Sezgiler hep vardı ; ve biz sezgileri hep önemsedik...
Eski zamanlarda, evrenin yasalarını, toplumsal yaşamın kurallarını, insan tabiatının koşullarını sezgileriyle kavramış kocamışlara bir çeşit ermiş gözüyle bakılırdı. Sözü dinlenen saygın kişilerdi böyle ihtiyarlar... Ama bu tür insan, çağdaş toplumdan silindi sayılır. Çünkü dünyamız, koşullarını bilimin önceden haber verdiği bir köklü devrimin ivmesinde yaşamaktadır. Öğretim yaygınlaşmakta, sezgiler yerlerini bilgilere bırakmaktadır.
Günümüzde , ‘artık sezgilere yer yok’ denebilir mi ?...
Yani, doğanın görelilik abidesi olan insanın zihni, artık herhangi bir öznenin özünü oluşturan anlamlara doğrudan ve usavurmalara başvurmadan ulaşamaz mı ?...Tanımlanması imkansız sezgilerimiz, tanımlanması bugün için mümkün görünmeyen “bilinmezler”in karanlığında bir el feneri olamaz mı ?...
Arşimet Yasası’nı bilmeyen ustaların yaptıkları tekneler, kaç yüzyıl batmadan yüzdü ?... Farmakolojiyi duymadan çeşitli otları toplayıp, ezip kaynatarak ilaç yapan bakıcılar kaç insanı kurtardı ?... Ya , mimarlık – mühendislik fomüllerinden uzak, en azından 600 yıl boyunca, Avrupa’yı baştan aşağı yapılaştıran taş ustalarına ne demeli ?... St. Paul Katedrali’nin kirişlerindeki sezgiyi , sezebiliyor musunuz ?... Jules Verne’nin kurguları bir bir gerçek olurken ne düşünmüştünüz ?... Neil Armstrong’tan çok önceleri, Ay’a çizgi romanlarda ayak basmadık mı ?...
Tüm bunları söylerken , tabii ki, salt sezgiden veya sezgicilikten dem vurmuyor ; bir metafizik savunuya soyunmuyorum. İnsan denilen göreli varlığın somut üretimlerinden örnekler veriyor, sezgilerin akılla denetlenmesi durumunda, geleceğe ve bilinmezlere yapacağımız yolculuklarda iyi bir yol arkadaşı kazanmış olacağımızı söylüyorum. Zihnimizin bu denetimsiz sağanağında, engellenemez reflekslerimizin, hayallerimizin, kurgularımızın, yanılsamalarımızın subjektifliğinde yapılan bu gezi ; yurda dönerken aklın gümrüğünden vize almak zorundalığını unutturmuyor. Bu nedenle , “akıllı sezgiler” ya da “ duyarlılık” terimleri bana daha bir uygun geliyor.
Eski zamanlarda, evrenin yasalarını, toplumsal yaşamın kurallarını, insan tabiatının koşullarını sezgileriyle kavramış kocamışlara bir çeşit ermiş gözüyle bakılırdı. Sözü dinlenen saygın kişilerdi böyle ihtiyarlar... Ama bu tür insan, çağdaş toplumdan silindi sayılır. Çünkü dünyamız, koşullarını bilimin önceden haber verdiği bir köklü devrimin ivmesinde yaşamaktadır. Öğretim yaygınlaşmakta, sezgiler yerlerini bilgilere bırakmaktadır.
Günümüzde , ‘artık sezgilere yer yok’ denebilir mi ?...
Yani, doğanın görelilik abidesi olan insanın zihni, artık herhangi bir öznenin özünü oluşturan anlamlara doğrudan ve usavurmalara başvurmadan ulaşamaz mı ?...Tanımlanması imkansız sezgilerimiz, tanımlanması bugün için mümkün görünmeyen “bilinmezler”in karanlığında bir el feneri olamaz mı ?...
Arşimet Yasası’nı bilmeyen ustaların yaptıkları tekneler, kaç yüzyıl batmadan yüzdü ?... Farmakolojiyi duymadan çeşitli otları toplayıp, ezip kaynatarak ilaç yapan bakıcılar kaç insanı kurtardı ?... Ya , mimarlık – mühendislik fomüllerinden uzak, en azından 600 yıl boyunca, Avrupa’yı baştan aşağı yapılaştıran taş ustalarına ne demeli ?... St. Paul Katedrali’nin kirişlerindeki sezgiyi , sezebiliyor musunuz ?... Jules Verne’nin kurguları bir bir gerçek olurken ne düşünmüştünüz ?... Neil Armstrong’tan çok önceleri, Ay’a çizgi romanlarda ayak basmadık mı ?...
Tüm bunları söylerken , tabii ki, salt sezgiden veya sezgicilikten dem vurmuyor ; bir metafizik savunuya soyunmuyorum. İnsan denilen göreli varlığın somut üretimlerinden örnekler veriyor, sezgilerin akılla denetlenmesi durumunda, geleceğe ve bilinmezlere yapacağımız yolculuklarda iyi bir yol arkadaşı kazanmış olacağımızı söylüyorum. Zihnimizin bu denetimsiz sağanağında, engellenemez reflekslerimizin, hayallerimizin, kurgularımızın, yanılsamalarımızın subjektifliğinde yapılan bu gezi ; yurda dönerken aklın gümrüğünden vize almak zorundalığını unutturmuyor. Bu nedenle , “akıllı sezgiler” ya da “ duyarlılık” terimleri bana daha bir uygun geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder