Cumartesi, Ekim 28, 2006

Yarasın Tosunuma..

Mangalda Kalamar

Şimdi abisi.. Kalamarlar alınıp, güzelce temizlenip yıkandıktan sonra, halka halka doğranır..


Sonra şişlere geçirilir. Sos hazırlanır.. sos dediğim, çok basit.. Yağ, pul biber ve sarmısak.. Yağ ve Pul biber el ölçüsü.. Sarmısak, kalamar başına bir diş..



Sonra, efendime sööleyim, bu sos bir fırça yardımıyla şişlere önlü arkalı güzelce yedirilir.. Bu işler Mangal yanmadan en az 3-5 saat önce bitmelidir..

Posted by Picasa

En sonunda mangala atmadan önce, hafifçe un serpilir bu zımbırtıların üzerine..

Sonra, Akşam arkadaşlarınızla oturur, afiyetle yersiniz.. Çok ta çabuk biter.. Halbuki ortalama bir kalamardan onbeş dilim çıktığını varsayarsak, ve mesela akşam sekiz kişiyseniz, 120 dilim kalamarı şişe takacaksınız demektir.. E, halkayı çift taraflı deleceğinize göre 240 adet delik delme işlemi yaparsınız ki, tüketim süresi bu işlemin yanında göz açıp kapamak gibi gelir yapan adama..

Olsun, sevdiğin dostlarla süt içmek için değer bunlara..

Hadi afiyet olssssuuunn..

Cuma, Ekim 27, 2006

Avanta-Lavanta

Memleketimden Ayı Manzaraları

Sabahları yolumu 3-5 yüz metre uzatarak, İkea'da kahvaltı edebiliyorum. Kimseler olmuyor.. Alışveriş merkezlerine böyle anlarda bayılırım ben. Bir kaç kişi..O kadar. Geride çalan güzel bir müzik.. Kahve ve ekmek kokusu..
Şimdi bunlar bir promosyon yaptılar abicim, sabah saat 10'a kadar sınırsız kahve, çay ve içecekler bedava.. Çorba da 1 ytl..
Yani eğer 09,55 civarı orada olabilirsen, çorbanı ve kahveni içip, 1 ytl.ye çıkabilirsin..
Geçen gün yan masada iki delikanlı oturuyor.. Bir tanesi tam ciks ama.. Bööle çene sakal, Dartanyan bıyık filan..Şekil tamamdır yani..
Diğeri O'nun kadar şekilli değil.. Dikkat çekmeyen bi tip..
Ciks arkadaş, diğerine kahveyi çok sevdiğini anlatıyordu.. "Bir kahve makinası alacam evime.." dedi.
"Şööle elden düşme de olsa, iyi bir şey olmalı..Uyanık ol sende..Hani bir yerde rastlarsın filan.."
Sonra etrafına bakınıp, bir kaşını kaldırarak devam etti.."Karşına nerede ne çıkacağı belli olmaz.."

Bi müddet sessizlik..Diğeri hiç konuşmuyor ama..
Ciks: "Yalnız bu avanta kahvenin bi kötü tarafı var.. Beşinciden sonra çarpıntı yapıyo.."

Biraz önce söölediğinde haklı çıkmıştı adam..Sabah sabah İkea'da insanın önüne aniden bi ayı çıkabiliyodu işte..
Bir kaç gün sonrasında kasadaki bir arkadaşla bu promosyonu konuşurken, ben kısaca anlatıverdim bu hikayeyi.."İnsanlar üçer beşer içiyorlar.." diye..
Çocuk; "O bişey mi beyefendi, termosla gelip hem içip hem çaktırmadan doldurup gidenler var.." dedi.

Ulan "Aç bunlar.." diicemm, diil.. İkea'ya gelen bi adam bi tas kahveye muhtaç olamaz..
Avantayı seven bi tür bunlar..
Terbiyesiz..
Görgüsüz..
Öküz..

Cuma, Ekim 20, 2006

DENEMELER (ESSAYS) 2.Alıntı

Yüksek Görevler Üstüne

Yüksek görevdeki kimseler üç bakımdan kuldurlar: devlet başının ya da devletin kulu, ünün kulu, gördükleri işin kulu. Bu yüzden, ne kişiliklerinde, ne davranışlarında ne de zamanlarında özgürdürler.
Yüksek görevlerin tabanı kaygan olur, buralardaki insanın sonu ya yuvarlanmak ya da en azından gözden düşmektir.
Görevini yaparken en iyileri örnek al kendine, çünkü iyiye öykünmek bütün öğütlerin ortak ilkesidir. Bir süre sonra kendi kendini örnek al, eskiden mi daha iyi davranıyordum şimdi mi diye sıkıca bir sor kendine. Aynı görevde bulunup kötülük etmiş kimselerden de örnek almayı unutma, ama onların kötülüğünü anarak kendini pohpohlamak için değil, nelerden kaçınman gerektiğini öğrenmek için yap bunu. Davranışlarını, böbürlenmeden, senden önce gelmiş geçmiş zamanlara kişilere kara çalmadan düzelt, ama iyi örnekleri izlemek gibi, davranışlarınla iyi örnekler vermeyi de kendine amaç belle. Her şeyin başlangıcına dön, işlerin nerede nasıl yozlaşmış olduğunu incele, bu arada zamandan ders al; geçmişten en iyi bugünden de en uygun şeyleri öğren.
Davranışlarının bir tutarlılık göstermesine çalış, böylece insanlar senden ne umulacağını önceden kestirebilsinler; ama çok da katı, dik kafalı olma, kuraldan ayrıldığın yerde neden böyle yaptığını güzelce açıkla. Bulunduğun görevin haklarını iyi koru ama yetkilerini tartışmaya girişme, yetkilerine bağıra çağıra, kavga dövüşle değil, sessizce sahip çık. Ayrıca, senden aşağı görevde bulunanların haklarını da koru, her işlerine karışmaktansa, başlarındaki yönetici olarak kalmayı daha onurlu bir iş bil. Görevinin yürütülmesiyle ilgili olarak yardım iste, akıl danış, sana bilgi vermek için gelenleri, senin işine karıştıklarını düşünerek yüz geri etme, iyi karşıla.
Yetki taşıyan kimselerin başlıca dört kötü yönü vardır;
1. Oyalama,
2. Rüşvet,
3. Kabalık,
4. Yumuşaklık.
Oyalamadan kaçınmak için, işi olanların seninle kolayca görüşmesini sağla, söz verdiğin zamanı unutma, elindeki bir işi sona erdir, zorunluluk olmadıkça birkaç işe birden el atma.
Rüşvete gelince, hem kendine hem de adamlarına rüşveti yasak etmekle kalma, sana gelenlerin rüşvet önermesini de engelle. Dürüstlüğü benimsemek rüşvet almamayı gerektirir ama bu dürüstlüğü sözle de belli etmek, rüşvetten tiksindiğini açık açık söylemek rüşvetçilerin senden uzak durmasını sağlar. Rüşvet almaktan kaçındığın gibi, bu konuda bir kuşku uyandırmaktan da çekin. Düşüncelerini tutumunu değiştiren, ama bu değişikliğin nedenini açıkça söylemeyen kimsenin rüşvet yediğinden kuşkulanılır. Bundan dolayı, düşünceni, davranışını değiştirdiğin zamanlar bunu açıkça söyle, seni böyle bir değişikliğe yönelten nedenleri herkese açıkla, gizlemeye yeltenme. Seninle içli dışlı bir uşak ya da gözdenin de gördüğü saygının nedeni anlaşılmıyorsa, çoğunlukla rüşvet işlerinde bir aracı olduğu düşünülür.
Yumuşaklığa gelince, bu rüşvetten de kötüdür, çünkü rüşvet ancak ara sıra verilir, ama insan başkalarının üstelemelerine, budalaca ayartmalarına kanmaya bir alıştı mı, bunun artık sonu gelmez. Süleyman’ın dediği gibi: “İnsanlara çok yüz vermeye gelmez, yoksa bir lokma ekmek için bile kötülük işler.”
Eskilerin, “İnsanın ne olduğu, yüksek bir yere geldiği zaman ortaya çıkar,” sözü çok yerindedir, burada ortaya çıkan kimisinin iyiliği kimisinin de kötülüğüdür.
Bir kimsenin yüksek onurlar kazandıkça iyileşmesi, yüce cömert bir gönlü olduğunun kesin bir kanıtıdır, çünkü onur, erdemin beşiğidir. Doğada nasıl nesneler yerlerine doğru hızla, yerlerine yerleştikten sonra da ağır ağır kımıldarsa, yüksek bir yere erişmek isteyen erdemli kişi de ilkin tutkuyla ilerler, yetkileri ele geçirince de ağırlaşır. Yüksek yerlere her zaman dolambaçlı merdivenlerden çıkılır, ama değişik partiler varsa, insan yükselme sırasında bunlardan birine girmeli, yerine vardıktan sonra gene eski dengesine dönmelidir. Senden önce gelenlerin anısı karşısında saygıyla sevgiyle davran, yoksa ettiğin yanına kalmayacak, sen onlara nasıl davranırsan, senden sonrakiler de sana öyle davranacaktır.
Konuşmalarında ya da birinin dileğini özel olarak dinlediğin zamanlarda, yüksek bir yerde bulunduğunu sezdirme, boyuna görevinden söz etme, iyisi mi bırak senden “görevinin başında bambaşka bir adam olur,” diye söz etsinler.


