Pazartesi, Ocak 21, 2008

EGE'NiN iKi YAKASI

30'lu yaşlarımın başında, Yorgo diye bir Yunan'lı çocukla tanıştım. Chios (Sakız adası) üzerinden İzmir'e geldi. Çeşme'de karşıladım onu... Ahtapot istiyordu Yunanistan'a... Uzun etmeyeyim, ben bir dönem Yunanistan'a bayağı bi ahtapot ihracatı yapmış adamımdır yani.
Sonra, Yorgo beni Atina'ya davet etti. Hayatımda ilk kez Türkiye sınırları dışına çıkacağım... Önce Çeşme'den Sakız adasına feribot'la, Sakız'dan Atina Pire'ye gemiyle geçeceğim...
Tabi hazır Atina'ya gitmişken de, oradan uçakla, Frankfurt aktarmalı Düsseldorf yapacağım ki, yıllardır orada bulunan, Chakotay olsun, Tez olsun, çocukluk arkadaşlarımı da ziyaret edebileyim...

İşte programım buydu...

O zaman schengen vizesi yok... Yunanistan ve Almanya için ayrı vize alınması gerekiyor, ki alındı..

Sorun şu; ben annem ve babamla birlikte, çocukken binmişim uçağa ilk kez, hiç hatırlamıyorum...
...ve acaip tırsıyorum..

Üçbin mark para koydum cebime... Çeşme'de Ertürk yazıhanesine geldim... "Chios'a bi bilet.." dedim. Rakamı yanlış hatırlıyor olabilirim ama "Tek gidiş 10 dolar, gidiş dönüş 15 dolar." gibi bir şey dediler... Ben de "gidiş dönüş verin o zaman..." dedim öylesine... Yansa da ne olur ki... Altı üstü beş dolar fark...

1991 Eylül'üydü. Çok rüzgarlı bir havada, dalgalı bir deniz geçip ilk kez Türkiye'nin dışına çıktım...

Bir kaç saat sonra gemi kalkıyordu, Atina'ya... Bir kahve içtim limanda... Sonra gemiye girip yerimi buldum. Gece yolculuğuydu ve Ege çok dalgalıydı.
Gece yarısı Pulmanlarda yer bulamamış insanlar, yerlerde, üzerlerinde battaniye ile uyumaya çalışıyorlardı...





Sabah Atina'da Yorgo'yla buluştuk... Beni bir otel'e yerleştirdi. Üç gece kaldım. Gündüz iş yapıyorduk, gece Taverna'ları geziyorduk.

Son gece "Asterias" diye bir yere götürdüler beni... Olağanüstü bir yerdi o zamanlar için... Şimdi Türkiye'de o tipte bir sürü mekân var ama, o zamanlar yoktu işte...


Asterias, Havaalanına çok yakın... Ben de ertesi gün uçacağım için gâyet pinpir durumdayım. Üstümüzden zırt pırt ya iniyor ya kalkıyor uçaklar... Dedim ki kendi kendime; "ulen şurada oturduğun süre içinde 100 tane indi kalktı, hiç bir şey olmadı... Seni bulacak yâni... Uç git işte."
Ertesi gün Lufthansa ile Atina'dan bir havalandık... Bir daha da inmedim sonra uçaktan.

Neyse efendim, Aachen'dayız... Bizim kankalarla birlikte... Chakotay'ın karısı Yunan'lıydı... (Şimdi halâ Yunanlı ama artık karısı değil..:)) Bir gün benim pasaporta bakarken sordu bana; "Sen nasıl dönüyorsun?" diye...
Nasıl yani nasıl? dedim... "Hangi rota ile?" dedi... "İşte aynı rota... Aachen-Düsseldorf, araba ile... Düsseldorf-Frankfurt-Atina, uçak... Atina-Chios, gemi ve Chios-Çeşme Ertürk feribotu..." dedim...
"Olmaz. Senin vizen yok ki Yunanistan için..." deyiverdi... Lan... Amanın... Nası yok?
Pasaporta bi baktık.... Vize Monos... Yani tek giriş çıkışlık verilmiş ve ben de o hakkımı kullanmışım. Eee, ne poh yiicaz? Köln'de Yunan konsolosluğu var, bi oraya kadar gidip denemek lazım. Gittik... Palikarya, bizi kırkbeş dakika bekleterek, evrakları uzun uzun inceledikten sonra, Yunanistan'dan çıkacağıma dair bir kanıtım olmadığı sürece bu vizeyi veremeyeceğini söyledi...
Ben ingilizce, Stella yunanca bastırıyoruz adama... Nuh diyor, İsa demiyor. :)
Yav, n'apçaz, n'etçez derken, bir ışık yandı beynimde... Cüzdanımı açmadan önce adama "Meselâ bu bir bilet olabilir mi? " dedim... "Olur." dedi adam..
Buruşuk bir bilet parçası çıkardım cüzdandan... Beş dolara kıyıp öylesine aldığım, Chios-Çeşme dönüş biletimi...
Palikarya, bazı evraklar verdi, doldurduk Stella ile... Bastılar damgayı... Ohhh...



Asıl anlatacağım şey bu değil ama...
Dönüş yolunda, Düsseldorf, Frankfurt derken geldim Atina'ya... Yorgo karşıladı... "Gel, seni bir otele yerleştireyim yine..." dedi.. Gemi ertesi gece çünkü Chios'a...
Oysa ben bir alışmışım uçağa... Dedim ki Yorgo'ya; "Sen bana hemen bi uçak var mı bi bak bakiim Chios'a..."
Bu konuşmadan birbuçuk saat sonra Chios'taydım yine...
Ne geminin o azap dolu saatleri... Ne gece yolculuğu... Ne zaman kaybı... Ne Ege'nin dalgaları...

Bir akşam üzeriydi... Ve Çeşmeye ilk feribot ertesi sabah yedideydi... Bir gece Chios'ta kalmam gerekiyordu... Limandan batıya doğru yürürken gördüm Otel Kyma'yı...



Girdim içeriye. Resepsiyonda uzun boylu, ben yaşlarda bir çocuk... (Çocuğuz henüz..:) yaş otuz...)
Bir gece kalacağımı, ertesi sabah Ertürk'le Çeşme'ye geçeceğimi anlattım.. "Tamam." dedi...
Elimi cebime attım ve yemiş olduğum ikibin Mark'tan kalan son bütün binlik markı masasına koydum... Şöyle bir baktı yüzüme... Hafta sonuydu, Akşam vaktiydi... Karşısında sakallı bir Türk vardı...
O anda ne düşündüğünü tam bilemiyorum ama "Bana bu parayı bozamam, bir yerde bozdurup getirin..." dedi.
Kredi kartı yok 1991'de...
Belki vardır da, ben de yok yâni...
Çıktım, tekrar Limana doğru yürürken gördüğüm her yere sordum, bozduramadım...
Ne yapacağımı bilmez bir halde, Kyma'ya girdim...
Çocuğa, bozduramadığımı, ancak 1000 mark'ı kendisine bırakabileceğimi, o akşam ve gece kasaya girecek paralardan sabaha kadar paranın üzerini tamamlama olasılığı olduğunu, gerekirse para üstü olarak Drahmi'de verebileceğini, çok yorgun ve hattâ biraz hasta olduğumu ve uyumak istediğimi söyledim...
Yüzüme bir kez daha baktı...
Hiç bozukluğun yok mu dedi...
Cebimde ne var ne yok, demir paraların hepsini döktüm masasının üzerine...
İki-üç mark, üç-dört drahmi ve bir kaç lira vardı...
Liraları bana doğru itti, "Bunlar sana karşıda lâzım olur." diyerek... Bugünün parası ile on yeni lira bile etmeyecek olan metal mark ve drahmileri aldı.
Sonra bana döndü; "Sen benim misafirimsin bu gece" diyerek devam etti. "Bu küçük parayı senden ve benden yana bir ticaret olsun, aklımız kalmasın birbirimizde diye alıyorum... Yukarıda Onassis'in kaldığı bir oda var... Orada yat, uyu ve dinlen...
Karnın açsa yemekte göndereyim odana...
Sabah altıda uyandıracağım... Müşteriler var, Ertürk'le Çeşme'ye geçecek... Onları bıraktığım araba ile seni de bırakırım limana..." dedi.

