Cuma, Ağustos 31, 2007

raptiye



Arkadaşlar..
bir arkadaşımın uyarısı üzerine gugıl sörç'e "ah be abim" yazınca, http://ahbeabim.blogspot.com/ diye başka bir bloğun varlığını keşfetmiş bulunuyom.

Anladığım kadarı ile Nisan 2007'de kurulmuş olan bu bloğa baktım.. baktım..
Ve Bloğun sahibi olduğunu sandığım Sayın Fatih Aksoy abi'min :) sıkça kullandığı deyimi ile.. "Bu da geçer ya hu.." dedim..
Nası? ii demiş miyim?

Allah'tan yarın sonbahar başlıyor..

Endişeli Koruyucular..:)

Biz içimizden bazılarının sistemin temeline bomba koyacağı endişesi ile yaşadığımızdan, olayları doğal akışı içinde gelişmeye bırakamıyoruz. Bu bir yandan steril olgularımızın her türlü mikroba karşı duyarlılığını korumaya devam etmesine neden oluyor öte yandan bizi bazı "koruyucularımızın" görevlerini kötüye kullanma tercihlerinden doğan faturaları ödemekle karşı karşıya bırakıyor.

Tanol Türkoğlu'nun yazısının tamamı için tıklayın.

Perşembe, Ağustos 30, 2007

Sâhi, Sâhibi kim?

Berceste'nin dünkü yorum-sorularından ve geçen gün yüzyüze görüştüğüm başka bir blogger arkadaşımın sorularından bu konuda yazma ihtiyâcı hâsıl oldu.:)
Bu blogta, ben hâriç dört yazar daha var.
Onlar, kendi yazılarını benim hiçbir onayım olmadan yazıyorlar.
Ancak Onların yazıları ve benim yazılarıma gelen her yorum, benim onayımdan geçmeden yayınlanmıyor.
Bildiğiniz gibi blog ayarlarında, gelen yorumu onaylamadan hemen yayınlayabilme seçeneği var. Ancak bazı ayarı olmayan insanların abuk subuk ayarsız yorumları, beni ayarları bu şekilde ayarlamaya ayarladı.
Burada ise bir adet mail adresi kullanabiliyorsunuz. Dolayısı ile gönderilmiş olan bir yorum önce benim mail-box'ıma düşüyor. Onaylayınca da yayınlanıyor.
Bazen, meselâ dün, saat 17.00 gibi net ortamından ayrılıp eve saat sabaha karşı 04.00 civârı zurna misâli dönünce, yorum onayı ve yayını gecikebiliyor.
Bu konu "El vermek" ya da "Tekel" olayı değil.
Meselâ, üj-bej günlüğüne ya da onüj-onbej günlüğüne bir yere gidecek olsam, o zaman elbette ki, kendilerine de danışarak, diğer dört yazardan bloğu hiç olmazsa günde bir kaç kez kontrol edebilecek olan birisinin mail adresi verilerek konu halledilir.
Ama ben kiiim? Öyle uzun bir tâtil kim?

Umarım tatmin edebilmişimdir.

Bu arada sevgili Bercy,
Dün gece saat 02.48 îtibârı ile, bir partinin sonlarına yaklaşırken, havuzda yüzüyordum.:)> Üzgünüm. :)>

Çarşamba, Ağustos 29, 2007

Fastidious Horses

Sıfır Noktası "Önceleri...." başlıklı yazısında bir Rus şarkısından söz edince.. bende o yazıya bir yorum bırakırken aklıma geldi bu sahne ve şarkı yine..

White Nights (1985) adlı filmin bir sahnesinde Mikhail Baryshnikov sahnede tek başına dans eder. Arka plânda, Vladimir Visotsky tarafından icrâ edilen Fastidious Horses çalar. Bu şarkıyı çok aramış ama bulamamıştım.

Soğuk savaş dönemini son derece güzel anlatan bu filmin soundtrack'ine bu şarkı yine soğuk savaş nedeni ile konmamış ve yayıncıları suçlanmıştı.
Hadi bi de youtube'ta arayayım dedim ve buldum.. Görüntüyle birlikte ama olsun. Daha da güzel..

İzleyin bakalım, dünyanın en iyi balletlerinden biri ya da kimilerine göre en iyisi olan Baryshnikov'un dansını, Visotsky'nin müziğini ve her ikisini duygusunu.. Beğenecek misiniz?