Sir Francis Bacon (1561-1626)
Derleyen:H.Yıldırım

Çöküş

MİKROSOFT BİTMİŞTİR..

İzmir'de bişeyinci sanayi sitesi.. Köhne, metruk yerler.
Camda bir yazı dikkatimi çekti..
Microsoft satış noktası..
Üzerinde de bir tebligat.. İcra takibi için bırakılmış..



Üzüldüm be Bill Gates için..


Posted by Picasa

Bu hallere düşecek adammıydı halbusem..

Salı, Ekim 17, 2006

Apartman Öğretileri..

Bu yazıyı okumadan önce burayı tıklayıp Rehavet'in yazısını okumanızı öneririm.

On-onbeş sene önce, bir evliliğe nokta koymuş biri olarak tek başıma bir eve çıktığımda, yalnız gün ve gecelerim oldu. Bir kızımız ve bir erkek köpeğimiz vardı, bu evlilik sonlanırken.. Kavgalı, gürültülü, huzursuz günlerdi. Sonunda kız annesinde, oğlan (köpek) da bende kalarak ayrıldı yollar. (Köpeğimin adı Moro'ydu bu arada..)
İnsan uzunca bir zaman evli kalmışsa, yeni yaşama alışması hayli zor oluyor. Uzun ve bitmeyen gecelerde, uzun ve bitmeyen sohbetlerimiz olurdu Moro ile. Ben konuşurdum, O dinlerdi.
Böyle gecelerden birinde balkondan bakınırken, yan komşularımın kapıdan çıktığını gördüm.
Bir kız çocuğu, bir köpek ve bir karı-koca.. Yutkundum.

"Ulen, iyi mi yaptık, kötü mü?"

"Bak bi yuva dağıldı.."
"Filan-Falan.."


Aynı gece..
Saat 02 suları..(neden suları acaba?)
Uyumaya çalışıyorum..
Gecenin sessizliğinde giderek yükselen sesler..
Kavga sesleri..
Duvarın diğer tarafından geliyor..
Adamın ve kadının bağırmaları..
Lise çağındaki kızın "Yeter artık.. Allah belanızı versin.." haykırışı,
köpek havlamalarına karışıyor..

Kalkıyorum.. Ön tarafa yürüyorum.
Koltuğa yatıyorum..
Moro'da yere, yanıma uzanıyor..

Kavga sesleri artık çok uzakta..

Deliksiz bir uykuya dalıyorum..

Cuma, Ekim 13, 2006

Tarzı sevmem ama, hoşuma gitti.

Kula bela gelmez Hak yazmayınca
Hak bela yazmaz kul azmayınca

Hak kuldan intikam kul ile alır
Dini irfan bilmeyen bunu kul etti sanır

Perşembe, Ekim 12, 2006

KINAMA

Şiddetle KINIYORUM.

Düşünce, söylem ve yazma özgürlüğünü yasaklayan devlet, millet, ulus, kurum, kuruluş, dernek, yönetim, kişi her kim varsa şiddetle kınıyor ve ayıplıyorum.

Hele bunun yapıldığı yerlerde, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik ilkelerinden bahsediliyorsa (ki, Fransız bayrağının üç rengi bu ilkeleri temsil ediyor) o zaman lanetle kınıyor ve ayıplıyorum.

Çarşamba, Ekim 11, 2006

Rationalisation II

Aragazı verenler..

Bir önceki yazıdaki taraflar, yani iktidardaki hükümet ve köşe yazarları arasında, bir başka tip insan daha vardır..

İki tarafa da yakın dururlar..

Renkleri belli değildir..

Sürekli laf taşırlar..

Zekidirler..

İlişkileri iyidir..

Kişileri iyi tanır, verecekleri tepkiyi kolayca tahmin edebilirler..

Ara gazı vermeye bayılırlar..

İstedikleri olduğu zamanda olanlara pek gülerler..

Ve en önemlisi; ne yapacakları belli değildir.


Bağlı olarak eski bir şarkı sözü daha..:))


sağcıyla sağcı solcuyla solcu
çevir kazı yanmasın çevir de çevir
çevir kazı yanmasın devir bu devir
devrim istiyorsanız devrim yapalım
rüzgar nerden esiyor ona bakalım
darbe olsun derseniz darbe yapalım
rüzgar nerden esiyor ona bakalım
sağcıların günüyse sağcı olalım
rüzgar nerden esiyor ona bakalım
solcuların günüyse -hişt- solcu olalım
rüzgar nerden esiyor ona bakalım
herkesi uyutalım yazar olalım
vatan millet üstüne nutuk atalım
bir parti bulalım da üye olalım
hiçbir şey olmasak da bakan olalım

Dönek Türküsü - Timur SELÇUK

Pazartesi, Ekim 09, 2006

O özlenmez mi?

Koko...

6 Eylül 1984, bir bayram sabahı...
İstanbul'dan İzmir'e geldi... Karşıyaka'daki evine bıraktı çantasını... Dışarı çıktı...
Hat boyu diye bilinen yerden yürüyerek şimdiki Girne caddesine geldi... Sola, deniz tarafına döndü... İnşaatlar yeni yeni dikilmeğe başlanmıştı... Birisini gözüne kestirdi...
Ortalıkta kimse yok... İnsanlar ya camiden yeni dönmüşler, ya da yeni kalkmışlar, bayramlaşıyorlar. Bir inşaatın dördüncü katına çıktı ve hiç düşünmeden bıraktı kendini boşluğa...
Reklamı sevmezdi hiç... O yüzden daha tenha ve sessiz olan arka tarafta yapmıştı bu işi...

Ayılıp ölmediğini farketti. Sürünerek, henüz döşemesi tamamlanmamış beton merdivenlerden beşinci ve son kata çıktı bu kez... Balkonların yeni takılmış demirlerine tutunarak, tekrarladı eylemini... Ve bu kez başardı...

26 yaşını sürüyordu. Enka'da bilgisayar programcılığı/elektronik konusunda çok başarılı bir kariyere dümen tutmuştu.

Yazılacak o kadar çok şey var ki, O'nunla ilgili...

"Yazmak yok artık... Bundan sonra eylem var..." satırının altının çizilmiş olduğunu görmüştüm, çok sevdiği kitapta, Üsküdar'daki evinde, odasını toplarken... Martı sesleri Ezan seslerine karışmıştı.


“Bir insan kendisini herhangi bir tutkuya ne kadar kaptırırsa kendi başlarına kişisel niteliği olmayan olaylar ona o ölçüde acı vermeye başlar.”
Posted by Picasa

Pazar, Ekim 08, 2006

Rationalisation

Reyşınılizeyşın ( Rasyonelleştirme)

Akıla uydurma (Ussallaştırma)


Şimdi bak, abicim..
Bu bir psikiyatrik terim.
Yaptığın bir hatayı ya da bir düşünceni (zaman içerisinde) haklı göstermek durumu..
Bunu bizim kültürümüzde en iyi anlatan hikaye; "HOCA'NIN EŞŞEKTEN DÜŞMESİ" dir.
Hani Nasreddin eşşekten düşünce, millette gülünce.., hoca "Ne gülüyonuz yahu..ben zaten incektim.." demiş ya..
Aha işte; o olay..

Şimdi bunu örnekleyelim mesela..
Bir gün hukukçu bi arkadaş anlatmıştı;
"Adam karısını vurmuş.. Öldürmüş..
İlk gün yanına gittim.. Adam pişman.. (Ben ne yaptım yav?) diyor..
Bir hafta sonra gittiğimde, adam (Aslında şöyleydi de.. Böyleydi de..) diye bir takım mazeretlere inanmaya başlamıştı..
Bir sonraki hafta gittiğimde ise, adam neredeyse yüzde yüz haklıydı.. [kendine göre..] Hatta (İyiki de vurdum..) demekteydi."
İşte budur "AKLA UYDURMA.." denen şey..

Yaptığı hataya zaman içerisinde kendine göre, düşüne düşüne, ağır ağır,
sebep bulma, sebep geliştirme.."durumu.."

OYSA;
O hata yapılırken , uydurulan sebeplerin hiç biri yoktur ortada..

YANİ;
Mesela;
Eğer herhangi bir yazı varsa sizi rahatsız eden..
Siz bu hatayı yaptığınızda daha yazılmamıştır ki o yazı..

Şimdi, siz herşeyi unutur..,
her yaptığınız hatayı inkar eder..,
her söylediğinizin sebebini sadece yazılanlara bağlarsanız..,
ve derseniz ki.. "şurada şööle bööle yazıyolar.." diye..
işte o zaman..,
olagelenleri sadece kendi aklınıza uydurmaya çalışırsınız.. ki ona da kimse inanmaz..
Belki.. her söylediğinize kayıtsız şartsız .. sorgulamadan.. düşünmeden inanan ..
biat eden..
annenizin.. babanızın.. hatta belkide bacanağınızın.. ve de bir kaç kankanızın dışında..
Yani aklı başında olan.., kendince düşünebilen..

etki altında kalmayan..,
"illa ki sınıf mümessili olcam." diye karakterini, düşüncesini, insanlığını hiçe saymayan adam..
(eğer adam gibi adamsa..)
inanmaz..İNANMAZ...!

