Pazar, Ekim 28, 2007

Salmon ve Ayı..

Akıntıya karşı yüzmeye çalışan tek balık cinsi Salmon ve Alabalıklardır.
(Salmon, Salmon Trout ya da Rainbow Trout gibi..)

Sıradan balıklar, diğer balıklarla beraber, akıntı yönünde yüzdüğünden, herhangi bir tehlikeyle karşılaşma riski çok azdır.

Ama,
tek başına,
akıntıya karşı durmaya çalışan Salmon balığının,
hayatının herhangi bir döneminde bir ayı ile karşılaşma riski, normal balıklara oranla çok yüksektir.


Cumartesi, Ekim 27, 2007

Bundan Sonrası - M. Kerem DOKSAT

BUNDAN SONRASI

Olan oldu ve devletin başındakilerin basiretsizliği, gafleti veya dalâleti (ne derseniz deyin) sonunda ortalık sokaklara kaldı. Başbakanımız hâlâ bizi oyalayan, kötü ötekileri suçlayan nutuklar atıyor, “anlatıyoruz ama anlamıyorlar” filân diyor. Anti-Türk oyununun baş tezgâhçılarından İngiltere’ye (Büyük Britanya İmparatorluğu) biat ediyor, birkaç gün sonra da diğer tezgâhçı Amerika Birleşik Kuvvetleri’ne gidip onları “ikna etmeye” çalışacak.
Hâlen muazzam bir millî refleks doğmuş durumda ve her tarafta şehit analarının ağıtları, babalarının ve kardeşlerinin gözyaşları var. Halk infiâl içerisinde.
Medyada bal gibi sansür var ve pek çok münferit olay gizleniyor. Sokaklarda Türk Bayrağı’nı eline almış ve beş on arabalık çeteler hâlinde dolaşan, gözleri dönmüş, biraz “şık” gördükleri araçları durdurup içindekileri döven, hastahânelik eden, kendilerine Ülkücü diyen kişiler dolaşıyor. Bunlar tabii ki kışkırtıcıların işi ama bir noktadan sonra kışkırtıcılıyla kışkırtılan karışır ve zincirleme reaksiyon sürer.
Ayrılıkçı Kürtler (artık kimsenin pek inanmadığı başlıkla “PKK’lılar”) ise henüz toplu hâlde, vur kaç eylemleriyle icrâ-i faâliyet etmekteler. Çünkü onlara akıl veren var, stratejik davranıyorlar. O aklı verenler hemzaman (simultaneous) olarak aleyhimizde soykırım kararları veriyorlar. Rice ve Amerika Birleşik Kuvvetleri bir gün “bu işi hâlledeceğiz”, ertesi gün “bu iş pek zor” derken gâyet plânlı davranıyorlar. Bâzı hüsnüniyetli köşe yazarlarının sandıkları gibi kafası filân karışık değil yâni. İyi polisi de, kötü polisi de onlar oynuyor. Bush’un da bir aba bir sopa göstermesi mutat ahmaklığından kaynaklanmıyor, bilakis, kendini çok iyi oynuyor.
Buradaki Hâince Hesap:
Pavlov’un şartlı refleksler tecrübelerinde ve müteakip çalışmalarda tesbit edilen bir bulgu şudur: Hoş uyaran sürekli olarak nâhoş uyaranla beraber verilince, bir süre sonra hoş olanla nâhoş olanın karışması ve yoğun ikirciklik (ambivalansa) ortaya çıkar. Yâni şartlı reflekslerin sönmesi (extinction) için bir başka yol da “uyaran karmaşasıdır”. Bu tablo anomiye ve kaosa yol açar.
Şimdi, ülkemizde olup bitenlere bunu tatbik edelim: Önce günlük olaylara karşı verdiğimiz şartlı refleksler bilinçli terörizasyonla söndürüldü. Bunu önceki yazılarımda anlatmıştım. Şimdiki hedef ise millî reflekslerin söndürülmesidir ve mekanizma tamamen aynıdır. Her gün onlarca, yirmilerce şehit haberi geliyor, insanlar ayakta, kadınlar askerlik şûbelerine gidip müracaat ediyorlar. Bunlara zâhiren bakıldığında “bu millet nihâyet uyanıyor” diyoruz. Şimdilik bu doğru, hâttâ bu travma belki de bizi kendimize getirecek.
Ama sürekli olarak “şehitlerin kanları yerde kalmayacak”, “hâinlere gereken ders verilecek”, “bunlar örgütün son çırpınışları” vs. denip hiçbir şey yapılmadıkça, her beyanın arkasından daha beter bir katliam haberi geldikçe, bir süre sonra bu millî refleks sönmeye, hâttâ geri tepmeye başlayacaktır.
Bu tür zıt mesajlara psikolojide “double-bind: çifte açmaz” denir ve muhatabın dağılmasına yol açar. Âileler, analar, babalar bir süre sonra çocuklarını askere göndermemeyi tercih etmeye başlayacaklardır, çocuklar da gitmek istememeye…
Çünkü “nasıl olsa hiçbir şey değişmeyecek, bâri gidip ölmeyeyim” düşüncesi başlayacaktır. Bunu da “saldırganla özdeşleşip onu benimseme: identification with the aggressor” mekanizması takip edecektir. Bu da terörü sokağa taşıma regresyonunun (rücû) yanı sıra, “adamlar haklı, verelim gitsin” şeklindeki yılgınlık düşünceleri iyice pekiştirecektir. O derece ki, aynı âilenin farklı düşüncedeki fertleri arasında dahi itiş kakışlar yaşanacaktır.
Sonuç: Şimdi tam zamanıdır. Ya gerçekten ve kat’î olarak herkese net mesaj veren somut adımlar atılacak, ya da bu dava kaybedilecektir. Askerin acelesi, hükûmetin ise oyalamasının psikolojik temelinde bunlar var.
Türk milleti kendisini teşkil eden dinî ve etnik havuzların hepsinin üzerinde, onları da kapsayan ama hepsinin üstünde olan bir Geştalt’tır. Yâni, “bütün, kendisini meydana getiren parçaların toplamından fazla ve farklı bir şeydir ve bâzı unsurlarının tadilâtıyla yâhut tamiratıyla ortadan kalmaz”.
Göreceğiz bakalım, bizden söylemesi… Başka ne gelir ki elden!

Cuma, Ekim 26, 2007

Anakondi Pilavına protesto..



görüntüler bbc'de sansüre uğramış ve yayımlanmamışmışmış..

kadın sizce "waaarr criminal.." mı diyor?

Perşembe, Ekim 25, 2007

Bir mektup

Degerli Rotaract Dostlarim,

Izmir Cigli Rotaract Kulubu uyesi olarak , bulundugum 58.Piyade Komutanliginda yaklasik 3 aydir vatani gorevimi yapmaktayim.
Son gunlerde yasanan teror olaylari ve saldirilari sebebiyle meclis tarafindan Kuzey Irak’a asker gonderme tezkeresi cikarilmistir. Bu sabah itibari ile tum Turkiye’deki askeri birliklerdeki butun izinler iptal edilmis olup , onumuzdeki hafta icinde terhislerin de iptal edilecegi beklentisi icindeyiz.
Sevgili Rotaract Dostlarim, Kuzey Irak’a gonderilen birlikler icinde benimde icinde oldugum 58.Piyade Birliginden yaklasik 3000 asker sevkedilecek. Bizlerinde onumuzdeki haftalar icinde Kuzey Irak’a gidecegimizin belli olmasi sebebi ile sizlere belki bu son mektubu yaziyorum.
Komutanlarimiz bizlere surekli moral veriyor ve buyuk bir savasa hazirliyorlar. Son gunlerde gerek denetlemeler gerekse birlik tatbikatlari olmak uzere buyuk bir hareketlilik var.
Acikcasi sag olarak geri donup donemeyecegimizin endisesi icindeyiz.Asla karamsar bir kisilige sahip degilim ancak bu sefer durum gercekten cok ciddi.Buradaki butun arkadaslarimiz ailelerimizle ve dostlarimizla helallestik.
Sizlerden hakkinizi helal etmeyi diliyor , olursek geri kalanlarin bizleri unutmamasini istiyorum.
Barışta ve savaşta,karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde Milletime ve Cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet , kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu,Türk sancağın şanını canımdan aziz bilip icabında Vatan, Cumhuriyet ve vazife uğruna seve seve hayatıma feda edeceğime namusum üzerine AND İÇERİM......

Piyade Cavus Orhan SENGUL
58.Piyade Alayi
2440.Bolge Izmir / Cigli Rotaractor

Salı, Ekim 23, 2007

Bertold Brecht

auf der mauer stand mit kreide

"sie wollen den krieg."
der es geschrieben hat
ist schon gefallen.

duvara tebeşirle yazılan

"savaş istiyoruz!"
en önce vuruldu
bunu yazan.