Tek problem, videonun sesi çok düşük.. Sesi çok açmanız gerekiyor..


Salı, Ağustos 28, 2007

Ahmet Arif...

Beşikler vermişim Nuh’a
Salıncaklar, hamaklar…
Havva anan dünkü çocuk sayılır.
Anadoluluyum ben,
Tanıyor musun?
***
Utanırım,
Utanırım fukaralıktan
Ele güne karşı çıplak
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma
Bir başıma ve uzak
Biliyor musun?
***
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar,
Nazlı, seher-sabah uykularımı...
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmış üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah, ne sultan!
Göçüp gitmişler gölgesiz!
Ve dayatmışım…
Görüyor musun?
***
Nasıl severim bir bilsen,
Köroğlu’yu
Karayılan’ı,
Meçhul askeri…
Sonra Pir Sultan’ı ve Bedrettin’i…
Sonra kalem yazmaz
Bir nice sevda…
Bir bilsen
Onlar beni nasıl severdi,
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı,
Minareden, barikattan.
Selvi dalından ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterdim,
Duyuyor musun?
***
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarıda, derste, sırada,
Yürü üstüne-üstüne,
Tükür yüzüne cellâdın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının,
Dayan kitap ile
Dayan iş ile
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile.
Dayan, rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım;
Namuslu, genç ellerinle…
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası,
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?
***

EN ZAMANLARIM..

Ben Onu, en güzel zamanlarımda buldum. En neşeli, en cıvıl cıvıl, en havai, en genç, en aşka aşık olduğum zamanlarımda..

Bilirsiniz, hani ayakları bir türlü yere basmaz insanın, kanatlı iki meleksinizdir, ordan oraya neşeyle uçuşan. Hiç bir şeyin gücü yoktur, sizi saran o ışıltılı, yumuşacık, toz pembe hareyi delip, ikinize ulaşmaya..
Sonra işe girilir, evlenilir, çocuklar olur ve yaşam zordur. Kızmayın bana, sıklıkla hayatın gerçeği budur.. Çok kanat çırparsınız, çırpınırsınız havalanmak için ama nafile, ayaklar yere basmak zorundadır. Çoğunlukla mutlu ama aralara zorluklar, acılar serpiştirilmiş bir sürecin içindesinizdir. Kocaman ve onlarca dişlisinden hepsi farklı tarafa dönerek çalışan camdan bir makina.. Müthiş bir sistem.. Bakımı zordur, çok kişi beceremez ama gerekenler dikkatlice yapıldığında, tıkır tıkır, aksamadan çalışır. Teknik ister, bilgi ister, özverili non-stop mesai ister, fizik kimya coğrafya ister, felsefe mantık güzel sanatlar ve hatta edebiyat ister, hepsinin ötesinde de duygu ister..
Ayarlar, dengeler öyle hassastır ki, sırça çarkların vidalarını, ne onu çatlatıp kıracak kadar fazla sıkacaksınız, ne de fazla gevşek bırakıp, birbirinden kurtulup, dağılmasına sebep olacaksınız..

Ben Onu, en yorgun, en bezgin, en kendimi yitirmiş, en hayatın üzerime geldiği, en işkolik, en mutsuz, en ona ihtiyacım olduğu, en aşka aşık zamanlarımda kaybettim..

----------------------------------------
her nerdeyse..
her kimleyse..

Pazartesi, Ağustos 27, 2007

Her neredeyseniz..

Sevgili Dostlar..
Ben de farkındayım üç-beş gündür burada bir şey yazılıp çizilmediğinin.. Kuğuu endişelenmiş meselâ. Çok sağolsun.
Özel bir durum yok. Benim birkaç gündür işim vardı. Daha bir kaç gün de olacak. Aslında çok şaane bişi için hazırlanıyorum. Eskiden günlük işlerim hâricinde blog ile uğraşırken, şimdi o işe bakıyorum. Ne olduğunu da bi kaç gün sonra yazabilirim.
Çünkü..
Burayı takip eden birine bir sürpriz hazırlanıyor.
Şimdi anlatırsam..
O'da burayı TIH diye tıhlarsa.. sürpriz shit yoluna gider.
Durum bööle..
On the other hand.. (Dîger taraftan..)
Espresso en son ayın onsekizinde Çeşme yolunda Highwaystar'dı. Hâlâ haber yok. No'oldu ben de bilmiyorum. Ama merak ediyorum.
Su Kabağı desen; Bodrum dönüşünde.. "AAaa. burada neler olmuş.. bana biraz müsaade..Okiim ben acık.." dedi.. Ve sesi kesildi..
Eh, Jubelum'un sesi zaten çıkmıyor ne zamandır.
Arada, Allah'tan Türkekırgın destek oluyor.. Ama yazı, ama c-box neyim..
Ben derseniz.. wallahi yazacağım en az beş-altı konu var aklımda ama henüz o işe konsantre olamıyom. Siz azcık katkı maddeli nektar ile idâre edin anacım.
Ben bi kaç güne buradayım.
Bu arada,
Elif, Gülçin, Rehâv@, Return2, 7.Oda, Berceste, Sıfır Noktası, Kuguu, Espresso, Su Kabağı, Jubelum, Gamze, Naad, Türkekırgın ve adını hatırlayamadığım ama buraya arada da olsa bakan, yorum ya da yazı yazan, ya da yazmayan herkese bir armağandır çalan şarkı..
Her neredeyseniz..
Her kimle iseniz..

Perşembe, Ağustos 23, 2007

Hi-Rea-New-Saw the Playgirl at Bell-Rock


Benazir Gusto ile Sofia Moron karışımı...Haşeması sürpriz; Apo beğenir mi bilinmez.

Salı, Ağustos 21, 2007

gülmeli mi, ağlamalı mı?

Develi, Manisa'nın Saruhanlı ilçesine bağlı bir köy.
Bundan iki yıl önce Develi köylüleri parti parti, dernek dernek, sendika sendika gezdiler.
"Köyümüze çöplük yapacaklar, bizi kurtarın" diye yardım istediler.Kapılar yüzlerine kapandı.

TKP'ye geldiler. TKP yöneticileri, hukukçularla, tarım uzmanlarıyla, çevrecilerle birlikte harekete geçti, "Develi çöplük olmasın" kampanyası başlattı.
TKP'liler Develi halkına hukuksal, siyasal, örgütsel, eylemsel destek verdi. Çevre dostu, değerli avukat arkadaşım Şehrazat Mercan, titiz bir hukuk mücadelesi yürüttü.
Sonunda idare mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi, çöplük projesi durduruldu. Bu arada Develi halkı ile TKP kaynaştı, akraba gibi oldu. Develililer de TKP kimliğini benimsedi, sevdi, sahiplendi. Öyle ki, köyde düzenlenen şenliklerin, keşkek günlerinin onur konukları TKP'lilerdi .

Seçim günü geldi çattı. Sandıklar açıldı. Sonuçları veriyorum.
Çöplük projesinin sahibi AKP, 194 oy alarak birinci parti oldu.
DP 164 oy, MHP 72 oy, CHP 55 oy, GP 7 oy, SP 2 oy, LDP 2 oy, HYP 1 oy aldı.
Develi halkıyla gece gündüz çalışan, çöplük projesinin durdurulmasına önayak olan TKP ise rakamla "0", yazıyla "sıfır" oy aldı.


22 Temmuz 2007 seçimlerinin sonucunu "siyaset sosyolojisi" ve "sosyal psikoloji" alanındaki akademisyenlerin enine boyuna incelemesi gerekiyor.


Yazıyı bana postalayan arkadaşıma yazarını sordum.. "Bırak yazarını, gerçek olup olmadığını bile bilmiyorum." dedi ama ben gerçek olma ihtimâlini yüksek gördüğümden paylaşmak istedim..
Teşekkürler Sönmez..:)

Pazartesi, Ağustos 20, 2007

N.K. için..:(

Galoşları giydim, bir de maske verdiler.. Onuda taktım yüzüme, girdim odasına..
Komadan çıkmıştı.
Çok hâlsizdi.
Konuşamıyordu.
Konuşmaya çalışıyordu. Tam anlaşılamıyordu söyledikleri..
Yalnızdı odasında..
Kimse yoktu yanında.
Pis duvarlara bakıyordu yatağı..
Eğer başını biraz oynatıp sağ tarafından dışarı bakabilseydi, balkonda, rüzgârdan sürekli çarpan şeyin, bozuk dolap kapağı olduğunu görebilirdi.
Sinir bozucu takırtıyı mutlaka duyuyordu ama mecâli yoktu oraya bakacak.. Kafasını sadece aşağı yukarı hafifçe oynatabiliyordu..
Bana ya da Mehmet'e gözlerini çevirerek bakabiliyordu yalnızca..