Dolayısı ile..
..bir yazı yazıldığında..

Adam çoktaaan karısını öldürmüş ve büyük bir hata yapmıştır..
Ya da başka bir deyişle Hoca çoktaaan eşşekten düşmüştür.

Sonuç;

"Yazıları ya da yazanları suçlayacağımıza..
Eşşekten nasıl düştüğümüzü anlamaya çalışmak ve aynı hatayı yinelememek gerekir diye düşünmek gerek.." der Abi.

Not( I) :Nasreddin Hoca hatırlatması için teşekkürler Bayraktar..
Not(II):Hata anlaşılırsa telafi yazılarıda yazılır..

Cumartesi, Ekim 07, 2006

Koko ve Beso için..

"Keşke burada olsaydın.."

O hüzünlü gitar soloyu ilk duyduğumda 15'imde olmalıyım. Gitarın açtığı yoldan bir bateri atak yapıyor, sonra bir çığlık, ağır melodik motiflerle ilerleyen parçayı yırtarcasına yükseliyordu: "Hatırlıyor musun, gençliğinde güneş gibi parıldardın/ Şimdi semada kara deliklere benziyor bakışların/ Patlat kendini çılgın elmas / Haydi gel ve parılda!.."

Kimbilir kaç uykusuz gecenin ortağıydı, kapağında yanarak el sıkışan adam olan bu albüm; kaç ayrılık kabusunun, kaç kavuşma hasretinin yoldaşıydı.

"Şimdi aynı akvaryumda yüzen iki yitik ruhuz yalnızca/ Yıllar yılı aynı eski toprakları aşındırarak ne bulduk ki? Aynı eski korkulardan başka... / Burada olsaydın keşke..."

Şarkıya ilham veren adamın gerçek öyküsünü nice sonra öğrendim. (Pink Floyd, Stüdyo İmge, 1996) Adı; Syd Barret'ti. Cambridge Lisesi'nden arkadaşı Roger Waters'la okul çıkışı, burs paralarını barlarda harcar, geceleri motor yarıştırır, sonra uyuşturucu ve seks için eve kapanırlardı. O yıllarda bir yandan gitar çalmayı öğreniyor, bir yandan da Rolling Stones dinleyip, ilerde kuracakları grubu hayal ediyorlardı. 20 yaşına gelince hayalleri gerçek oldu. Syd gitar, Roger bas çalıyor, aynı liseden Rick Wright klavyede, Nick Mason davulda oturuyordu. Gruba isim ararken Syd, hayran olduğu iki cazcının, Pink Anderson'la Floyd Council'in adlarını birleştirmişti. Pink Floyd böyle doğdu.

İlk albümde tüm sözleri Syd Barrett yazmıştı. Yan yana düşen çılgın sözcüklerden şaşırtıcı mısralar oluşturan inanılmaz sözlerdi bunlar... Syd bir dahiydi; ama fazla "uçmaya" başlamıştı. Güne, kahvesine acid atarak başlıyor, günde 3 - 4 kez tribe giriyordu. Cromwell yolunda harabe bir evde, Pink ve Floyd adında, kendisi gibi acid düşkünü iki kedi ve bir sürü insanla birlikte yaşıyordu. 1967'de çevresine bir "duvar" ördü ve hepten içine kapandı. Katıldıkları TV programlarında boş bakışlarla oturuyor, konserlerde saatlerce aynı akorları basıyordu. Sonunda 1968'de, adını verdiği ve ilk albümünün bütün sözlerini yazdığı gruptan kovuldu. Pink Floyd, "çılgın dahi"sini kaybetmişti.

Annesi Syd'i bir sanatoryuma yatırdı. 8 yıl orada kaldı. Bütün gün televizyon karşısında oturup şişmanlıyordu. O, hayattan koparken, Pink Floyd şöhrete kavuştu. Dark Side of the Moon'la hepten patlamışlardı. 1975'te yeni bir albüm için Abbey Road stüdyosuna girdiklerinde tuhaf bir şey oldu. Hep önce müziği yapıp, sonra üzerine söz yazdıkları halde bu kez David'in hüzünlü gitar solosunu duyan Roger, Syd için bir şarkı yazmak istedi "Keşke burada olsaydın" döküldü dilinden... Sonrasını Rick Wright anlatıyor: "Stüdyoya geldiğimde kanepede şişman, iri yarı, kel bir adam oturuyordu. Miksaj masasında çalışmaya başladık. Roger'e adamın kim olduğunu sordum, bilmediğini söyledi. 45 dakika sonra aniden bu adamın Syd Barrett olduğunu fark ettim. Yıllardır onu görmemiştik ve tam kendisi için yazılan bir parçanın vokallerini kaydederken çıkagelmişti. Dişlerini fırçalayıp yanımıza geldi: '- Peki ben gitar kayıtlarını ne zaman yapıyorum?' diye sordu. '- Üzgünüz Syd, gitar kayıtları yapıldı' dedik."

