O hüzünlü gitar soloyu ilk duyduğumda 15'imde olmalıyım. Gitarın açtığı yoldan bir bateri atak yapıyor, sonra bir çığlık, ağır melodik motiflerle ilerleyen parçayı yırtarcasına yükseliyordu: "Hatırlıyor musun, gençliğinde güneş gibi parıldardın/ Şimdi semada kara deliklere benziyor bakışların/ Patlat kendini çılgın elmas / Haydi gel ve parılda!.."
Kimbilir kaç uykusuz gecenin ortağıydı, kapağında yanarak el sıkışan adam olan bu albüm; kaç ayrılık kabusunun, kaç kavuşma hasretinin yoldaşıydı.
"Şimdi aynı akvaryumda yüzen iki yitik ruhuz yalnızca/ Yıllar yılı aynı eski toprakları aşındırarak ne bulduk ki? Aynı eski korkulardan başka... / Burada olsaydın keşke..."
Şarkıya ilham veren adamın gerçek öyküsünü nice sonra öğrendim. (Pink Floyd, Stüdyo İmge, 1996) Adı; Syd Barret'ti. Cambridge Lisesi'nden arkadaşı Roger Waters'la okul çıkışı, burs paralarını barlarda harcar, geceleri motor yarıştırır, sonra uyuşturucu ve seks için eve kapanırlardı. O yıllarda bir yandan gitar çalmayı öğreniyor, bir yandan da Rolling Stones dinleyip, ilerde kuracakları grubu hayal ediyorlardı. 20 yaşına gelince hayalleri gerçek oldu. Syd gitar, Roger bas çalıyor, aynı liseden Rick Wright klavyede, Nick Mason davulda oturuyordu. Gruba isim ararken Syd, hayran olduğu iki cazcının, Pink Anderson'la Floyd Council'in adlarını birleştirmişti. Pink Floyd böyle doğdu.
İlk albümde tüm sözleri Syd Barrett yazmıştı. Yan yana düşen çılgın sözcüklerden şaşırtıcı mısralar oluşturan inanılmaz sözlerdi bunlar... Syd bir dahiydi; ama fazla "uçmaya" başlamıştı. Güne, kahvesine acid atarak başlıyor, günde 3 - 4 kez tribe giriyordu. Cromwell yolunda harabe bir evde, Pink ve Floyd adında, kendisi gibi acid düşkünü iki kedi ve bir sürü insanla birlikte yaşıyordu. 1967'de çevresine bir "duvar" ördü ve hepten içine kapandı. Katıldıkları TV programlarında boş bakışlarla oturuyor, konserlerde saatlerce aynı akorları basıyordu. Sonunda 1968'de, adını verdiği ve ilk albümünün bütün sözlerini yazdığı gruptan kovuldu. Pink Floyd, "çılgın dahi"sini kaybetmişti.
Annesi Syd'i bir sanatoryuma yatırdı. 8 yıl orada kaldı. Bütün gün televizyon karşısında oturup şişmanlıyordu. O, hayattan koparken, Pink Floyd şöhrete kavuştu. Dark Side of the Moon'la hepten patlamışlardı. 1975'te yeni bir albüm için Abbey Road stüdyosuna girdiklerinde tuhaf bir şey oldu. Hep önce müziği yapıp, sonra üzerine söz yazdıkları halde bu kez David'in hüzünlü gitar solosunu duyan Roger, Syd için bir şarkı yazmak istedi "Keşke burada olsaydın" döküldü dilinden... Sonrasını Rick Wright anlatıyor: "Stüdyoya geldiğimde kanepede şişman, iri yarı, kel bir adam oturuyordu. Miksaj masasında çalışmaya başladık. Roger'e adamın kim olduğunu sordum, bilmediğini söyledi. 45 dakika sonra aniden bu adamın Syd Barrett olduğunu fark ettim. Yıllardır onu görmemiştik ve tam kendisi için yazılan bir parçanın vokallerini kaydederken çıkagelmişti. Dişlerini fırçalayıp yanımıza geldi: '- Peki ben gitar kayıtlarını ne zaman yapıyorum?' diye sordu. '- Üzgünüz Syd, gitar kayıtları yapıldı' dedik."
Roger Waters ise o günü şöyle hatırlıyor: "Karşımda iri, şişman, delirmiş bir adam vardı. Üstelik tam 'Keşke burada olsaydın'ı kaydederken gelmişti. Gözyaşlarımı tutamadım. Syd tutkulu insanların yok oluşunun en uç noktasını simgeler. Modern hayatın hüznüyle ancak böyle baş edebiliyordu".
Geçen ay Pink Floyd, 35. yıldönümünü "Echoes" (Yankılar) adlı bir albümle kutladı. 26 eski şarkının yer aldığı albümü alıp CD - çalarıma koyduğumda, 15 yaşında başucumdan eksik etmediğim albümün kapağındaki "tokalaşırken yanan adam" geldi gözümün önüne... Buruk gitar soloylo başlayan parçayı seçtim ve onun hüzünlü tellerine tutunup çeyrek asır öncesine geçtim:
"Hatırlar mısın, gençliğinde güneş gibi parıldardın / Şimdi semada kara delikler gibi bakışların... (..) Keşke burada olsaydın..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder