Cuma, Eylül 29, 2006

Zaman geçsin diye dua edilir mi?

Yaşlı bir adama ölüm döşeğindeyken sorabilsek " onaltı ay daha sağlıklı yaşamak istermisin?" diye..
Yanıt elbette ki "Evet." olacaktır. "Bu zamanı asker ocağında geçireceksin." desek, yine yanıtın değişeceğini sanmıyorum.
Şu anda asker ocağında olanların geçmesi için dua ettikleri, bir an önce bitsin dedikleri günler, aslında kendi ömürlerinden gidiyor..
Onlar "bir gün daha geçti, ohh.." derken aslında son günlerine bir gün daha yaklaşmış oluyorlar.
Bunu güneydoğu'da ve/veya tehlikeli bölgelerde askerlik yapmayan kişiler için düşünmüştüm önce..
Ancak yazarken, şu anda, şöyle de düşünülebilinir diye düşünüyorum.
Eğer kaderde, yarın düşman kurşunu ile şehit düşmek varsa, bitsin diye dua ettiğimiz "bugün", o kurşunla aramızdaki "zaman"dır.
Yaşadığımız an; çok değerli, iyisi ile kötüsü ile..
Yaşadığımız an.. Çok değerli.. Bitsin diye düşünerek, gamlanarak değil de, yanlış olan bir şeyleri düzeltmek için geçirmeliyiz zamanı..
Herşey hep iyi olamaz.. Herşey hep bizim istediğimiz gibi olamaz..
Önemli olan; dün yaptığımız hatayı, bugün tekrarlamamak.
Yapılan bir hata varsa, onarmaya çalışmak..
Yarın olmayabilir..
Bu çok önemli..
Yarın olmayabilir..
YARIN OLMAYABİLİR.

Pazartesi, Eylül 25, 2006

Dostum Return 2'ya..


"mutsuzluk içindeyken, mutlu zamanları anımsamaktan daha büyük acı yoktur" der Dante, "İlahi Komedya" da..

Cumartesi, Eylül 23, 2006

OMERTA

1900'lü yılların başlarında, İtalya'da başta adalar olmak üzere, köklü, zengin ve güçlü aileler, ellerinde bulundurdukları geniş topraklarda, kendi kurallarını koyuyorlar ve uyguluyorlardı. Ekonomi ve hatta Adalet bile, merkezi otoritenin değil özellikle Sicilya'lı ailelerin tanımıyla oluşuyordu.
Ancak Faşist Mussollini başa geçtiğinde, bu feodal yapıyı ve derebeylikleri bitirmeyi planlıyor. Kendine göre çeşitli ince oyunlarla bu ailelerin işini bitirmeye çalışıyor ama ne mümkün.. Bu planların işlemediğini görünce de geriye kalan tek çareye başvuruyor. "Vurdurmak..Yok etmek.."
Çok sayıda asker ve polisten oluşan yüzlerce kişiyi adaya göndererek, kurunun yanında yaşta yanar hesabı ile, ada halkının bir bölümünü katlettiriyor.
Kalanlara da, "İsyan etme, kayıtsız şartsız biat et..!" deniyor.
Sonunda ilk bakışta bu işlerin kökü kazınmış gibi görünmesine rağmen, hayatta kalan adalıların bilinç altında devlet ve
yönetime karşı çok büyük bir nefret oluşuyor.
Halk faşist ve zalim devlet yönetimine karşı güvenini yitiriyor.
Bu yüzden, kendisine yapılan bir haksızlığın, evine giren hırsızın, kızına zorla sahip olan adamın, oğlunu öldüren bir köylünün cezasının verilmesini devletten isteyemiyor. Ve bunu sessizce kendi içlerinde, yine kendi kurallarıyla hallediyorlar.
İşte, devleti ve faşist yönetimi reddederek, sessiz kalma ve kendi işini sessizce bitirmenin adı; OMERTA..
diye anlatır bunu, "Baba" romanlarının yazarı Mario Puzo, kitaplarında.