Çıktık.
Bir banka oturduk Mehmet'le..
Birer sigara yaktık.
Bir televizyon ve bir player alıp odasına koydurmaya karar verdik.
Pis duvarlara bakmasın diye..
Biraz daha güzel zaman geçirebilsin diye..

Ben çok şey paylaşmıştım, şu anda hayata tırnakları ile yapışmaya çalışan bu adamla..

Cuma, Ağustos 17, 2007

Pictures of Home

Im alone here
With emptiness eagles and snow
Unfriendliness chilling my body
And whispering pictures of home


işte benim müziğim, türüm budur..
gerçektende bir kaç gündür evde yalnızım ve babalar nasıl çalıyor biliyormusunuz?
ve yalnızken yüksek volüm nasıl oluyor, anlıyormusunuz..?


Orgy the Great Monument


Sabah'tan gaste yazıyodu. Paşamın resmini bloğa kazandırıyım dedim:)

Fenomen


Jon Lord..
Bir fenomendir.
Dinlemekte olduğunuz Bach yorumu da kendisine aittir.
Ancak, çok ama çok sevdiğim, her seyredişimde ve dinleyişimde tüylerimi diken diken eden bir çalışması vardır ki.. BURADADIR..
İndirin ve seyredin.
O'nu seyredin.
ADAMIMI SEVECEKSİNİZ..

Çarşamba, Ağustos 15, 2007

Yürrü be Ali Abi..

Dönüş biletimin üzerinde Kalkış Saati 22:45 Kasımpaşa yazıyordu.
22:15'te Etiler, Levâzım taksi durağından bir araba çağırdım. On-oniki dakika sonra, yani 22:30'dan bir kaç dakika önce Kasımpaşa'da, ..... turizmin Avrupa yakası merkezindeydim.

Sâkin bir İstanbul akşamı diye düşündüm kendi kendime. Sonra, yirmidört saat önce İzmir'de aynı firmanın merkezinin ne kadar kalabalık olduğu geldi aklıma.. Dün Pazar'dı ama.. Herkes İstanbul'a dönüyordu tabi.. Bugün Pazartesi akşamı.. Kim ne için gitsin di ki İzmir'e bu saatte..
Yazıhanenin yanında bulunan üç beş servis minibüsünün bir tanesinin ön farını onarmaya uğraşan iki kişi vardı.. "22:45 gelecek di mi?" dedim.. Kafası arabanın kaputuna gömülmüş olandan değil de, O'nu dalgın dalgın seyreden diğerinden, "Tabi.. tabi.." diye geldi, yanıt.
Bir sigara yaktım.. içemiicem ya zıkkımı şimdi bir müddet..
Bir kaç kısa telefon konuşması..
Allah Allah..
Bir kaç dakika sonra 22:45 olacak.. Hiç bir hareket yok terminâlde..
"Olm, şimdi bir şey sormassın.. soora sormadığın için bi halt olur.. soora da basîretim bağlandı filân dersin kendi kendine.. yürü biraz kurcala şu işi bakiim.." diyerek girdim yazıhaneden içeri..
İki tane corç var içeride.. (Komple tikiyiz..)


-İyi akşamlar arkadaşlar..
-İyi akşamlar abi..
-22:45'te bi sorun mu var?
- ........
-Arkadaşlar bi sorun mu var..?
-Abi, 22:45 diye bi araba yok ki.. 22:15 vardı.. Çoktan gitti.
- ........ (Has..tirr..)
-Geç kalmışsınız..
-Ööle mi.. Burada ne yazıyor..? (Biletin üzerindeki yazıyı göstererek..)
- ......... (Komple Sarıyız..)


Sonra bir anda sâkin İstanbul gecesi bir kâbusa dönüşmeye başladı..
Uğultu hâlinde, heyecanlı telefon konuşmaları..
"Araç nerede şu anda?"
"Biraz soora Ataşehir'den yürüyecek.."
"Na'apçaz?"
"Lanoolum, adam haklı.. Salakmısın. Na'apçaz diyosun hâlâ. Yetiştircez.."
"Rıfkı abiiii..burada bi adam var.. aracı bekletiin.."

...

Tikilerden biri diğerine "Kimle gönderelim?" diye sordu. Diğeri " Tabî ki Ali abi ile.." dedi.
"Ali abiiii.." diye bağırdılar, bizden başka kimsenin olmadığı terminâlde.
Ve Kahramanım Ali abi çıktı, karanlığın içinden. Yanında bir de yardımcısı vardı. Durumu çok kısaca anlattılar..
Ali abi, bana servis minibüslerinden birinin kapısını açarken "Buyrun beyefendi.." dedi, Rutkay Aziz'e benzer bir ses tonuyla..
Ali abi direksiyonda, muavin yanında, bende arkada tek başıma.. Kasımpaşa'dan çevre yolu yönüne doğru yarım bi spin atarak ve tekerleklerimiz cayırdayarak çıktık yola..
Saat gece ona on vardı.. Ve Otobüs on dakika sonra hareket etmeliydi Ataşehir'den.

Ali abi gittikçe yoğunlaşan trafiğin içinde her türlü varyeteyi yaparak kullanıyordu aracı.
Saat Onu biraz geçerken köprüye yeni geliyorduk. Manzara hiç hoş değildi. Gişeler fenâ hâlde Lemandı. İlk telefon orada çaldı. Ataşehir'den arıyorlardı. Ali abi "Gişeler çok kötü.. Buradan çıkabilsek beş dakika sonra oradayız." dedi telefondaki adama.. (Yalandı tabi.. Kendi bile inanmıyordu söylediklerine Rutkay Ali..) Ve o arada sağ taraftan bir yan yola girdi.. Bayağı bir kazancımız olmuştu ama yan yolun sonlarında yine önümüzde bir sürü araç vardı. Tek uyanık Ali abi değildi tabi, İstanbul'da.. Ve o yolun sonunda yine gişelerin önüne çıkabilmek için normal trafiğe dönmek gerekiyordu.. Bilet gişesine gelmemize bir araç kala tekrar çaldı Ali Abi'nin telefonu.. Ali abi biraz dinledikten sonra "Bana anlatmayın buraları.. Yan yolmuş.. Zâten oradan geçtim.. Çıkmak üzereyim.. Bilet alıyoruz.." dedi ve telefonu muavinine verdi."Bir daha çalarsa sen bak.."
O sırada çıktık gişeden.. Tekerleklerimiz tekrar cayırdarken, Muavin "Yürrü be Ali abi be.. Kim tutar seni beee.." diye çığırdı. Yol tahmin ettiği kadar açık değildi Ali abinin. Saat Onu yirmi geçmişti. Otobüs yirmi dakikadır beni bekliyordu. Ve benim hakkımda ne düşündüklerini az çok tahmin edebiliyordum. Servisin içerisinde izin alarak bir sigara daha yakarken, insanların yüzüne nasıl bakacağımı ve ne diyeceğimi düşünmeye başlamıştım.
Arada muhabbet ediyorduk.. Eğer otobüse ulaşamazsak ne olacağını sorduğumda, "Abi.. seni İzmir'e ulaştırmak bizim borcumuz ." dedi Ali abi..
"O zaman Bursa'da rakılar benden.." dedim.. Muavin yandan "Allah beeee.." diye nîdâlandı, hoşlanmıştı gelişmelerden..
Onbuçuğa bir kaç dakika kala tekrar çaldı Ali abimin telefonu.. Muavin henüz açmaya davranmadan Ali abi "Otobüsü gördük de.." dedi.. Muavin "görüyoruz sizi." dedi..
Ulen ben mi bi b.k göremiyordum ne.. Elli oluyos ya.. Körlük başlangıcı sanırım..
Bilete baktım bi daha.. Hani acaba hakikaten ben mi yanlış görmüştüm diye.. YoOOo.. Aslan gibi 22:45 yazıyo..
Aaa.. Otuz saniye sonra gerçekten bende gördüm.. Ama biz otobanda, otobüsten bayağı yukarda, ters yönde yanından geçiyorduk. Sonra sağa bir keskin ve hızlı dönüşle otobandan çıkış..


Efenim, sonuç itibarı ile onikiye yirmibeş kala yani otobüsü otuzbeş dakika bekleten adam olarak indim minibüsten.. Otobüse doğru koşarken, öğretmen ya da bir nevî devlet memuru görünümlü bir adamın haklı tepkilerine mâruz kaldım.. O'na yarım bir cevap verdim koşarken. Ve otobüse girdim.
Sessizlik..
Herkes bana bakıyor.

"Hanımlar, Beyler.." dedim, Okan Bayülgen tonunda..
"Hepinizden çok özür dilerim. Benimde başıma gelseydi, inanın bende en az sizler kadar sinirlenirdim.. Ancak biletimin saatini yanlış yazmışlar.. Ben, bana söylenilen saatten on beş dakika önce söylenilen yerdeydim.."
Yine bir sessizlik..
Sonra bir delikanlı..
"Abicim, aynı olay geçen gün bu firmada bizimde başımıza geldi.. Ben sizin hiç bir suçunuz olmadığını tahmin ediyorum.." dedi otobüste herkesin duyacağı şekilde..
..
Yerime otururken..
Otobüs hareket etti.
..
Otobüsün Muavinine "bana bir bardak su verirmisin?" dedim.
"On dakika sonra servis yapacağız.. Şimdi de biraz siz bekleyin..(!)" dedi, pişmiş kelle..
Cevap veremedim. Boğazım kupkuruydu..

Salı, Ağustos 14, 2007

tell the girls that i'm back in town..

Yollardaydım..
Yolculukta..
Son durak için yolculukta..

Biraz önce döndüm.. Yorgunum..
yorgunum ama arkadaşlara söyleyin,
ben yine buralardayım.
ve onlara cesur olmalarını da söyleyin..
gitselerde.. saklansalarda..
Onların arkalarında ve buralarda olduğumu söyleyin onlara..

Onlar için bir arkadaş ya da bir yabancı olabilirim..
Ya da babalarının uzak durmalarını söylediği tehlikeli kişi..
Bu artık onlara bağlı..
Siz yine de benim şehre döndüğümü söyleyin onlara..
Ben döndüm ama..
Ayşe tatile çıktı..

Jay Jay Johanson'un bu çok keyifli şarkısının, bana göre tercümesiydi..
Günaydın..
İzmir güzel şehir..:)

Perşembe, Ağustos 09, 2007

LENGER

Apartmanda yaşıyorsun. Birinci katta oturuyorsun. Zeminle aranda sadece bir merdiven var.
Dairenden çıkıyorsun. Elinde ne bir çanta, ne bir eşya..
Aşağıya ineceksin. Beş yaşında oğluna asansörü çağırttırıyor ve kapısını açık tutturarak bekletiyorsun.
Zemin katta yukarı katlara çıkmak için bekleyenler senin kapıyı kilitlediğini, daha doğrusu bir türlü kilitleyemediğini, şangır şungur seslerden anlıyorlar. Ama bekliyorlar.
Sonra asansöre biniyorsun. Ve beş saniye sonra zeminden çıkıp 110/100/120 ölçülerin ile önümüzden bir manken edâsı ile yürüyüp gidiyorsun.
Hiç kimse ölçülerine şaşırmıyor.
Ama saçlar ve makyaj pek havalı doğrusu..

Çarşamba, Ağustos 08, 2007

Yorumsuz...

Prof. Süleyman Ateş, Kuran-ı Kerim yüklenen iPod’ların kullanımına ilişkin tavsiyelerde bulundu. Ateş “Eğer o iPod’da klasik Türk musikisi ve tasavvuf müziği varsa aynı alete Kuran-ı Kerim’in eklenmesinin bir sakıncası yok. Ama insanları şehvete kışkırtan, dine aykırı müzikler varsa aynı cihaza Kuran-ı Kerim’i yüklemeyi doğru bulmam. Çünkü Kuran’a saygısızlık olur. Biri şehvete diğeri ruhaniyete sevk ediyor. Cihaz bozulduğunda ise bir yere gömmek ya da yakmak gerekir. Çünkü Hz. Ömer zamanında da yıpranmış mushaflar (Kuran’ın kopyaları) yakılmış. Bu nedenle çöpe atılmamalı, saygı gereği yakılmalı. Kuran’a saygı bunu gerektirir.”
Alıntı. 08.08.2007 tarihli Vatan Gazetesi

Pazar, Ağustos 05, 2007

Garip.


Los Angeles polisinden Jack Clemmons 5 Ağustos 1962'de olaydan dört saat sonra eve girdiğinde, hizmetçi Murray'in çamaşır yıkadığını, Marilyn'in odasının son derece düzenli ve tertipli olduğunu, cesedin ise yüzüstü ve elleri alnına yakın bir şekilde yattığını, telefonun ahizesinin vücudun altında kalmış olarak bulunduğunu söyledi.. İfadesine bu görüntünün kendisine sanki bir askerin ileri doğru dikkatli bakıyorcasına yattığını hatırlattığını da ilâve etmişti.

