Pazar, Mayıs 20, 2007

Esrikler İçin Eserek Yaz Rehberi

Zaten; önce esrikten başlamak lazım lafa: Bütün bir yazı hiç ayrılmaksızın İstanbul’da geçirmek, hakikaten esriklere özgü bir teşebbüs; başlı başına. Peki, ilinde gez esrik; Ecevit’in hayalinin en somut kanıtı şu “köy – kent”in en içre yerlerinde…

Kızmayın; sizi şu mega köy – kentin yaz mevsiminde bayatlamaya davet eden eden, işbu derginin editörü. Üzmeyin beni; ben de oniki koca yılın oniki sakar yazını oralarda harcamayı denedim. Kimi oldu, kimi sündü. Şimdi, balkonlarda sabah saat ikiye kadar hıyar tuzlayıp atıştıran ve son günlerde yakası açılmadık sloganları ile Sayın Erdoğan’ın yüzüne yeni kırışlar ekleyen epey rahat bir Ege kentinin evladıyım. Üstelik buraya pek fena aşığım…

Oraları mesken edindiğim zamanlar, her yazı tüketecek nice oyalanmaca vardı. Kimi Büyükparmakkapı Sokağı’nda dizili barlarda gitarın tellerini çekiştirdim; kimi de Tophane’de henüz on yüz bin nargileci yok iken duayenlerin nargilesinden üflediği dumanı kahvaltı niyetine ciğerlerime çektim (Erzurumlular Kıraathanesi’nin ateşçi “Sabri Dayı”sı hâlâ hayatta mı acaba?). Kimi Pangaltı’daki travestilerle gülüştüm; kimi dünyanın en dandik kelle paça çorbasını pişirmeyi umarsızca marifet sayan bıkık mekanlarda üstelik bayat pideyi o bulaşık suyuna eşlikçi kabul edip sabahı buldum.

Hülasa, şu İstanbul zehri enfestir; ben hâlâ tutkunuyum eskinin kurusu, o adrenalin yaratan gece yürüyüşlerinin ayrıca.

Açık Radyo’nun ilk dönemlerinde, bir gece gezgini neo Müslüman var idi… O kişi, Fatih senin Beykoz bizim gezer de gezinirdi şehrin sokaklarında tan ağarana dek. Ertesi gün de gelip radyodan o gezintileri irdeler idi. Çok güzel bir programdı, kişi uzunca saçlı ve dindar idi. Şimdilerde ne cesaret! Hangi maçası mühürlü yek başına yürür İslâmbol’un sokaklarında öyle keyfe keder tan zamanına doğru? Vallahi, “helâl” dediklerinin daniskasına bir örnek de bu zatın cesareti olsa gerek!

Şehirde kalanlara bir rehber tasarlasak, zaman geçirmeye seçenek çok aslında: Ben üç yıldan bu yana megapolünüzde artık turist olduğum için, teslim edin ki pek de güvenilir bir tavsiyeci sayılmam. Yine de “eski günlere istinaden” diyerek, şoför Nebahat Abla tadında kalenderce süreyim kendimi konuya… Yalnız şu eski günlerin içinden çekip çıkardığım önerilerim, biraz “lo-fi” tınlayabilir. Özür dileyerek…

Büyükada: Olabilir; hâtta olanaklı ise her haftasonu gidilebilir. Ada’nın ön cehanındaki sokaklarda gezilip mimariye dair izlenimlerle nice gün tüketilebilir. Ben bisikletle arka kısma bir göz gezdirin derim: “Büyük Tur”. Bizim Sardinia’mızı bisiklet kiralayanlar size niteleyecektir. Martılara da biralı ekmek atmayın lütfen!

Az ileride, körfezin tahmini imkânsız bir yerinden vadi aşağı bir gümüş patlaması olmuş. Sanırım kimse henüz olayın farkında değil...

Oldu bittiye gelen bir felaketin iki dakika sonrası misâli,
Herkes diğerini ürkütmekten korkarak göz ucu ile gümüşe bulanmış denizi gözlüyor.