Yemek istemedim. Karnım da toktu zaten. Elini uzattı bana... "Adım Theodore, iyi uykular... Güzelce dinlen..." dedi.

Merdivenlerden yukarı çıktım... Az sonra bir sürahi Limonata ve bir şişe su getirdi, oda servisi.
Deliksiz bir uykudan sonra, sabah altıda çalan telefonla uyandım. Theodore, "Goodmorning... Yakalaman gereken bir bot var." diyordu gayet neşeli bir sesle...


Feribota binerken, son kez tokalaştık Theodore ile..
Kendisine nasıl teşekkür edeceğimi bilemediğimi söyledim...
Yunanlıların kendilerine has o metalik aksânı ile, "World is so small... Maybe anytime, anywhere, we'll meet again... We're brother." dedi.. (Dünya küçük... Belki bi gün, bi yerde yine karşılaşırız... Biz kardeşiz.)

Gün yeni doğuyordu Anadolu'nun üzerinden...
Ben Ege'nin karşı kıyısına geçiyordum...




Görüşümü değiştiren Yorgo ve Theodore için..

14 yorum:

7.oda dedi ki...

ne güzel akıcı yazmışsın abi, keyifle okudum..
evet dünya küçük değil mi hakkaten..
kalemine sağlık..

egemavisi dedi ki...

Hakikaten, çok akıcı bir yazı olmuş. Akıcı demişken son bir kaç gündür, olmadık bir vakitte, mesela gece susayıp uynadığımda ilginç bir biçimde akıcı biçimde manasındaki İngilizce kelimeyi arıyorum. Burada yazayım da başkaları ıstırap çekmesin. FLUENTLY.
Çok uzattım Abi. Şunu diyecektim. Akdeniz(aslında Ege desem daha doğru)insanı sıcak oluyor di mi? Havasından mı suyundan mı?

hep dedi ki...

Abi ne görüşün vardı da,Yorgo ve Aleks değiştirdiler bilmem, ama aklıma gelenlerse eğer yandık,zira yetmiş milyonuz,kişi başına iki Yunanlı düşer mi ki bazı fikirlerin değişmesi için..Gerçi o zaman Zülfü-Teodorakis dostluğu kurulmamıştı sanırım:)

Şu Chakotay'ın eski karısının hala yunanlı olması kısmında çok güldüm,sağolasın.

Gelelim en mühim kısma,şimdi ben Cos'a gitsem,cebime binlik yuro banknot ve bir kaç da bozukluk koysam ve limandan batıya doğru yürüyüp bu oteli bulsam diyorum,o "çocuk" benim de Onasis'in kaldığı odada beleş kalmama izin verir mi ki:))
Hı Abi?

Adsız dedi ki...

of işte bu çok güzeldi be abi :)

dipnot: bu bloğu aylardır takip etmeme rağmen bu beniim ilk yorumum:) kısmetse bu yaz bende gideceğim Türk olduğumu öğrendikleri an “my friend, my friend” diye boynuma sarılcaklarına eminim. iki ülkenin insanları kardeş.. problem çıkaranlarsa başımızdakiler. Ah bir kurtulabilsek sorun olanlardan işte hayat, ozaman daha güzel olacak :)

ABİ dedi ki...