Bertold Brecht



"Feyzbuk - ne feyz buldum ne buk"

Fırat kardeşimizin facebook'a atfen internet türkçesiyle yazdığı mac-tube.

Link-Lenin: http://promatheuss.spaces.live.com/blog/cns!D80135627F0E525E!660.entry

Pazar, Ekim 21, 2007

Mim/eslie..

Ben nota bilmem, Leslie’nin sonatında ve M.F.Ö. “majörler tükendi, minörlere yolculuk” dediğinde öğrendim minör hüznünü.. Ve, şu 12 sayfayı tekrar okuma cesareti için, minör yüklü ilk iki parça müthiş seçim..

M.Ö.:) bu kitabı okuduğumda (-ki, “Bana Dair”de de bu kitabın düşündürüp, hissettirdiği hüzünden etkilenmiş 1-2 cümlem vardır) O’na, o yıllarda ve takip eden her yıl, şu an da dahil, hep sorma isteği duymuşumdur Leslie’yi bir simge gibi görüp. Yıllar geçip de geriye baktığında, geride bıraktığı acaba Leslie olabilir miydi? Ya da, bulduğunu düşündüğü gerçekten Leslie’miydi? Yoksa, imparatorluğunda, hala yalnız mı? diye..
Ama hiç soramadım, asla da soramayacağım..



Bildiğim, ya da şu an hatırlayabildiklerim “pandomim, mimoza, tamim, bir de eski şirketimden Maydanoz Samim”.. Böylesi bi mim'le yeni karşılaştım, bu nedenle acemimliğimi hoş görün:)
Yüksekliği göz hizama gelen, yaklaşık 120 yıllık kütüphanemin önüne geldim, gözümü kapayıp, en üst rafın (-ki, dar olduğundan, daha eski ve nispeten diğerlerinden kısa olan kitapları mecburen buraya koyarım) solundan, sağa doğru işaret parmağımla tırrrrrrrrrrrr taramaya başladım, gönlüme göre bir yerde durup, gözlerimi açtım. Aman Allahım, tırnağımın ucundaki belki de kitaplığın en ince kitabı!! eee, n’oolcak şimdi?!
………..
Çare tükenir mi? Hayır..
1-8-7 rakamları yan yana gelmiş 187 oluvermiş. Torpilli mim olur da, Kandırık mim olmaz mı?
18 inci sayfaya geldim, 7 satır saydım, işte size 1-8-7 yanyana.. 187’yi tamamladığımıza göre Y.Erdoğan’ın Hüzünbaz Sevişmeler’inin, denk gelen ilk paragrafı.. “Simitleri gerçekten gevrek ve sıcaktı vapurdaki simitçinin. Simitleri satılsın da para kazansın diye bağırmıyordu, bir gerçeği dile getiriyordu insanca. Ama kimse inanmıyordu. Adam inanıyordu ve belki de bu yüzden buluştu gülücükleri, vapurun çok kuytu bir yerinde. Suya baktı Adam, sudaki yüzüne, kendisine. Kim, nerede ve ne zaman kendisidir? Deniz, parıltısı gözde yansıyan, mavilere giyinik bir sonsuzluktu o zaman.. Mavi’den siyah’a kaçak ve mor’a meyilli, alışık gözlere yeniyeşil gökkuşakları sunmaya üretken çılgın bir ıslaklık.. Islandı gözleri.”

Oje

Saat: 09,30
Sabah kalktığımızda, A.W. gece düşünde teröristlerle boğuştuğumuzu, sonra karakollara düştüğümüzü, sıkıntılı bir gece geçirdiğini anlattı.. "Hayırdır." dedik, kapadık konuyu..

Saat: 13,20
Referandum için oy kullanmaya gittik. Hep berâber. Lina'da var.
Lina oy kullanmaya "Oje'ye gitmek." diyor.. Parmağın boyanması hesâbına..
Kimseler yok sayılır. Dikkatimi çeken tek şey, Karşıyaka Yelken Kulübünde ilk kez gördüğüm kara türbanlı ve kara elbiseli görevli bir kadındı, seçim sandığının yanında.
Oyumuzu hemen kullandık, imzâlarımızı attık. Bir bayan "parmağınızı uzatın." dedi.
A.W. kibarca, parmağına bu mürekkebi döktürtmek istemediğini söyleyip dışarı çıkmaya hazırlanırken, olay âniden büyüdü..
Şöyle;
Kadın, "Dökücem, dökücem.." diye bağırınmaya başladı. Diğer bir kişi bana "Siz?" dedi, "Bende istemiyorum.." dedim.
-Döktürtmek zorundasınz..
-Böyle bir kânun maddesi varsa bize gösterin, ayrıca son seçimlerden sonra, bunun son olduğu, bir daha mürekkep kullanılmayacağı televizyon ve gazetelerde yazmıştı. İstemiyoruz.
-Mêmur beeey..

