Döndük..
Kafa dinlediğimiz bir tâtili geride bırakarak..
Valla İngilizler, Bitez'de şakur şukur yüzüyorlardı..
Hiç Türk yoktu desem yeridir..
Dolayısıyla sessiz ve sakindi her yer..
Restaurant'lardan bâzılarının hafif yüksek sesle çalan müziği bile zaman zaman fazla geliyordu kumsala..
Bu tâtilden aklımda kalan en komik olayı anlatmak istiyorum size..
Bayramın ikinci gecesi, A.W.'ın Lina'yı yatırma niyeti ile yatak odasına girip çıkması bir olunca anladım bi'terslik olduğunu..
"Duvarda." dedi usulca bana, işâret parmağını göstererek..
Girdim odaya.. Büyük dolabın arkasındaki duvarda tavana yakın bir yerde, olanca şeffaflığı ve kara gözleri ile ürkek ürkek duruyordu, süleymancık..
Bilen bilir ki, çok süratli hareket eder, bunlar.. Son derece zararsız ama kimine göre çok ürkütücü, çayır çimenin bol olduğu yerlerde yaşayan sürüngen bozmaları..
Ufacık, tefecik sevimli hayvanlar..
Kendisinin uğur getirdiğine, ölümünün ise uğursuzluk getirdiğine inanır kimileri..
Ben yine de millet rahat uyusun diye, uğursuzluğu göze alarak kaptım terliği.. Fırtt tüydü bu koca dolabın arkasına.. Dolabın yerinden oynaması tek insan işi değil.. Işıkta lazım.. Tavandaki lâmba yeterli değil sülümancığın navigasyonunu çözebilmem için..
Tahsin'e gittim.
Efenim, Tahsin bizim oraların görevlisi.. Yandaki evde kalıyor, karısı ve kızı Aybüke'yle..
"Tahsin, el feneri var mı bi'yerde?"
"N'oldu abi?"
"Yatak odasında süleymancık varda.."
"Ne mancık?"
Tahsin, Kahramanmaraş, Elbistan'lı bi köylü çocuğu.. Bunu bilmemesine imkân yok..
"Lan'olm süleymancık işte.. kertenkelenin ufağı, pembesi, şeffafı.."
"Haa, biz ona kertenkele diyoz zâti.. Dur abi, hallederiz şimdi.."
Bi'kaç sâniye sonra elinde tabancaya benzer bi'şeyle geldi bu..
"O ne lan?" dedim..
"Matkap abi.." dedi.
Ohaa..
Ben "tabancayla süleymancık vurulması" eylemine gülmek için hazırlanırken, Tahsin matkapla gelince hepten bittim..
"N'apçaz olm matkapla.. herifi bunla öldürmeyi plânlamıyon di mi?"
"Yok be abi.. Bunun ışığından faydalancaz.. Feneri var bunun.."
Tık, bi düğmeye bastı bu.. Aaa, harbiden ışıklı matkap..
Dolabın arkasındaki aralıktan tutunca gördük elemanı orada..
Tahsin matkabı benim elime tutuşturarak "abi tut ışığı hayvana sen şimdi." dedi..
Önce bir paspas sapı ile dolabın arkasındaki duvara "pat pat" yapa yapa, çıkarttı yine tavana yakın bi'yere elemanı..
"Sen şimdi pek kıpırdama, kaçmasın.. Ben hemen geliyom.." dedi.
Ve bi'dakka soora geldiğinde bu kez gözlerime inanamadım.
Bu sefer elindekini tabanca zannetmeme imkân yok.. Çünkü haso bir tüfek bu..
"Lan, lan.. Bu ne lan..?"
"Havalı tüfek abi.. Şimdi indircem onu.."
"Olm harbi mi diyosun? Tüfekle süleymancık mı öldürcez.. Bak yazarım bunu ben.."
"Yaz abi. İstersen fotoğraf ya da film de çek.."
"Hadi len.."
"Bak şimdi, bak.."
TAKKKK..
Anaaaa.. Süleymancık, zavallı hayvan, kafasız bi'şekilde düşüverdi yere.. Sü'süz, leymancık hâlinde.
O kadar âni olmuştu ki herşey.. Elemanı bırak, ben bile anlamamıştım n'olduğunu.. Ve filme çekme ya da fotoğraflamaya bile zamânım olmamıştı.
Ama sonrasında, eğer birisi bizim fotoğramızı çekseydi eğer; Yerde, bi'kaç sâniye öncesine göre boyu 1 santim kısalmış minicik hayvanata bakan iki adam.. Birinin elinde harbi tüfek, diğerinin elinde ucundan ışıklar çıkan tabanca şeklinde bir matkap..
N'oldu? Süleymancık öldürdük..
Olsun efem, maksat huzurlu uyumak..:)