Serseri Melek: Teşekkürler..
Daha sık bekleriz ancak daha önce Mustafa Mutlu'nun Vatan Gazetesindeki alıntısına da bir yorumun vardı, yanlış hatırlamıyorsam..

Hep:
1990 yıllarda otuzlarını sürmek demek, Kıbrıs barış harekatı ve o dönemlerde her iki kıyıda da körüklenen düşmanlığı yaşamış olmak demek..
Yorgo, benden daha ufak ama bir Avrupalı olarak, beni ihracat yapmaya teşvik etti.. Misafir ederek ve yardımcı olarak memleketini, insanlarını tanıtarak ufkumu açtı diyelim..
Diğer tarafta muhtemel ki aynı duygularla ve haberlerle büyütülmüş Aleks, hiç bir karşılık beklemeden, bir daha karşılaşmayacağımızı göze alıp beni misafir edip, ikramda bulundu..
Dostça, kardeşçe davrandı.. Yetmez mi, o duygularla büyümüş bir insanın görüşlerini değiştirmeye..

Yaptığım araştırmada o "çocuğun" artık orada olmadığını öğrendim.. Ancak çok muhtemel ki, Onassis'in defalarca kalmış olduğu o oda da sen de kalabilirsin..

Kaç euro bilmiyorum..:)

7 ve Ege Mavisi: Teşekkürler..

Adsız dedi ki...

ah evet haklısınız bende şimdi gördüm :)

bu blogger betaya taşındığından buyana sorunlar yaşıyorum yorum yazmakta.. o yorumuda yazıp gönder dediğimde hata mesajıyla karşılaşmıştım bikaç defa daha deneyip başarılı olamayınca vazgeçtim ama şimdi farkettim ki yorumum çıkmış :))

ozaman bu ikinci yorumum diyelim :))

Espresso dedi ki...

Abi, sen benim Yunan müziğine nasıl hasta olduğumu biliyorsun, bundan mıdır bilmem çocukluğumun “pismakaryos”u hariç, sempati duymuşumdur onlara da.. ve günün birinde Santorini gibi bir şehrinde nefesim kesilerek o daracık şirin yokuşları tırmanmadan, beyaz kireç boyalı duvarlara dokunmadan ve mavi ahşap pencereli bir evin balkonundaki mavi tahta sandalyeye oturup, içkimi yudumlarken, bizim karşı sahile sigaramı yakmadan ölürsem, gözüm açık gidecek, biline.. Yöre ya da ülke müzikleriyle, ora insanını illa seviyorum diye bi kuralım yok tabi, arada ilahiler de etkiler beni, ama........:))) Ya da, uzak doğu müziğinden nefret ediyorum diye, asla Japon ya da Çinli sevgilim olmayacak anlamına da gelmiyor bu:)
Grek aktarmalı Germanya seyahatin belli ki keyifliymiş ama ben bikaç şeyi merak ettim bu arada. Tez, arkadaşının gerçek adı mı? Yazalı bir hafta olmuş, Stella hala Yunanlı mı? Bi de, ikibin markı nasıl yediğine hiç değinmemişsin.. merak işte:))

egemavisi dedi ki...

Abi, Espresso'nun yorumunu okuyunca aklıma geldi. Bu dost-düşman tartışmaları olur ya Türkler ve Yunanlılar arasında. Tam senin dediğin yıllara(90'lar) aklım eriyor biraz. Annemin köyünde bir muhtar vardı. Lakabı 'makaryos'. Pismakaryos sözünü duyunca, bir an için geriye gittim. Bu adam köye su getirmiş, yol yaptırmış. Ama sanı 'makaryos'. Bu ne yaman çelişki anlamadım. Nize Makaryos'u yanlış mı tanıttılar? Yoksa ben çıkamayacağım işin içinden.

Espresso dedi ki...

Sevgili Egemavisi, muhtemelen bizim köy muhtarının sakalları, o dönem gündem simalarından Makarios'unkilere çok benzediğinden, şekilsel olarak adamcağız bu sıfata layık görülüverdi herhalde. Yoksa köyü için bu kadar yararlı işler yapmış birine asla kişiliği benzetilip, konmamıştır bu lakap. Çünkü o yıllarda çocuklar (şimdiki gibi küfürler bilmediğinden) birbirlerini kızdırmak ya da kızdığına pis laf:) söylemek için "dönek, entrikacı, hileci hatta biraz da korkak " anlamında, hakaret etmek için kullanırdı bunu. Müsterih ol, yamanlık çelişkide değil, şekilcilikte sanırım..:))

ABİ dedi ki...

Sevgili EgeMavisi, Türkekırgın, Kıbrıs, Türk Yunan ilşkileri ve Makarios konusunda uzmandır.. Söz bana düşmez.. sanırım yazacaktır biraz bişeyler..

B dedi ki...

Zamanın klişeleri ile sevmediği adamı bağdaştırınca ortaya "pismakaryos" çıkmış bence. Espresso'nun dediğine katılıyorum...

Başpiskopos Makaryos, eski Kıbrıs Cumhuriyeti'nin devlet başkanı iken önce Türkiye, Yunanistan İngiltere ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasında yapılan antlaşmalara sadık kalmış, sonra Kıbrıslı Türklere sağlanan hakların bir bir ellerinden alınmasına göz yummuştu. Bazen önayak olmuştu.

Çoğunluğun azınlığa tahakkümü yani. Türkiye'de 60'lı yıllarda pek müdahale yanlısı değildi. Bu sıralarda anadolu insanının ağzında pis, hain, entrikacı, kızıl papaz makaryos lafları dolaşırmış. İnsanlar sevmediklerine, belki takılmak istediği kişileri kızdırmak için bu lafları kullanırmış...

Yunanla Türk arasındaki ilişki bundan farklı bence. Yunanistan'da dinin insanlar üzerindeki etkisi Rumlardaki gibi değil. Toplumun geniş kitleleri daha laik yaşamlar sürüyor.

Ama bir Kıbrıslı Rum isterse Komünist parti üyesi olsun, Ortodoks değerleri onun için ön plandadır. Kıbrıslı Türklere ama özellikle sonradan adaya göçen Türklere karşı genelde düşmanca davranırlar. Yani Cos'ta yaşanan bu olay mesela Güney Kıbrıs'ta yaşanmazdı bence. Büyük ihtimal seni otele falan kabul etmezlerdi.

2004'te Kıbrıs'ta Anan Planı için referandum yapılmıştı. Kuzey Kıbrıs'ta plana %65 Evet - %35 Hayır oyu çıkmıştı. Güney Kıbrıs'te % 75 Hayır - % 25 Evet. Bu sonuç sadece Kıbrıslı Rumların planı istemedikleri anlamına gelmiyor herhalde. Bunların kaçı tekrardan birlikte yaşamak istiyor, hangi toplum daha fanatik cemaatçi, dinci bunlar ortaya çıktı. Kıbrıslı Türklerin çoğunun, çağdaş, laikliği benimsemiş, komşularla birlikte yaşamaya hevesli (üstelik bu %65'in içinde Türkiye'den göçen ve eskiden beri sağcı-millyetçi partileri desteklediği bilien insanlarımız da vardı); Rumların çoğunun dinci ve fanatik, geçmişin düşmanlıklarına takılmış; artık Yunanistan'ın bile desteklemediği Helen milliyetçiliğine sıkı sıkıya bağlı, ve adadan Türkleri silmek isteyen insanlar olduğu ortaya çıktı.