Son derece iyi bir yaklaşım gösteren biri sivil diğeri resmî iki polis, "N'oldu beyefendi..?" dediler.. Anlattım.
O sırada A.W. dışarı çıkmıştı ama içeriye iyi giyimli başka bir karı koca girmişti.
Adam bana dönerek "Ne yâni.. Neden sürdürmüyosun ki? Herkes sürdürüyo işte.." gibisinden cümleler edince , gülümsemişim sanırım..
Adam, "Niye gülüyosunuz.. Bunda gülecek ne var?" diye ikinci defa çullanınca, dayanamayıp,
"Siz benim için iki parmağınıza birden sürdürün, isterseniz.." dedim.
"Sen de ayak parmağına sürdür o zaman.." diye cevapladı adam beni..
"Bunun bir ileri adımında, nerene sürmen gerektiğini söylersem, burada kavga çıkar yalnız.." dedim, mutlu seçmene..
Cevap vermedi. (İyi ki..)

Ben de çıktım. Yürürken polisler, "Beyefendi gidemezsiniz. Tutanak tutulacak." dediler.
Peki deyip, dışarıda beklemeye başladık. Saat 13,30 civarıydı.
On dakika sonra, başka bir polis, ekip geleceğini ve orada beklememiz gerektiğini söyledi.
İkiye on kala gelen başka bir sivil polis, karakola gitmemiz gerektiğini söyledi. Tamam dedik. Kapıda, içerideki "İllâ sürjem.." namlı bayanın yazması gereken tutanağı bekledik, biraz daha..
Nihâyet, tutanak geldi.
Olayı anlatmıştı iki cümleyle ancak altına "Görevli mêmura siz ayaklarınıza sürün diye hakâret ettiler.." diye bir cümle eklemişti.
Polisin beni tutma çabasına rağmen tekrar içeri girerek, kadına "Böyle bir şey oldu mu?" diye seslendim.
Oldu tabi, diye yanıt verdi.
Dedim ki;
Sâdece bazı anormâlliklere başkaldırdığımız için, bizi dışarıda yarım saat beklettiniz, üç satırlık tutanağı yazamadan.. Bunu böyle olduğunu biliyorsunuz..
Ve yine biliyorsunuz ki, ben bu konuşmayı size değil, burada bana karışan, ne yapacağımı bana üstelik kaba bi şekilde öğreten başka bir seçmen arkadaşa yaptım.
Akşam yatağınıza yattığınızda bunu düşünün ve bu tutanağın altına yazdığınız son cümlenin sâdece başımıza belâ açmak üzere oraya kendiliğinizden yazdığınızı hatırlayın..

Hiç bir şey söylemediler. Çıktım.
Bir sivil polis direksiyonda, bir bayan polis mêmuru ön tarafta, arkada ise ben, A.W. ve Lina yollandık Karşıyaka Karakoluna.

İfâdelerimizin alınması bir saatten fazla sürdü. Karakol âmiri ve iki sivil arkadaş son derece olumlu davrandılar.. Ama işler uzun sürüyordu işte.. Eğer onlar olmasa daha da uzun sürecekti, buna emînim.
Bir ara polislerin kendi aralarında, yeni bir tutanak tutulduğunu, Yelken Kulübünden aldırılması gerektiğini konuştuklarını duydum. On-on beş dakika sonra gelen tutanakta "o son cümle" kaldırılmıştı.
Bu arada karakola gelen kelepçeli suçlular da dâhil herkesle Lina'nın tanışma çabalarını izledik..
-Senin adın ne?
-Homur homur..

Bu işler bittikten sonra yanımıza verilen bir bayan memur ile savcılığa sevk edildik. Orada da biraz bekletildikten sonra, Nöbetçi Savcı tarafından ifâdelerimiz alındı.. 16,30 civârında serbest kalmıştık.
İstememe rağmen, ne tutanağın, ne polisteki ve ne de savcılıktaki ifâdelerimizin fotokopisini vermediler.
Şimdi dosyamız mahkemede incelenecek. Belki dâvâ açılacak. Belki cezâ verilecek, bilmiyorum.

Biraz önce evimize dönebildik, sabah katledilen mehmetçikleri ve devletimizi anarak..
Bir Ojeli gün daha, böyle bitiyor..


Sağ tarafta adliye koridorlarında turalayan Lina görülüyor.. Saat 16 ya geliyor..

Perşembe, Ekim 18, 2007

Torpilli Mim-Leslie'nin Mektubu

7.Oda'nın beni mim'lemesinden iki gün sonra..
Bugün..


Yanıbaşımda duran Yalancının Pokeri adlı Michael Lewis kitabına baktım.. Sonra vazgeçtim.. Çünkü şu anda bu kitapla ilgili bişeyler yazabilecek durumda değilim..

Sonra içerde, kütüphâneye gittim. Bir Karaoğlan cildi aldım.. Bu kez sayfalarını saymak zor geldi..

Öyle boş gözlerle bakarken, elim önce Elia Kazan'ın iki ciltlik Uzlaşma'sına ve daha sonra Robert Musil'in inşaatlarda tuğla olarak ta kullanılabilen Niteliksiz Adam I'ine gitti.

Açtım kitapların 178'inci sayfalarını.. Hoşuma gitmedi kardeşim işte.. Arrah Arrraahh..

Sonra âniden, hayâtımın en önemli kitaplarından ve hattâ en önemlisi diyebileceğim "Sonsuza Uzanan Köprü"yü gördüm.

Ve yine tabî ki 178inci sayfayı açtım. Okumaya başladım..
Bi kaç sayfa sonra, Leslie'nin mektubunun başlarında, içimden "yaa bu 178 diildi galiba.. Sanki 187ydi?" dedim.. 7.Odaya döndüm baktım.. Evet.. 187'ydi.

Sonra.. 187 ye gittim.. Baktım ki.. "Mektubu yine aldım, tekrar okudum ve yine çöpe attım." diye giren bi cümle ile başlıyordu..
Sonra "var bu işte bir hayır" diyerek,178 ilâ 189 arasını, yâni 12 sayfayı, yâni girişi ve mektubun tümünü size okutmaya karar verdim..:)


Okumayanlara, eğer bulabilirlerse, kitabın tamâmını çok fenâ tavsiye ederim.

Kendi krallıklarını kurduklarını zanneden, etrâfındaki duvarlardan içeriye hiçbir kadını sokmayan, sevmeyen, sevilmeyi istemeyen erkeklere, Leslie'nin cevâbıdır bu satırlar..
Hayatlarını bir satranç oyunu, sâdece bir mantık silsilesi gibi gören ve bu yüzden mutsuz olmuş tüm dost ve tanışlarıma, sevgilerimle..
Abi..





















Bu arada, bana düşen de; Espresso, Jubelum, SuKabağı ve Türkekırgın'ı mimlemektir..

107 ELENA.. Her zaman favorimdi..

Seni Beklerim..



Yalnızlık Ömür Boyu..



Agora Meyhânesi..



ve tabi ki.. Bayhan......:))))))))

Salı, Ekim 16, 2007

Bizi tırtıklayan bankalara tokat

Kardeşim Türk Eğitim-Sen Nevşehir şubesi yıllık kredi kartı aidatı için açtığı davayı kazanmıştı. Bununla ilgili yapabileceklerinizi web sayfasında yayınlamış: http://www.nevtes.org/ Bu arkadaşlara e-mail atarak da gerekli dokümanları isteyebilirsiniz. info@nevtes.org
Sanıyorum hesap işletim ücreti adı altında kesilen dayanaksız harçlar için de ayrı başvuru yapmanız gerekiyor.

Önce bankanıza yazacağınız dilekçede kredi kartı aidatınızın iadesini talep edeceksiniz. Gelen cevaba göre Eğitim-Sen'in direktiflerini aynen uygulayın. Kararlar bireysel verildiğinden her müşteri kendi başvurusunu yapmak durumunda. Sonuç kesin müşteri lehine olurmuş.

Ben radikal davranıp geriye dönük tüm aidatların iadesi için başvurmayı düşünüyorum. İkinci bayram ikramiyesi mahiyetinde :)

Bankakırgını

ESMERALDA

Pazartesi, Ekim 15, 2007

Mikiforoş 2007

Arkadaşlar,

Her ne kadar, benim hâlen hayatta idrâk edemediğim şeyler olsa da, bir şeker bayramını daha idrâk etmiş bulunuyorum.