-pioneer-

Bi çocuk var, çok içli, çok düzgün, güzel düşünen, çok sevdiğim…Aslında ailelerimiz sayesinde tanışmışız bebekken..Onlar sessiz film falan oynarken bizde kendi kendimizce oyunlar türetmişiz çocuk aklımızla..
Bu çocuk askerde şu an…Annesine bi mektup yollamış..Annesi de açtı telefon,okudu baştan sona bu mektubu annemle bana…
Paylaşasım geldi..

“29.07.2006”
“İnsanların beni rafa kaldırdığını düşünmek sıkıyor canımı.. ve ardından ister istemez acaba diyor insan, acaba benim raf ömrüm ne kadar? Ne zaman oradan çıkarılıp atılırım? Evet, uzakta olmanın kaderi bu olsa gerek. Sadece bir umut çarpmasını sağlıyor yüreğimin.. Sevenler diyorum.. Sevenler seni hiç rafa kaldırmaz ki..

Askerlik son hızıyla beni sıkmaya devam etse de monotonluğun getirdiği alışılmışlık duygusu ite kaka devam etmemi sağlıyor. Öğrendiklerimi koynumda saklamaya ve bu yoz ortamda o yakaladığım değerleri kaybetmemeye çalışıyorum. Çünkü bu edinimler sivil hayattaki el fenerim. Bu yaşanan sıkıntılar boşuna olmamalı. Sivil hayata döndüğümde karşıma çıkan sorunları ancak burada geçirdiğim günlerle kıyaslayıp, çözümler üretebilirim.

Değerini anlamakta bazen zorlandığım ve belki de farkında olmadığım, içimde varolan ve geçmişten kalma kırıntılarla yüzleşmek, onları süpürüp bir kenara atmak ve asıl içimde olanları ortaya çıkarmak…İşte benim için askerlik bu…

Şu anda yakınımda olmayan ama yüreğinde bana yer açan, beni düşünüp “acaba nasıldır?” diyen kaç kişi vardır? İşte asıl olan onları bulup, onlar için varolmak ve bundan sonraki hayatımda o insanları yanımda tutmak için çaba sarfetmek.. benim ilk hedefim bu.. Ne kadar az yalnız kalabilirsem kalayım. Yalnız kalabildiğim ve kendimi dinleyebildiğim o muhteşem anlarda çıkarabildiğim sonuçlar ve önüme hayata dair koyabildiğim hedefler bunlar..

Bunca yolu gelmek, bu kıyafetler, bu gördüklerim.. Onca geçen zamanı da eklersek benden çok şeyler aldı. Ama inanıyorum ki aldığından daha fazlasını da kattı.
Buranın bir demirbaşı olma hissi kaplasa da içimi, her defa diyorum ki dönüş günü gelecek.

Yılmaz Erdoğan’ın da dediği gibi “ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk yolunu koşacağım, çünkü sonunda annem olucam, babam kokucam sonunda..”

Ne olursa olsun unutmayın
“Bir gün gelecek,bir gün kalacak.”
Sizleri çok SEVİYORUM”

Yaşadığın her andan bir şey çıkarmak, düşünmek, yorumlamak ve sonuca varmak..
Hepimizin yapması gerekmiyor mu sizce de??
Hep kabak, hep kabak, bi yere kadar... :)

Pazar, Eylül 17, 2006

Agresiflikten Mülayimliğe..

Tevatüre göre bypass olanların ameliyat sonrasında daha sinirli, daha agresif oldukları söyleniyordu. Geçen gün tıp konusunda ilgili ve bilgili bir dostum bunun tersini iddia etti. Yani babamın daha mülayim olacağını söyledi.
Dilerim o dostum haklı çıksın..
Ve dilerim bu operasyonu geçirmek zorunda kalan bütün babalar, eşlerine, evlatlarına, ailelerine, eskisine göre daha sevecen yaklaşarak, ilişkilerine daha olumlu baksınlar.
Diliyorum ve umuyorum.

Yeminler ve Takma Dişler

İnsanlar bypass operasyonuna girmeden önce, kendilerinden dişlerinde ve dişetlerinde herhangi bir enfeksiyon olup olmadığına dair bir rapor isteniyor. Bu rapor babamdan da istendi. Çok kolay aldık. Çünkü ağızdaki alt ve üst damak, hepsi takma.. Dolayısı ile iltihap olacak bir durum yok. Ameliyattan çıkıp, bir gece yoğun bakımda kaldıktan sonra, normal odaya çıkarken, ameliyathaneye girmeden önce bana teslim edilen özel eşyalarının ve tabi ki dişlerinin de olduğu çantayı getirdim. Terlikleri, pijamaları, bir bardak içerisinde duran kağıda sarılı dişleri vardı çantada. Babam hayli bitkindi, bayağı önemli bir operasyon geçirmişti. Göğsü yukarıdan aşağıya kadar açılmış ve sonra kemikler telle tutturularak tekrar kapatılmıştı. Sağ bacağında da aynı şekilde uzun bir kesik izi vardı. Solunum makinasının tüpünü yutmaktan ötürü de sesi hafif kısıktı..
Hem kısık ve hem de bitkin bir sesle konuştu karısına; "Şu dişlerimi yıkarmısın?"
Annem elli yıla yaklaşan beraberliğin belki bıkkınlığı ya da belki de takma dişlere karşı oluşmuş bir tepki nedeniyle "Yıkayamam." dedi.
Koştum, aldım ve en ufak bir garipseme duymadan iyice yıkadım dişleri, ılık suyun altında. Onları ağzına takarken müteşekkir gözlerle baktı bana..(her ikisi de..)
Hastaneden eve doğru araba kullanırken düşündüm bunu..
Eğer birisinin dişinden, kakasından, çişinden iğreniyorsan, O'nu yeterli sevmiyorsun demektir.(Bana göre..)
İki kişi arasındaki sevgi yeterince tesis edilememiştir.
İyi gününde de, kötü gününde de yanında olacağım diye yemin ettiğimiz bir ilişkide, yanında olmak bu değil, bana göre.
Bir insan karşısındakinin fiziksel, duygusal, soyut ya da somut herhangi bir eksikliğini veya hatasını hoşgöremiyorsa, kaldıramıyorsa bu O'nun sevgisizliğinin en net göstergelerinden biridir.
Hele bir de edilmiş bir yemin varsa..
Ah be güzel abim be..

Pazartesi, Eylül 11, 2006

Şiir dinleyen kaptan..

Gece 23 civarı... Marmaris’te yat limanında yürüyoruz... Yorgunuz. Ertesi gün tekne turu yapalım diyoruz. Yusuf akşam üzeri bir tekne ile konuşmuş. 325 tl.demiş adam... Önce O’na gidiyoruz. Tekne cillop. Kaptan diyor ki; “Sizden ses çıkmayınca başka program yaptım abi..”
Şansımıza küselim derken, yat limanının en sonunda dış görünümü pek bakımlı olmayan bir tekneye takılıyor gözlerimiz.
Teknenin iskeleye bakan tarafına asılmış üzeri yazılı bir çok mukavva var. Ben yazıları okuyunca düşünmeden “Tamam.” diyorum. “Budur.”



Yine de fiyatı soruyoruz... Kaptan, utana sıkıla “150” diyor.
Ertesi gün İmdat Kaptan, eşi Yıldız, kızları Türkü ve oğulları Ozan bizlere unutamayacağımız bir gezi yaşatıyorlar.



İmdat, Marmaris'in koylarını sadece iş çıktığı zaman gezen bir kaptan değil. Hiç iş olmasa bile, gidiyor... Karısı ve çocukları ile koylardaki çöpleri, plastik şişeleri ve naylonları temizliyorlar.


Eğer bir gün yolunuz Marmaris’e düşerse, ve canınız günübirlik bir tur çekerse, daha doğrusu rakı-mangal yaparken şiir de dinlemek isterseniz, yat limanının Netsel Marina’ya en yakın olan tarafında bulacaksınız, İmdat’ın teknesini.