Roger Waters ise o günü şöyle hatırlıyor: "Karşımda iri, şişman, delirmiş bir adam vardı. Üstelik tam 'Keşke burada olsaydın'ı kaydederken gelmişti. Gözyaşlarımı tutamadım. Syd tutkulu insanların yok oluşunun en uç noktasını simgeler. Modern hayatın hüznüyle ancak böyle baş edebiliyordu".

Geçen ay Pink Floyd, 35. yıldönümünü "Echoes" (Yankılar) adlı bir albümle kutladı. 26 eski şarkının yer aldığı albümü alıp CD - çalarıma koyduğumda, 15 yaşında başucumdan eksik etmediğim albümün kapağındaki "tokalaşırken yanan adam" geldi gözümün önüne... Buruk gitar soloylo başlayan parçayı seçtim ve onun hüzünlü tellerine tutunup çeyrek asır öncesine geçtim:

"Hatırlar mısın, gençliğinde güneş gibi parıldardın / Şimdi semada kara delikler gibi bakışların... (..) Keşke burada olsaydın..."

Can Dündar
Posted by Picasa


Şarkı sözleri :)) Part Two

Herkesi zalim, kendini alim, hissetmen bile normal.
Çünkü dışarıda senin gibiler için, özel idman yapıyorlar.
Deli huyundan ya da suyundan mıdır? Anlamadım bu işi.
Ne bu hırçınlık? Ne bu kalbin can çekişi?
Oturuşu, dokunuşu, kendini savuruşu, yüzyıllar boyu aynı.

Sürmedi ilelebet, her şeye muhalefet, olmana bir sebep var mı?
Bunu külahıma, bir de günahıma, girip anlatacak o yürek,
Belki de vardır ama denemem lazım.
Ama sen korkaksın hiç bulaşma,

Yaklaşmazsın gerçek aşka.
Demiş ki benden uzak olsun,
Peki niye her gün ağlıyorsun?
Sebebini seninle gece gezenlere aç bir sor...

Serdar Ortaç/Sor

Cuma, Ekim 06, 2006

Üç..İki..Biiiirrr............

3 FİLM - 2 DİALOG - 1 MONOLOG

Posted by Picasa
-Neler oldu? Önce herşey harikaydı. sonra... Yanlış giden neydi?
-Yanlış olan birşey yok. İnsanlar değişir.
-İnsanlar değişir mi?
-Evet, İnsanlar değişir.
-Eskisi gibi olabilirler mi?
-Bilemiyorum. Sanırım biraz zor... İyi misin?
-Evet.. Bu adil değil biliyormusun. Birşeylere alışırsın ve...
-Biliyorum.

Pleasantville 1998

*****************************


-Kuralları kendi kendine koyanlar, kendi hazlarının basamaklarında kaybolmuş insanlardır.
Yok edilebilir ya da kilit altında tutulabilir..

Ama eğer kendini bir insan olmanın ötesine taşırsan...

..bir fikre tamamen kendini adarsan...

...ve seni durduramazlarsa...

...bütünüyle bambaşka bir şey olursun.

-Nasıl bir şey ?

-Efsane, Mr. Wayne.


Batman Begins 2005

*****************************

"Bunun ne geçmişte olanla ne de gelecekte olacağını düşündüğün şeyle ilgisi var. Bu sadece yol, Tanrı aşkına…
eğer yürüdüğün yoldan keyif almayacaksan, tüm bunları yaşamanın hiç bir anlamı yok.
Ve biliyor musun,
en azı beklediğinde çok daha iyi bir sey çıkabilir karşına, hatta planladığından daha iyisi…”

Along Came Polly 2004 (Along Came Polly için teşekkürler Return2)

