargıyı da tanımıyorsun, Anayasayı da bilmiyorsun. Uluslararası Hukuk'tan da anlamıyorsun. Bu ülkeyi sadece laiklik ilkesi değil 90. Madde ile taraf olduğumuz antlaşmalar koruyor. Sen anayasayı değiştirirsen, NATO toplantısına katılamazsın, AB ile müzakere yapamazsın. Sen bu ülkede bir sürü liberale söz verdin sizi AB'ye sokacağız diye. Bu iş olamayınca seni destekleyecekler mi sanıyorusun?

AKP önce şunu anlasın. Aldığı oyların yarıdan fazlası emanet oydur. Bunların tabanı belli. İkincisi: Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, NATO. Türkiye Cumhuriyeti neden bu oluşumlarda var? Laik olmayan bir ülke'nin bu kuruluşlara üye olması mümkün değildir. AKP bir daha düşünsün. Öfkesini başka yere yönlendirsin. Anayasa Mahkemesinin şaplağı yakında geliyor zaten. Yüzünde iz birakacak.

Salı, Şubat 12, 2008

Şans-Başarı-Hazım

Çok az insan, doğru zamanda, doğru yerde olur.. Buna şans diyoruz.
Bu insanların çok azıda, bu şansı doğru kullanarak bir yerlere gelir. Buna da başarı diyoruz.
Başaran insanların çok azı ise, kendilerini oraya getiren sistemi ezmeden, kendilerini o sistemin üzerinde görmeden, uzun süreli ve herkes tarafından sevilerek orada kalabiliyorlar.
Buna da "Hazım" diyoruz. "Hazmetmiş." diyoruz.

Geldiği yerin kendisine bir kaç numara büyük olduğunu gösteren kişilere ise "Hazımsız" diyoruz.
Maden suyu tavsiye ederim.

Gülümse/Smile

Bi kere Melih Kibar'ın müziği..
Sonra İzmir'de yapılmış çekimler..
Küçük bir kız çocuğu..
Ve unuttuğumuz duygular..
İzmir'li gençlerin emeği..
Ve 16:9 Eylül çalışması..
Ben çok sevdim..


Cumartesi, Şubat 09, 2008

Division

Delikanlı, otobüsün iki basamağını hızla çıkıp kent kartını makinaya doğru tutarken, gözucu ile içeride oturacak yer olmadığını gördü.. Ama o kadar da kalabalık değildi hani.. Tek tük bir kaç kişi ayaktaydı. Arka tarafa doğru birkaç adım yürüdü.
Otobüs hareket etmişti. Bir iki sıra arkada, koridor tarafında oturan türbanlı bir kadına takıldı gözü. O'nun yanında ise, pencere kenarında oturan şık ve iyi giyimli, uygar görünümlü başka bir kadın vardı. Kucağında da üç dört yaşlarında tatlı bir kız çocuğu..
Türbanlı kadının, yanındaki kadına bakışlarının hoş olmadığını gözlemledi. Kızgınlık dolu bir ifâde vardı çehresinde..
"Nereye gidiyor memleket?" diye düşündü.."Şu sıkmabaşlar'ın Atatürk kadınına bakışlarına bak.. Bunlar yakında bizleri otobüslere de bindirmeyecekler. Ah Ata'm ah.."

* * * *

Delikanlı bunları düşünürken, arka tarafta oturan beyaz saçlı bir adam, Türbanlı kadın, Çocuklu Kadın ve Delikanlı üçlüsüne bakarak farklı şeyler düşünüyordu.
Bir durak önce, henüz delikanlı yokken binmişti türbanlı kadın, otobüse.
Elinde iki üç alışveriş poşetiyle, arkaya doğru yürümüş, pencere kenarında oturan kadının yanının boş olduğunu zannetmiş ama yaklaşınca farketmişti, koridor tarafında oturan küçük kız çocuğunu. Poşetleri yere bırakmış, koltuğun arkasındaki demiri tutarak uygar görünümlü kadının kendisini farketmesini ve çocuğunu kucağına alarak kendisine "Buyrun" demesini beklemişti. Kadında hiç bir hareket yoktu.
Otobüs, durakta durmak için yavaşlarken, dayanamayarak "Hanımefendi, çocuğunuzu kucağınıza alsanızda biz de otursak." demişti sonunda.
Uygar hanım, türbanlı hanıma ters bir bakış atmış, hiç bir şey söylemeden, oflaya puflaya çocuğu kucağına almıştı.
İşte o sırada binen iki kişiyden biriydi delikanlı..