Zaten gözünüzden kaçmasına olanak yok.
Karadeniz’li bu aileyle tanışmanızı ve hayat hikayelerini dinlemenizi kesinlikle öneririm.
Onlar güzel İnsanlar.

Cumartesi, Eylül 09, 2006

Dallarda kiraz, bitti be bu yaz..

Son üç beş gün hayli yoğundu. Yazamadım. Sağa sola koştururken (neden acaba hep sağa ya da sola koşturulur da ileri koşulmaz.. onu da anlamış değilim ya, neyse.) bir kamyonun arkasında özenle ve hatasız yazılmış bir yazı gördüm.
"Seni yıpratan yaptığın yollar değil, ulaşamadığın arzularındır." anlamında bi şey.. Az bi farkla da olsa böyle bir şeydi sanırım.
Düşündüm. Ne kadar yanlış geldi bana. Return 2 Fantasy 'nin yazdığı da aynı şey hemen hemen.
Oysa tam tersi değil mi? Cebinde paran yokken içmek istediğin sigara markasıyla başlayan, cep telefonu marka ve modeli, oturmak istediğin mekan/çevre, binmek istediğin araba, sahip olmak istediğin ama bir türlü olamadığın herşeyle sonlanan bir girdap değil midir, seni asıl yıpratan?
Yollar yıpratmaz. Yollar hedeflere varabilmek için tasarlanmıştır. Ve eğer yıpranma varsa sebep yolun ta kendisidir.
Ama beynin, üzerinde başdöndürücü bir hızla yol aldığın otobanın şeritlerini yutarken, sen sürekli varamadığın hedefleri düşünüyorsan, o yol bitmez, tükenmez olur. Ya da konsantrasyon bozukluğun ummadığın bir kazaya yol açar.
Onun için abi der ki; Yola bak, Yola.. Gözünü yoldan ayırma. Eğer illa kendini yıpratacaksan da bu yolda yıprat. Ama eninde.. Ama sonunda.. Hedefe mutlak varırsın.
Ya da (ufak bi olasılık ta olsa) lastik patlar, yolda kalırsan..
Değiştirir, devam edersin. Yine de bir şey olurda, ne biliim kalbin duruverir direksiyonda..
En azından "çok çabaladı !" derler be..

Cuma, Eylül 08, 2006

Buyrun cenaze namazıMa.

Yaşıtlarından en yakın arkadaşların da ölse, öyle çok koymuyor, genç yaşlarını sürerken insana. Yirmi yaşındaki bir arkadaşının ölümünü çok sık ve yoğun yaşayamıyorsun daha doğrusu.. Hayat gailesi (ne demekse) denen şey sanırım. Çarklar öyle bir sıkıştırıyor ki, zaman olmuyor yeterince düşünmeye. Ama yaşlar ilerledikçe, bir de sen çok insan tanıyorsan, çok insan seviyor ve çok insan tarafından seviliyorsan, etrafta ölümler sıklaşmaya başlıyor. İşte o zaman, bencilce düşünmeğe başlıyorsun.. Bakalım bana ne zaman kötü bir haber verecek bir doktor.. O kadar çok ki böyle haberleri alanlar etrafta.. Eskiden kanser haberi alanlara piyango çıkmış denirdi.. Şimdi kanser olmayanlara piyango vuruyor bence.
Bu bok yiyen hastalık, ya hormonlu zerzevattan, ya etrafa simsiyah egzos gazı savuran araçlardan, ya teflonu dökülmüş tavalardan, ya bulaşık makinasının parlatıcısından geliyor. Oynanmış etten, tavuktan, balıktan bile gelebiliyor.. Bir yerlerden geliyor.. Hem de son sürat. Birde üzerine sigara filan varsa, offrşş.. Değmen benim gamlı yaslı gönlüme.. Ne poh yiycaz lan biz?