Perşembe, Ekim 05, 2006

KEŞKÜL

Saltanatının sınırları geniş diyarlara uzanan bir sultandı. Kibrinin ve gururunun ise sınırı yoktu. Elinden gelse bütün dünyayı eline geçirmek ve mülküne dâhil etmek istiyordu. Sürekli “daha, daha” diyordu. Hiç kimse ondan bir gün olsun “yeterli” veya “Buna da şükür” sözünü duymamıştı. Yeme-içmede, eğlenmede, hakarette, haksızlıkta hep dünden bir adım ileriye gidiyordu. Öyle bencildi ki, iyilik yaparken bile başkalarına ne kadar cömert olduğunu sergilemek isterdi. İşte bu sultan, bir gün sarayının önündeki bahçede yürüyüşe çıkmış gezinirken, yanına başı önünde eğik, elinde dilenci keşkülü taşıyan bir adam yaklaştı. Muhafızlar, dilencinin hükümdarın yanına sokulmasını engellediler. Hükümdar, adamlarına o ana dek hiç konuşmayan dilenciyi bırakmalarını emretti. “Ne istiyorsun?” diye büyüklenerek sordu sultan.

Adamın onun yanına dilenmek için geldiği besbelliydi, ama o bu soruyu yine de sordu, çünkü karşısındakinin kendisine yalvarmasını istiyordu. Bu hep böyle olurdu. Fakirler, dilenciler bir şeyler ister, o onlara fazlasıyla ihsanda bulunur, adamlar bin bir teşekkürle ve minnetle yanından ayrılırken o “Var mı benim gibi cömert?” dercesine sağına soluna bakınır ve etraftaki yağcıların övgü dolu sözlerini kendinden geçerek dinlerdi. Ama bu defa öyle olmadı! Dilenci güldü ve başını kaldırıp sultanın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi: “Sultan hazretleri yoksa benim arzumu yerine getirebileceklerini mi sanıyorlar?”

Böylesine küstahça bir söz karşısında önce ne yapacağını bilemedi sultan. İstese oracıkta dilencinin kafasını vurdurabilir ya da onu zindanlarda çürütebilirdi. Ama, bu dilenci kendisine meydan okumaya kalkmıştı ve bu söz ne kadar ağırına giderse gitsin, ona dersini başka bir şekilde vermeliydi. Evet, kararını vermişti: Onu cömertliğiyle ezecekti. “Elbette ki senin arzunu yerine getirebilirim ey dilenci! Ne olduğunu söyle yeter.”“Çok basit,” dedi dilenci ve dilenirken kullandığı kabı (keşkül) uzattı: “Bu keşkülü parayla doldurmanın istiyorum.” Bu kadar basit bir isteği duyunca rahatlayan hükümdar kahkahalarla güldü: “Bundan kolay ne var?” Yanındaki vezirlerden birisine dönüp emretti: “Bu adamın keşkülü parayla doldurun.” Vezir saraya gitti, dönüşte getirdiği büyükçe bir kese altını dilencinin keşkülüne boşalttı. Normalde keşkülü doldurup taşması gereken altınlar keşküle dökülür dökülmez yok oldu ve dilencinin keşkülü biraz önceki gibi bomboş kaldı.

Sultan ve etrafındakiler gördüklerine inanamadılar. Dilencinin hiç de öyle büyücü bir görünümü yoktu, ama yine de ondan ürkmeye başladılar. Sultan, adamlarını daha fazla altın getirmeleri için saraya yolladı. Ancak, her gelen kesedeki altınlar aynı akıbete uğradı. Dilencinin keşkülüne boşanır boşanmaz, uçup gittiler. Bu keşkül sanki kara delik gibi altınları yutuyordu. Önce saraydakiler, sonra da olup biteni duyan şehir ahalisi toplandı etraflarına. Ne kadar altın ve gümüş boşaltırsa boşalsın, hükümdar dilencinin küçük keşkülünü dolduramıyordu. Şanı, şöhreti, itibarı elden gitmek üzereydi. Ama o “Bütün hazinemi gözden çıkarırım da bu dilenci parçasına mağlup olmam” diye homurdanıyordu. Gerçekten de, altınlar, gümüşler, elmaslar, yakutlar... hazinesinde ne varsa dilencinin keşkülüne boşaltıldı. Ama sonuç değişmiyordu: Dilencinin uzattığı kap bomboştu. Saatler geçiyor, insanlar hayret ve şaşkınlıkla sultanın hazinesinin avuç avuç kabın içinde eriyişini seyrediyordu. En sonunda, sultan mağlubiyetini ilan etti: “Sen kazandın, ama gitmeden önce bana tek bir şey söyle. Bu kabın sırrı nedir?” Hırsıyla, kibriyle ün salan koca hükümdar, sıradan bir dilencinin önünde böyle yalvarıyordu.

Gerçekte, bir dilenci değildi karşısındaki. Ona ders vermek için gönderilen dilenci görünüşündeki bir melekti. Melek “Bu kap (keşkül)” dedi, “insan hırsından yapılmıştır. Ve hiçbir şey onu dolduramaz. Hırsına mağlup olan insan, ister senin gibi sultan olsun ister köylü, kabı hiç dolmayan dilenciye benzer. Dünyanın en güzel sarayları, dünyanın en güzel atları, dünyanın en büyük hazineleri onu doyurmaz. Hatta dünyayı da yutsa tok olmaz…”


Abi'nin notu: Yazarını bilmiyorum.Ancak Keşkül ile ilgili kısa bir not düşmekte yarar var.. Tasavvuf/Derviş edebiyatı ve hayatının önemli olgularından biri sayılan bu kabın çok büyük ceviz tohumlarından yapıldığı söylenir.
Keş yada Keşi; Taşımak ve Kul ise Omuz anlamına gelir ki; Keşkül'ü Dervişlerin omuzlarında yiyeceklerini taşımak için kullandıkları rivayet edilir.

Aklıma gelmişken..

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi

Madde 1: Bütün insanlar hakları ve onurları eşit (!) ve özgür olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik duyguları ile davranmalıdırlar.

Madde 5: Hiç kimseye işkence ve zulüm (!) uygulanamaz, insanlık dışı ya da onur kırıcı biçimde (!) davranılamaz, ceza verilemez (!!!!).

Madde 12: Hiç kimsenin özel hayatına (Kimlerle görüşeceğine, ne konuşacağına), ailesine, konutuna ya da haberleşme ve yazışmalarına keyfi olarak karışılamaz, şeref ve ününe sataşılamaz. Herkesin bu tür sataşma ve karışmalara karşı yasalarla korunmaya hakkı vardır.

Madde 18: Her insanın düşünce (!), vicdan (!) ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din ya da inanç değiştirme özgürlüğünü, din ya da inancını tek başına ya da topluca, açık veya özel biçimde, öğretme, uygulama, ibadet ve ayinlerle açığa vurma özgürlüğünü de kapsar.

Madde 19: Her insanın, düşüncelerini özgürce açıklamaya hakkı vardır. Bu hak, düşüncelerinden ötürü rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmadan bilgi ve düşünceleri, her türlü araç ve yollarla (internet dahil) aramak, elde etmek ve yaymak hakkını gerektirir.

Şarkı sözleri :)) Part One

buralardan hemen gidesim var
yeniden başlama hevesim var
ne varsa attığım içime
cart diye diyesim var
katlanıyoruz herkes gibi malum
açıklarımız kaçıklarımız var
ama hem kel hem fodul takımını
hart diye yiyesim var

çat diye çatlamak üzereyim
neresinden tutup da düzeleyim
ortağı olmuşum düzeneğin
kendimi boğasım var
çat diye çatlamak üzereyim
neresinden tutup da düzeleyim
ortağı olmuşum düzeneğin
herkesi oyasım var

bunlar benim fikrim mi
kısa metraj filmim mi
irfanım mı ilmim mi
yuh diye sövesim var

zihin oyunlarım mı
resmi duyumlarım mı
koyun uyumlarım mı
kah kah gülesim var

umut yok mu her şey boş mu?
dünya alem dut gibi sarhoş mu?

Sezen Aksu/ÇAKKIDI

Çarşamba, Ekim 04, 2006

DENEMELER (ESSAYS) 1.Alıntı

Öç Üstüne

İnsanın yaradılışı, öç almaya çok yatkın olmakla birlikte, yasaların kökten söküp atmaları gereken vahşi bir adalettir öç.
İlk işlenen haksızlık, yasalara bir karşı gelmedir ama bu haksızlığın öcünü almaya kalkışmak da yasayı hiçe saymaktır.
Öcünü alan kişi düşmanıyla aynı olur, oysa hoş görüp geçse düşmanından üstün duruma gelir, çünkü bağışlamak büyük adamlara özgüdür.

Süleyman da, bildiğime göre şöyle der: “Bir yanlışlığı bağışlamak insanın şanındandır.”(1) Olan olmuştur artık, bir daha değiştirilemez, dolayısıyla bilge kişiler ancak şimdiyle gelecekle uğraşır, geçmişte olup bitenlerle uğraşanlar ise boşa zaman harcamış olurlar.
Bir insan ötekine yalnız kötülük olsun diye değil, ya çıkar, ya zevk, ya onur ya da bunlara benzer bir şey uğruna kötülük eder.

Öyleyse, bir kimseye kendini benden daha çok seviyor diye neden öfkeleneyim?

Kafasında durmadan öç almayı kuran kişinin yaralarının iyileşeceği yerde daha da azacağı apaçık bir şeydir.


(1)Kutsal Kitap, Süleymanın Meselleri XIX,11.

Sir Francis BACON (1561-1626)

Derleyen:H.Yıldırım