Uzakta iki gemi, gümüş denizinin orta göbeğinde bizden bihaber;
Dikkat çekmemeye çalışarak bekleşiyor.

Tuzla sahiline uzanıyor gümüş bulamacı; dalga dalga...
Biz ise Tuzla’ya değil, Büyükada’ya gidiyoruz vapurca.
(26 Eylül 1997, Bostancı, İstanbul)


Dolapdere: Kağıthane Belediyesi’nin on bilmem kaç yıldır bir türlü şekle sokamadığı Haliç sonunu gezmektense, akşamüzeri gezintileri için yeğdir. Bilgi Üniversitesi’nin kampüsünün karşısına düşen sokaktaki “müzisyenler kahvesi”ni sorun; bir sandalyeye çöküp çayı söyleyin. Sohbet edin, o güzel adamlar o gece nerede çalacak öğrenin ve uyarsa onlarla beraber mekanın yolunu tutun. Pazar günü Apik İşkembecisi’nin arka sokağında bit pazarı var; ıskalarsanız üzgün olun.

Badehane: Odun sobası ile ünlenmiş, sonra Asmalımescit’in genel dekoruna tadını kaçırmadan uyum sağlamış güzel durak. Sokakta dizili masalardan birine kurulun ve içeceği söyleyin. Çay falan da içmeyin; illâ onu içecekseniz karşıdaki bodur taburelere alalım sizi. İki saati aşarsanız, nicedir görmediğiniz ve hayatınıza bir şekilde iz çiziktirmiş bulunan insanları göreceksiniz. Acele acele yürüyor olacaklar bir yere. Onları durdurun ve değişmiş gsm numaralarını kaydedin.

Sarıyer: Rize’ye falan gitmeye gerek yok; meydanına varın ve bir günlüğüne Karadenizli olmanın tadını çıkarın. Sahilden gerisin geriye yürün ve eski Rum mahallelerini gezin. Mimariye ve eski esnaf dükkânlarına bakın. İpod’dan Vamvakaris eşliğinde..

Kurtuluş: Akşam sekizden sonra Eşref Efendi Sokağı’nı boylu boyunca yürüyün, kafanıza plastik top nişanlasınlar; canınızı sıkmayın. Zaven Amca’nın bakkalını sorun, ondan bir çokoprens alıp yukarı, “cadde”ye tırmanın. Aç iseniz, Göreme Muhallebicisi’nde tavuk suyuna çorba için. “Yağsız olsun ama” diye not düşün garsona. Televizyonda maç olabilir, izleyin.

Kuruçeşme: Karaköy’den yürüyerek gidin, canınız çıksın. Ortaköy’den, plastik şişeye hapis ve sıcak birkaç şişe bira ve ekmek alın. Köprünün ayaklarını geçer geçmez, parkın içinden kıyıya yürüyün. Ailecek balık tutan ve bunu bir rutin ritüel olarak kabul eden bazı insan grupları teşhis edeceksiniz. Gözünüze tütmekte olan bir mangal kestirip yanına ilişin. Balık bol; herkes ne tuttu ise birbiri ile paylaşıyor. Mahallin demirbaşlarının tadına doyulmaz sohbetlerine kulak verin. Bira biterse, millet arasında para toplayıp nöbetleşe yolun karşısındaki benzin istasyonuna elçi gönderiyor.