* * * *

Beyaz saçlı adam, delikanlının ne düşündüğünü biliyordu..
Kadınların da ne düşündüğünü biliyordu.
Üzüldü.

* * * *

Sonradan Ek: Bağlantılı olarak bir Kerem Doksat yazısı..
National Schizophrenic Türkiye

Cuma, Şubat 08, 2008

..

İkiye ayrılırız..

Günahlarının bedelini kendileri taşımayı seçenler..

Günahlarının bedelini başkalarına yüklemeyi seçenler..

Perşembe, Şubat 07, 2008

BiRi YOĞURDU KAPSIN BAKiiM..

ImageChef.com - Custom comment codes for MySpace, Hi5, Friendster and more
Abi, söz verdiğim gibi sarmalar benden..
-Gülçiiiiiiin duydun mu?
-Rehavi, unutmadım:) sen de bayılırsın, hadi..

Biri de bakkaldan yoğurdu kapsın bakiim..:))

ASRIN DAVASI

personalized greetings

Çarşamba, Şubat 06, 2008

Düzeltme

Öğlen annemlere uğradım.. Babamı uzun zamandır görmüyordum..
Zile bastım aşağıdan. Annemin "Kim O?"suna "Kahve var mı?" sorusuyla karşılık verdim..
Çok seviniyor analarımız, babalarımız böyle sürprizlere..

Yarım saat sonra kalkarken, annemin tersine gidecek bir şaka yaptım..
O'da biliyor zâten şaka olduğunu.. Gülerek "Kıyma anneciğine.." dedi..
Ben de "O senin söylediğin Cos'ta bir otel.." dedim. "Kyma"

Babam 78 yaşında.. Yan taraftan "Kyma Cos'ta değil.. Sakız'da (Chios)." diye seslendi..

Bir an durdum..
Uleeeen.. Ben Ege'nin iki yakası başlıklı yazıda, habire Cos yazdıydım.. Doğru ya.. Chios olacaktı..
Bu yazıya başlamadan önce o yazıya gidip Cos'ları Chios'a çevirdim.. Ama yorumlardaki Cos'lar için yapacak bişey yok tabîku..

Şunu diyecem yani..
O yazıyı okuyan herkes Cos'u ya da Chios'u bilmiyor olabilir. Normâldir.
Ama en zeki arkadaşlarımızın bile gözünden kaçan şey; Cos ile Çeşme arasında bir bağlantı olmadığı, Cos'un Bodrum ile ilişkilendirilebileceği..

Herneyse..
Arada bir babalarınızı analarınızı arayın..
Bloğa bile faydası var..
Sevgiyle.

Pazar, Şubat 03, 2008

uf be ya..

Kendimi biliyor olduğumu zannettiğim otuzbeş yıldır konuşulan şu başlıklardan çok acaip sıkılmış durumdayım.

1-Terör
2-İrtica - Türban
3-Avrupa Birliği
4-Kıbrıs
5-Enflasyon

Sayın ilgililer,
On yıllardır çözülemeyen bu sorun başlıklarından bıkmış durumdayım.
Yeni başlıklar açın ya..
Bu kadar mı yaratıcılıktan uzaksınız?

Cumartesi, Şubat 02, 2008

2

İnsanları şöyle iki bölüme ayırabilir miyiz acep?
Küs olsa, kızgın olsa, hiç sevmese bile ölümlere üzülenler..
Küs ve kızgın olup, sevmedikleri insanların ölümlerine sevinenler..

Cuma, Şubat 01, 2008

Ege Mavisi-Pis Makarios-Türkekırgın

Ege'nin İki Yakası adlı gönderimde, EgeMavisi'nin sorduğu bir soruya, yorumlarda Türkekırgın bir yanıt verdi.
Güme gitmesini istemediğimden, kendisinden izin almadan yorumunu buraya kopyalıyorum.