Legro'nun da bahis ettiği kipin, ben Ege taraflarındaydım. Tatbîkattı, tekneydi, bottu derken bayağı bir eylemde bulunmuşum ki, yorgun ve bîtap haldeyim. Dokuz saat uyumama rağmen, şu anda içiyor olduğum (present continious tense) kahve ile kendime geliyorum..

Terörsüz, trafik problemsiz (radar cezâsı hâriç) bir geziydi.

Beş kez mangal yakılır mı yaa..? (Kahrolsun N.âbi, yaşasın özgürlük..) Daha doğrusu üç gece kalıp beş kez mangal yakılır mı? Bir tanesinde kömür yetmediği için yanda bir mangal ilâve yapıldı hadi.. O tamam..

Peki dün sabah kahvaltısında mangal'da sucuk partisi yapılır mı ya? Ayıptır Doktor..

Ekmek arasına koyduğum köz biber ve sucuğu, sabahın dokuzunda yukarı katta kalan Belçikalı Kurt'a vermeye çalıştığımda (ki bu kişi, adı bizâtihî Kurt olan bir Belçika vatandaşıdır. Köpek cinsi diil yani. Bayaa bi adam.) kendisinin bir mangala bir de bana garip garip bakarak "No, tenks, ay was in hospitıl yestırdey, ayv gat olsır.. -saol almiim, dün hastânedeydim, ülsermişim.." demesine şaşırdım be yaw.

Olsır Molsır.. bi parça ısır.. di mi? Heyhat..

Ben hep bi yerden daldım.. Diğer yandan çıktım.. Sonra bi o kıyıdan, bi bu kıyıdan.. Ööle işte.

Geçmiş bayramınız mübârek olsun.


Perşembe, Ekim 11, 2007

Vesile..

Sevgili Blogdostlar,

Bendeniz, şu an îtibârı ile bir kaç gün yokum.. Muhtemelen günde bir kaç kez bakabilirim bloğa.. Dolayısı ile, yorumlarınızın blogda görülmesi biraz vakit alabilir..
Ama bayram üzeri Berceste'nin bile bir yoruma onay vermesi birbuçuk saat tuttuğuna göre,::)))
artık beni mâzur görürsünüz herhâl..

Ha, bu arada şu önümüzdeki bir kaç gün ortalıkta görünmeme nedenim,
"Görevin Abi, tabi eğer kabûl edersen, Nikoforos 2007 tatbikâtını, Cos adasının doğusuna bakan karşı kıyıdan izlemendir." diyen ve sonra fısss diye dumanlar çıkararak kendi kendini imhâ eden bir âleti, bu sabah yastığımın altında bulmamdır..

Hepinizin bayramınızı yürekten kutluyor, bütün blog âleminine hayırlar getirmesini temennî ediyorum.

Hörms..

Abi

Pazartesi, Ekim 08, 2007

Ayıptır Annatması..




Siz, benim daha önceki z.çmalı hikâyelerimi biliyo musunuz, bilmiyorum.

Geçenlerde, bi sabah, İkea'da kahvaltı ettikten ve kahvemi içtikten soora, sen karnım, bi bur, bi bur.. Bi dur ya.. Yok arkadaş.. Gittim tuvaaalete.. Elimde de bi adet İzmir-Life dergisi.

Tabi, tuvaaalette dergi koycak raf yapmamışlar.. Yuh dedim.. (içimden.)
Bakındım falan.. Aaa. Yukarıda bir askı var, şööle yukarıya doğru kavisli.. Tekli ama.. Hani tek bişey asabilirsin oraya.. Ööle ya.. Neden ikili, üçlü portmento gibi askı yapsınlar, kaç kişi gircez ki.. ?
Neyse abicim. Kıvırdım hafiften İzmir layfı.. Dengeledim tekli askının üstünde.. Durdu yukarda.
Bir güzel tuvalet kağıtlarıyla döşeme yaptım oturağa.. Şööle iki üç kat.. Nası ossa kağat bedava..
İndirdim pantolu.. ooOOhh. Hafif bi müzikte geliyo tepedeki aparlô'dan.. Bi de kız konuşuyo arada yumuşak yumuşak.. "İşte ecibici kartınıza bin taksit.." filan..
Derken, tam muamelenin ortalarında, o güzelim kızın sesi gitti yerine panik atak geçiren başka bi kızın sesi şööle dedi..: "Tüm personelin dikkatine.. Şu anda mağazamızda kod 99 uygulanmaktadır.. Güvenlik birimleri. Kod 99."


Astiiir.. Daha yarısı duruyo.. Kod 99 ne ki lan?
İstermisin bi terör eylemine mıçarken yakalaniim..

Die Hard-Zıç.. Hani Bruce emmi hep içerde bi b.k yaparken, teröristler o binaya gelir ya, ahanda valla bak.. Aynı duygular..

Şindi tabe, hemen bitirip yırtmak lâzım olay mahâllinden.. Bilmiom ki, no'oluyo dışarda..
Derken aynı anons bi daa. Hem daa ataklı ve daa panikli. Arrah Arraahh..
Abicim, ben yarım marım toplaniim ve ikileyim dedim.
Tam toparlandım, o sırada İzmir Layf dengesini kaybedip çaat diye yapıştı mı yere.. Ama ööle bi düştü ki, bööle tam tuvaaalet fırçasının yanına, kapak üste gelmek üzere, sanki biri onu oraya okunması için koymuş gibi.. Bayaa bi helâ ambiyansı yane.

Fotorafını çekçek vakıt yok, vakıt.
Vakıt, Nakıt o sıra..
Belki helânın kapısında bildiğimiz gerillâyla boğuşçam, ne biliim.. Bloğa resim çekçem diye harbiden b.k yoluna gitmekte var..

Bi hışım çıktım tuvaaaletten, aa bi baktım, ahâli yemeğini yiyyo.. Sâkin durum.. Ben yine de uyuzum ya ortamdan.. Belkim teröristler erkeşe "Normal davranın." diye emir neyin vermiştir, ne biliim.
Tam o sırada sakin bi bayan sesi " Kod 99 durumu sona ermiştir. " dedi..
OOoohh.. Döniim mi lan geriye.. Yok yok.. Eve kadar idâre ederim. Hattâ belki bi dahaki İkea'ya kadar bile tutulabilinir bi pozisyon var artık.

Biraz yürüdüm.. Asansörün orada benden uzun bi kadın duruyo.. Güvenlikçi apla.

"Afedersiyiz, Kot doskandokus nedir?"
"Çocuk kaybolma alarmı, Sir."

O sırada az bi şey kaçırmış olabilirim..

Pazar, Ekim 07, 2007

Google meyvelerini verdi

Kardeşim google'da gördüm. Birgen Air bilem varmış. Çakılma hadisesi bilem var.

İkigen içün şirr yazmış biri. Oldum olası şirrden hazetmediğimden 974 hitin sebeplerini sorgulayaraktan paste ediyom:

İKİGEN SONSUZLUĞU (974 Hit)

Ben her fırtınaya bir kanat verdim
Yollara düşemediğim bundandır şimdi
Nicedir silindi defterimden
Özgürlük diye bir sözcük, üç heceli

Her duyguda bir ikigen sonsuzluðu
Ne yapsam birbiriyle hiç kesişmeyen
Kendimi savurduğum sularda
Anaforlanarak geri dönüyor birden

Yalnızlık diye bir sözcük, üç heceli
Sen kaleminle bir daha geç üstünden

Ahmet Erhan

(Not: Site deniz feneri reklamları eşliğinde yayın yapıyor. Hafif kıllandım şirr(şiir) perisinden. Bi de anafor kelimesini cümle içinde kullanırsanız sevinirim. Zikişgen de 3 heceli Sayın Erhan :) )Ayar kaçmadı umarım ahali. Pardon yani. Bana kriz geldi...

Herneyse,

Kalın salıncakta. Alsancak'ta.

Cuma, Ekim 05, 2007

Şengen ülkeleri

Genleri şen olanlara şengen denir. Şengenler kendi aralarında serbest dolaşır. Eski demir perdeliler birer birer şengen olunca şengen sayısı katlandı. Yabancı genler, bir şengenden vize aldımıydı tüm şengenleri ziyaret eder; biliyorsunuz zaten. Şengenler 21 Aralık itibariyle 24leyecekler. Yalnız kara sınır kapıları için geçerli. Yılbaşı kıyağı yani. Mart 2008'de havayoluyla girebilceniz. Deniz yolunu sorcanız artık dışişlerine, konsoloslara.

Kimler zaten şengen: Almanya, Avusturya,Belçika, Hollanda, İsveç, Finlandiya, Danimarka, Lüksemburg, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan.

Kimler hem şengen hem dış gen: İzlanda, Norveç (AB üyesi değil ama şengen)

Kimler yeni şengen: Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Litvanya, Letonya, Malta, Polonya, Slovakia, Slovenya.

Kimler şen ama cins gen: İrlanda, Britanya (bunlara ayrı vize alcan)

Kim oldum olası cins gen: İsviçre (ayrı vize alcan, kaynak yapma, düzgün sıra yap)

Kim uzak gen: Bölünmüş Kıbrıs adası (güneye giderken vize alcan, alabilirsen tabi, en kolay Apo vize aldıydı (istersen referans göster yani:), kuzeye giderken kimlik kartın yeter, Yeşil hatta dolaşmak isteyenler Birleşmiş Milletlerle görüşebilir, İngiliz üsleri ile ilgili Kıbrıs'taki İngiliz büyükelçiliğine müracaat ediniz, Erenköy askeri bölge, etrafında yeşil hat var. Deniz yoluyla belki, karayoluyla rum tarafına geçerekten, sağa sola sapmadan ulaşırsın)

Türkiye, hem ziyaret hem ticaret gen ülkesi olduğundan sınır kapısında parayı bastıran yabancı gen, vizeyi aldığı gibi giriş yapar. Fazla kalırsa mecburen türkleşir.

Perşembe, Ekim 04, 2007

AKP, germe karikatüristleri!




Gülecek bir şey kalsın




s o r u ?

İnat bilmez babam, inat yapmaya başladı..:))

Acaba diyorum, makinaların eskimesinin yanı sıra, insanların yaşlandıkça çocuklaşmalarının bir nedeni de, koşmacalarla birikim yapan yıllar ve orta yaşın ağırlığından yorulup, sorumsuz mutlu çocukluk günlerine dönme özlemi mi?

Salı, Ekim 02, 2007

Haydaa..

Dün gece, "Aptal bir deneme"nin 9. bölümünde Serkan'ın (ki tamâmen hayâl mahsulü bir isimdir.) hayâtını kurtarıp, hikâyenin sonunu bağladıktan sonra, yatmama yakın, üye olduğum bir hisse analiz sitesine girdim.. İlgilendiğim kağıtla ilgili bir yorum, filân var mı diye..
Aaa... bi baktım.. Özel bir mesajınız var diyo.. Açtım, baktım..
Kimden gelmiş dersiniz? :::)))

bu otobanın ışıkları hep yanacak..

Daha önce de dedim ya, bu otobanı, bu fotoğrafı seviyorum ben.

Bu otobanın ışıkları hep yanıyor. Hep de yanacak..
Halâ bilincine varamayıp, ahkâm kesiyor olsak da, zaman tasarruf zamanı. Su bitiyor, elektrik bitiyor, orman bitiyor, hatta sevgi bitiyor.
Uzmanlar avaz avaz gazetelerde, televizyonlarda bağırıp duruyorlar. Şu kadar metre küp su, şu kadar ay dayanır.. Duya duya, Gamlı Baykuşa döndük. Ormanlar için yıllardır dinliyoruz ama, bin meşe palamudu, bin kokmuş köfte oldu. Sancho Panza'nın gerçekçiliği yel değirmenlerinde takıldı kaldı. Teksas'lar, Don Kişot'lar, Kızıl Maske'ler, Tom Braks'lar, tüm kahramanlar kifayetsiz kaldı ve orman kuytularında, yandı bitti kül oldu..

Komşu komşu huuuu...

İnsanlar robotlaştı, bencilleşti. Bulaşıcı hastalık gibi, diğer ikisinden bencilliği gören, kendini korumak adına, zırhını giydi, güzelliklerini, sevgisini hapsetti kuytu bi yerlere. Sevgi hep 2'ye 1 mağlup karşılaşmalarda.

Komşu komşu huuuuuu......

Diyeceksiniz ki, madem zaman herşeyi kısıtlama zamanı, devir herşeyden tasarruf devri, "Bu otobanın ışıkları neden hala yanıyor?"
Çünkü, çünkü arkadaşlar, Sevgi Işığıyla aydınlanıyor burası. Buraya sevgisi bol insanlar uğruyor. Sevgi zenginleriyiz biz, hiç kısar mıyız sevgimizden..
Bu yüzden, işte bu olağan mükemmel sebepten, burası hep ışıl ışıl parlayıp, göz kamaştıracak..

Yelkovana yükledim sevgimi, günün her anında sizlere serpiştirsin diye..:)