Kabataş Parkı: Şöyle bir olay vuku bulmuştu 1993 yazında… Hiç konuşmayan bir arkadaşımla parkta banka oturmuş; zaman öldürürüyoruz. Aslında zamanın geçip gitmesini izliyoruz, her anına pür dikkat kesilerek. Yanımızda bir seyyar köfteci dikiliyor ve adam gözlerini bizden hiç almadan bıçağını biliyor sürekli… O sırada, kayıkların yanından ikisi kız, biri oğlan üç uzun boylu Çinli çıkageliyor. Oğlan, sol elinde ve açıkta bir akustik gitar tutuyor. Üzerinde “Jesus” çıkartması var. Korelilermiş. İki gospel çalıyor ve hep bir ağızdan söylüyoruz. Köftecinin gözleri büyüyor ve elinde bıçağı ile gelip yanımızda duruyor. “Merhaba” diyor Koreli oğlan köfteciye. O sırada arkamızdaki ağaçtan İngilizce mırıltılar eşliğinde bir adam düşer gibi yanımıza iniyor ve Korelilerle konuşmaya başlıyor. Üstü başı çaput ama aksanı NYC. Konuşmayan arkadaşım köfteciye gülüyor; o da “değdirilmiş dede” diyor. Soruyorum; “kim?”. “Dede. Nevyork’ta kalmış bu uzun süre. Birgün parkta otururken bir adam gelmiş karısı ile ve beraber bir yere gitmişler. Adam buna zorla tecavüz etmiş… İyidir, çok bilir ama işte…..”. Konuşmayan arkadaşım bana dönüp soruyor: “İkon Mehmet nerede acaba şimdi?”. Onun İkon Mehmet dediği, şimdi ismini anımsayamadığım ama Bostancı ve Adalar ahalisinin çok yakından tanıdığı jet ski virtüözü yaşlı adam.

Darıca: Arabalı vapurdan her baktığımda, bu şirin ilçemizin sahili beni cezbediyor. Orada, kırk sene öncesinin sayfiyeliğinden kalma bir elektrik var sanki… Trenle İzmit yapmayı unutmayın bir kez bile olsa bu yaz; özellikle Tuzla – Hereke hattında hiç görülmeyen bir İstanbul saklı. Kendi köşesinde yaşayıp giden bir ağaç gibi orada İstanbul. Haydarpaşa’da başlayın: Mehmet Arif Derbend, “Yalnız Balayı”. Pendik istasyonunda inin ve ara sokaklarda bir bank, köşe ve saire bulup kitaba devam edin. Tekrar trene ve Darıca’da inin. Oraları güzel mi, değil mi; Darıca Gençlerbirliği idmanda mı, benim için bir bakının.

Sultançiftliği: Geri dönün… Yoğurt aldıysanız, naylon torbada dik dursun.

Bu rehber sizi kesmedi ise üstadım Tarık Sipahi’nin peşine düşün; adını kollayın. Esas doneler hep ondadır, ben ise bir çırağım sadece…

www.myspace.com/leomalandro

bir Leo Malandro yazısı.. Teşekkürler Leo..

4 yorum:

KUGUU dedi ki...

Ikon Mehmet hala jetskisinin tepesinde vapurlarla yarisa ve akrobasiye devam ediyor:)

Adsız dedi ki...

İstanbul'a çok gittim ama pek bilmem hala.. Bir-iki yer var ki, çok merak ediyorum, birincisi Adalar; sanki gitsem orada ayrı boyuta geçecekmişim gibi geliyor (eski Türk filmlerinin etkisi sanırım) gidimeli faytona ve bisiklete binilmeli.. ikincisi Hisarlar; Gene eskiye dönüş, kendini tarihin içinde hissetmek, hayal gücünü beslemek.. üçüncüsü Pier Loti; laci/beyaz kareli masa örtüsünde çay bardağım duracak (bu, büyük bir taviz, ne espresso ne bol köpüklü türk kahvesi) müzik dinleyip, karşılara bakacağım, az rüzgar da olmalı ve o günü yaşayacağım..

ABİ dedi ki...

kuğuuu.. tanıyon mu hakkaten İkon'u?

espresso...
gerçekten Pier Loti rüzgar ister..

ben en son adalar'a return2 ile gitmiştim..çok soğuktu..
ama içlerimiz çok sıcaktı..

Adsız dedi ki...

merhaba,
abi sizin istanbul'unuza bayıldım :) evet, ikon mehmet hala jetskisiyle gelen giden vapurlara eşlik ediyor.arada bir kaç yürek hoplatan hareket de yapıyor, şaha kaldırıyor mesela jetskisini, aniden indiriveriyor filan. sahi kimdir bu adam? bir rivayete göre çok zengin bir ailedenmiş (rivayete gel)..
sevgiler

habbele