Türkekırgın dedi ki;

Zamanın klişeleri ile sevmediği adamı bağdaştırınca ortaya "pismakaryos" çıkmış bence. Espresso'nun dediğine katılıyorum...
Başpiskopos Makaryos, eski Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devlet başkanı iken önce Türkiye, Yunanistan İngiltere ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında yapılan antlaşmalara sadık kalmış, sonra Kıbrıslı Türklere sağlanan hakların bir bir ellerinden alınmasına göz yummuştu. Bazen önayak olmuştu.
Çoğunluğun azınlığa tahakkümü yani.
Türkiye'de 60'lı yıllarda pek müdahale yanlısı değildi. Bu sıralarda anadolu insanının ağzında pis, hain, entrikacı, kızıl papaz makaryos lafları dolaşırmış. İnsanlar sevmediklerine, belki takılmak istediği kişileri kızdırmak için bu lafları kullanırmış...
Yunanla Türk arasındaki ilişki bundan farklı bence.
Yunanistan'da dinin insanlar üzerindeki etkisi Rumlardaki gibi değil. Toplumun geniş kitleleri daha laik yaşamlar sürüyor. Ama bir Kıbrıslı Rum isterse Komünist parti üyesi olsun, Ortodoks değerleri onun için ön plandadır.
Kıbrıslı Türklere ama özellikle sonradan adaya göçen Türklere karşı genelde düşmanca davranırlar.
Yani Cos'ta yaşanan bu olay mesela Güney Kıbrıs'ta yaşanmazdı bence. Büyük ihtimal seni otele falan kabul etmezlerdi.

2004'te Kıbrıs'ta Anan Planı için referandum yapılmıştı.
Kuzey Kıbrıs'ta plana %65 Evet - %35 Hayır oyu çıkmıştı. Güney Kıbrıs'te % 75 Hayır - % 25 Evet. Bu sonuç sadece Kıbrıslı Rumların planı istemedikleri anlamına gelmiyor herhalde. Bunların kaçı tekrardan birlikte yaşamak istiyor, hangi toplum daha fanatik cemaatçi, dinci bunlar ortaya çıktı.
Kıbrıslı Türklerin çoğunun, çağdaş, laikliği benimsemiş, komşularla birlikte yaşamaya hevesli (üstelik bu %65'in içinde Türkiye'den göçen ve eskiden beri sağcı-milliyetçi partileri desteklediği bilien insanlarımız da vardı); Rumların çoğunun dinci ve fanatik, geçmişin düşmanlıklarına takılmış; artık Yunanistan'ın bile desteklemediği Helen milliyetçiliğine sıkı sıkıya bağlı ve adadan Türkleri silmek isteyen insanlar olduğu ortaya çıktı.
3-4 sene önce Türkiye'de başka bir kutuplaşmaya neden olan bu ulusalcı-çözümcü yarışmasını hatırlayın. Kıbrıs'ta çözümden yana olanlar da bügun farklı yaklaşımlarını sürdürselerde, ulusalcıların savundukları pozisyona geri dönmüştür.
Çünkü sorun Rum'un fanatikliğinden kaynaklanmaktadır. Kıbrıslı Türkler onlarla kıyaslanmayacak kadar modern ve uzlaşmacıdır.
2004'ten beri o ümit ettikleri ortak ve eşit yaşama isteklerinin gerçekleşmeyeceğini anlayınca bugünkü Cumhurbaşkanı Talat bile daha dengeli politika izlemektedir.

Ha, bir şey daha. Kıbrıslı Türkler bile farklı kutupları arasında yakınlaşma sağladı. Ama onların siyasi kültürü bizden epey üstün. Bir kere politikacısı siyasi kişilik-sosyal kişilik ayrımı yapıyor. Bir siyasi tartışma programında farklı siyasi partiler birbirleriyle kıyasıya tartışırlar.
Ama program sonunda herkes birbiriyle el şıkışarak ayrılır.
Bu durum acaba neden kaynaklanıyor?
Eski bir İngiliz kolonisi olmasından mı?
Eğitim düzeyinin çok yüksek olmasından mı? Hala pek açıklayamıyorum.
Yani üç tane ayrım yapmak gerek:
1- Yunanla Kıbrıslı Rum farklıdır.
2- Yunan Türkiye'den göçen Rum'a baskı yapmıştır. Aynı Batı Trakya Türklerine yaptığı gibi. Türkiye Yunanistan'dan göçen Türk tebasına baskı yapmamıştır.
3- Kıbrıslı Türk - Türk farklıdır.
Kıbrıslı Türk'ün siyasi kültürü bizden daha ileri ve üstündür.
Ama siyasi kaderi Türkiye'ye bağlı olduğu için köşeye sıkışmıştır.

Bu açıklama "pismakaryos"u epey aştı yani:))