Cumartesi, Ağustos 04, 2007

Nasıl biter?

Şimdi, "insan doğumgününde böyle bir yazıyı neden yazar ki?" diye düşünmeyin.
Çünkü alâkası yok. Bir kaç gün önce, bir arkadaşım anlatınca başından geçen bu hâdiseyi, yazmaya karar vermiştim. Kısmet bugüne, şimdiyeymiş.

Geçen gece arkadaşım Y.'un telefonu çalıyor. Kayınbiraderi diyor ki "Gel, biz filânca yerde iki kadeh bi şey içip matrak yapıyoz.." Y.'da karısına dönüp diyor ki; "Ben kardeşinle şuraya gidebilirmiyim? Bi kaç saate kadar gelirim." Karısı bozuk atıyor..
Neyse, evde hava biraz dönüyor, ama bizimki kapıyı çekip çıkıyor.
Gün batımı sırası.. Y. evin karşısındaki otobüs durağında başlıyor otobüs beklemeye..
Beş dakika, on dakika derken.. Onbeşinci dakikada Y. bi bakıyor, apartmanın kapısına..
"Ana.. bi kadın çıkıyor apartmandan.. Aynı bizim hanıma benziyor.. Otoparka yöneliyor. Herhâlde bizim arabanın yanındaki arabayı filân alacak.. A aaa. Bizim arabanın lâmbaları yandı. Bu benim hâtun yaw.. Allah Allaaahh.."

Otoparktan çıktıktan sonra tek yol var, eşi mutlaka durağın önünden geçecek..
Ama Y. aynı anda karşıdan gelen otobüsü de görüyor..
Ve otobüs daha önce varacak durağa..

Ben, hikayenin sonunu biliyorum.

Sizce bu hikaye nasıl bitmiş olabilir?
Bu andan sonra neler olmuş olabilir?
Hadin bakalım..

f f f f f f f f f f f f f f f f f f f f ü :)) söndüüüü :))

Avcumun içindeki küçük mumu onikiyi bir geçe senin için üfleyip, sağlık, huzur, mutluluk ve bol yetelee diledim Abi.. Umarım dileklerim ve dileklerin gerçekleşir :)

4 Ağustos 2007 :)

00:01 Sevgi Saygı Sağlık..

DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN ABİ...:)))))

http://www.youtube.com/watch?v=ohIjm2BXgGU

Perşembe, Ağustos 02, 2007

doğumgünümüz..

In the magic garden
Some were singing some were dancing
While the midnight moon shone brightly overhead
The stars so gaily glistened
And the sphinx in silence listened
To the magician's tale of lives that he had led

Let the bells of freedom ring
Songs of love to friday's king
Let's all go to the magician's birthday
It's in the forest but not so far away
Much to do and so much to say
While we listened to the orchid orchestra play

Happy birthday to you
Happy birthday to you
Happy birthday dear magician
Happy birthday to you

Then at the dead of midnight
As we watched the dancing fire light
The air grew cold and seemed to dull the flame
The fire died the music faded
Filled with fear of death we waited
For now we knew some evil was to blame...

-I challenge you I challenge you all
For all you own and all you know
And by all the powers of darkness
I will steal what is mine

Surrender now or face my spite
I grant you it may be Friday night
But did you know this day
Also numbers thirteen

First I give you fire
-I turn your fire into a sleepy stream
-Yes but now I give you nightmares
-But from your horror I'll create a dream
-You cannot fight me for I have the sword of hate
-But one thing you can't see: my answer is simply
an impenetrable fortress of love - love

The fear went as quickly as it came
The air was clear the fire burned again
The flames leapt the organ played
The swan sang to greet the day
And then we knew that
Love will find love will find love ...

Love will find love will find love ...
Love will find love will find love ...

Love will find love will find love ...

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

MUTLU YILLAAAR BİZEEEEEE...:))))

Hayatımıza birsürü insan girer, hepsinin yeri farklıdır. Kimileri girdiği gibi çıkar.. Kapı arkasındaki bir süpürgedir kimisi.. Bazıları da vardır ki bir daha göremeyeceğimiz ama en ulaşılmaz köşelerde ince bir sırça gibi saklarız.. Birileri vardır mutlaka, hani sık görüşmeyip, görüşünce bıraktığımız yerden başladığımız.. Kimileriyle de şarkılar söyleyip, gülüp eğlenmişizdir birlikte, bazan hüzünleri paylaşıp, ardından coşkular yaşamışızdır..
Bir yılını dolduran bu güzel blogda, birbirimizi cismen göremesek de, gönül gözlerimiz hep açık ve hepimiz nerede olduğumuzu biliyoruz :)
Bu güzellikleri yaşamamıza sebep olan ABİ'ye çok yalın ama çok içten binlerce teşekkür..
BİRİNCİ YILIMIZ KUTLU OLSUN..
DAHA NİCE KEYİFLİ YILLARA..
DOĞUM GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN...:))))

http://www.americangreetings.com/ecards/view.pd?i=442896168&m=2727&rr=y&source=ag999

HAYATI PAYLAŞTIKLARIMA..

Ah be güzel abim be.. Neşeyle Karşıyaka'ya döndüğümde, (yarın gene neşemiz çok bol olacak, yarın özel bir gün, yarın bloğumuzun doğum günü, keyiflerin has'ı bizim..:) ) alttaki yazını gördüm, kafadan başlığı sarstı beni. Yorum koyacaktım ki, çok uzayacağını farkettim ve buraya yazıyorum. Böyle şeyler belki farketmişsindir fazla etkiliyor beni. İki temanın birincisi, yenen kazıklarla ilgili hani.. Rehavethane'de bi cümlem vardı "amma tecrübeliyim...." diye, kısaca boşşşverrrr...:)) İkincisi ise,biz yaşlarda olunca galiba hepimiz buna benzer düşüncelere, duygulara gark oluyoruz:) demem o dur ki, bazı şeyleri düşünüp, hissederken yalnız değiliz..
2006'nın 12 Temmuzunda, bir yıl önce şu zamanlar işte.. Yaşadığım bir olay sonrası kağıda dökülmüştü duygular. Ama hiç paylaşmayı düşünmüyordum. Ve güleceksin, sağlıklı genç :))) birine emanet edecek, vakti geldiğinde bir çağrı niteliğinde gazeteye verilmesini sağlayacaktı. Böyle bir uğurlanma isteği sanki..:))
Senin "gözü açık gitmek"ten sonra bunu DA paylaşmak istedim hepinizle.. Bu yazı, biraz düzeltme isteyerek, bir senedir duruyor, daha da çok yıllar duracak defterimde...Gülüş serbest..:))

HAYATI PAYLAŞTIKLARIMA..
Ben öldüğümde; Mutlaka gelin cenazeme aynı şehirdeysek.. Önce birbirinizle değil, benle paylaşın, film şeridi anılarımızı sabit gözlerle tabutuma bakarak. Ve, ve mutlaka tebessüm edin o anlarda. Vasiyetimdir..:))
Sizi gören diğerleri de gülüyor olacak, utanmayın, çekinmeyin.. Beni gerçekten tanıyabildiniz ve sevdinizse, buna mecbursunuz zaten.. Çünkü ben mutlaka, seni ve ötekini güldürdüm çoğu an'ımızda ve anı'mızda..
Bazı anları taşımak zordur, şu an orda mısın? Tam boğazınız düğümlenip, kendinizi tuttuğunuz anda.. Zorla yutkunduğunuzda çekinmeden ben gibi dökün yaşlarınızı, hıçkırın.. Çünkü ben mutlaka seni ve ötekini dinledim, çünkü ben bunu hakettim, çünkü siz beni, ben sizi sevdim.. Ben geçmişimde ve yaşadığım sürece paylaştıklarıma saygı duydum. Çünkü paylaştıklarım, yaşamımı inşa etti.
Bana değer vermişlerden bunu istiyorum. Bir tek eski eşimden özel bir isteğim var.. Şu an, her kim O'na en can'sa, Benden sonra, herşeyden, herkesden, kendinden bile öne, can'ından bile öteye koysun kızımızı.
Hepinize hakkım helaldir, hepiniz de bana helal edin..:)
Son olarak, duadan da öte, yürekten bir öpücük gönderirken bana, kalbinize değin sağ elinizle.
Sizi seviyorum. Kendinize ve kızıma iyi bakın..