3-4 sene önce Türkiye'de başka bir kutuplaşmaya neden olan bu ulusalcı-çözümcü yarışmasını hatırlayın. Kıbrıs'ta çözümden yana olanlar da bügun farklı yaklaşımlarını sürdürselerde, ulusalcıların savundukları pozisyona geri dönmüştür. Çünkü sorun Rum'un fanatikliğinden kaynaklanmaktadır. Kıbrıslı Türkler onlarla kıyaslanmayacak kadar modern ve uzlaşmacıdır. 2004'ten beri o ümit ettikleri ortak ve eşit yaşama isteklerinin gerçekleşmeyeceğini anlayınca bugünkü Cumhurbaşkanı Talat bile daha dengeli politika izlemektedir.

Ha, bir şey daha. Kıbrıslı Türkler bile farklı kutupları arasında yakınlaşma sağladı. Ama onların siyasi kültürü bizden epey üstün. Bir kere politikacısı siyasi kişilik-sosyal kişilik ayrımı yapıyor. Bir siyasi tartışma programında farklı siyasi partiler birbirleriyle kıyasıya tartışırlar. Ama program sonunda herkes birbiriyle el şıkışarak ayrılır. Bu durum acaba neden kaynaklanıyor? Eski bir İngiliz kolonisi olmasından mı? Eğitim düzeyinin çok yüksek olmasından mı? Hala pek açıklayamıyorum.

Yani üç tane ayrım yapmak gerek:

1- Yunanla Kıbrıslı Rum farklıdır.
2- Yunan Türkiye'den göçen Rum'a baskı yapmıştır. Aynı Batı Trakya Türklerine yaptığı gibi. Türkiye Yunanistan'dan göçen Türk tebasına baskı yapmamıştır.
3- Kıbrıslı Türk - Türk farklıdır. Kıbrıslı Türk'ün siyasi kültürü bizden daha ileri ve üstündür. Ama siyasi kaderi Türkiye'ye bağlı olduğu için köşeye sıkışmıştır.

Bu açıklama "pismakaryos"u epey aştı yani:))

Vladimir dedi ki...

Çok güzel bir yazı ve yorumlar. Az önce okudum. Sakız bu ara benim için önemli bir yer haline gelmişti zaten iyi oldu okuduğum, bu etiket altında çok ilginç yazılar var bir ara oturup hepsini okuyacağım.

oğuz dedi ki...

Mükkemmel bir tad aldım.Kısa,ama bir o kadar akıcı.Dostluk ve insanlık.Belki bir gün bende uğrarım O otele.Hele aynı arkadaşı görürsem demeyin mutluluğuma...
"World is so small.. Maybe anytime, anywhere, we'll meet again.. We're brother." dedi.. (Dünya küçük.. Belki bi gün, bi yerde yine karşılaşırız.. Biz kardeşiz.)
Evet biz hepimiz kardeşiz ALEX.

cretanvoice dedi ki...

merhaba abi.henuz baslamasamda bende bir blog yazmaya karar verdim.bunun icin yasadigim yerle alakali yazilari arastiriyordum.buyuk bir sans eseri buldugum yazinizi ve tarihi olaylar hakkinda arkadaslarin yorumlarini zevkle okudum.yunanistanin girit adasinda yasayan bir turk olarak bende birseyler soylemek isterim.yunanistan ve kibris ayri devletler olabilirler fakat bu sadece gorunuste olan birsey.kibris konusunda yunan halki kibrisli rumlari %100 hakli goruyorlar.turkiyenin adada isgalci olduguna inaniyorlar.inaniyorumki butun yunan halki ayni dusunceye sahip degildir fakat ben su ana kadar aksini dusunene rastlamadim.yunanlilar icinde dinleri cok cok onemli ve cok dindar bir halki var.fakat sosyalist parti pasok(bugunlerde ne kadar sosyalist oldugu tartisilir),yunanistan komunist partisi kke,sol ittifak siriza yunanistanda guclu olan sol partiler kilise,artik sag hukumetlerde gosterdigi etkiyi sosyalist hukumette gosteremiyor.