Cumartesi, Kasım 13, 2010

4. BOYUT (üçün üçü)



İzmir’i severim.

50’li, 60’lı, 70’li,80’li... aaa, her on yıllı yıllarda İzmir’de oturmuşluğum, çalışmışlığım, gezmişliğim vardır. Hatta askerlik yıllarında bile İzmir’den ayrılamamış, Kokar Yalı’nın Güzel Yalı olmasından tutun Karşıyaka’nın neden karşıda olduğunu İzmir’deki Beyaz Yakalılara anlatmaya kadar bir sürü işe bulaşmışımdır.
.


Sayılardan, rakamlardan iyi anlar İzmir’liler. Pek muhasebeci çıkmamıştır, ama paracıkları da ceplerinden çıkmamıştır. Sokaklara isim yerine numara verirler, Tıpkı Dekart’ın yaptığı gibi boyutların büyüklüklerini tanımlar gibidirler. Sokaklar yetmez, çarşılarına bile isim verirken ucuna numara verirler, Onur çarşıları bir-iki-üç diye dizilir. Aynen, üç boyut gibi !!!
.
Adeeee, tesadüfe bak yani, bu kadarı da pes dedirtir...
.
Atatürk sanayi, Levent sanayi yerine 1. Sanayi, 2. Sanayi,.. en son klimaya baktırmak için de 3. Sanayiye gitmiştim evveli sene, o eski karayollarının ordan girilen... Abem, bi tuhaflık var, bu üç boyutla İzmir arasında bir köprü kurulmuş haberimiz olmadan anlaşılan!
.
İstanbul’da oturup çalışırken bile sıkıntıdan of-pof yaparken birden arabamda bir bozukluk hayaline kapılıp kendimi yollara atardım. İzmir’e iniş 4,5 saat, dönüş bir hafta !!!
.
Daha sonra trafik cezaları fazla artınca benim geliş saatlerim de uzamaya başladı. Ben bu bahaneyle İzmir’i rakılarken, Kaya da, müşterilerine havasını atar, “eski müşterilerim tee İstanbul’dan tamir için arabasını getiriyor bana,” diyerek. Garibim, bir de beşyüz defa iskontodan sonra hapa dönen alacağını da o akşamki yemeğin rakısına yatırır, ama havasını da atar herkese, “bana İstanbul’dan araba getiriyorlar,” diye. Ustam değil sadece, arkadaşımdır, her gelişimde kalırım onda.. Ama bu gelişimde ona uğramıyacağım, en son Üçüncü Sanayi’de klimaya baktırdık zaten.
.
“Olamaz böyle şey,” demeyin, oldu bile. Nuhun Gemisi reklamlarındaki hava tahmini tuttu. Hem yeri, hem de dakikasını bildi tahminciler. Kırkağaç kavunları tezgahlarında kupkuruyken Gelenbe’yi geçer geçmez başlayan damla damla hava Akhisar’a kadar sürdü. Daha sonra ise o yapay şelaleler gibi bir su duvarının içinden dolandık durduk Manisa’ya kadar, “Ulen ister misin bir de dördüncü boyuta geçelim şimdi,” derken, Manisanın girişinden çıkışına kadar süren birbuçuk saatlik dur-kalk antremanında; yol kenarında dizili duran, kenardan köşeden yandan sağdan soldan alttan üstten, olabilen ve olamayan her pozisyondaki çarpışmalardan arta kalan hasarlı arabalar sergisini gezmiş olduk. Anlaşılan Manisa’da arabalara lastik yerine muz kabuğu takıyorlar, daha hesaplı oluyor.
.
Küfür kafir, herhalde bundan fazlası yağmaz dedikçe denilenin bir fazlası su gökten boşalıyor. Artık Zeki Müren’in had safhadaki boyut gelişmesini de aştık. Fırtınalar, depremler, Nuh tufanları, kilometrelerce çarpışmış araba, kilometrelerce çarpışan araba, kilometrelerce çarpışacak araba yanyana, altalta, üstüste, gidiyor kıyamete...
.
Dördüncü boyut acaba trafikten kafayı yiyince mi çıkıyor diye endişelenmeye başladım ki, eski aşıkların terasını solda bırakarak düzovaya indiğimde artık DıBalık terasında rakı hayal olduğu kafama dank etti... Bir yandan, sevgili Muammer’in “Aman da Fatmam, ben rakıya su katmam,” türküsünü mırıldanırken, bu yağmurda terasta susuz rakı içmenin epey zor olacağı kanısına vardım.
.
Açtım DıBalık’a telefonu, “ben kaçıyom,” diicektim, tam da karşımda sanki “aydın-çeşme” yazan bir yeşil levha varmışkene, “toplantıdayım,” dedi kısık bir sesle... Anladım ki Lina babası olmak bu devirde iskele babası olmaktan zor, mecburi toplantılara filan katılıyorsun...
.
Biraz daha yanaşınca yazılar yok oldu, levhayla üzerindeki ok kaldı geriye, çünkü tam önünde adam kılıklı bişii duruyor, arkada da birkaç yol, yarısı yol, yarısı dere, kalan yarısı da inşaat... Biraz çok yarı oldu, bu boyutlarla ilgili bişii herhalde. Allalallaaaa, bu yağmurda mahallenin delisi mi bu, derken sordum, “BU OK NEREYİ GÖSTERİYOR?” diye bağırarak, yağmurdan duyulsun diye sesim.
Bir yandan da, “allahtan, bu ok nereye gidiyor, diye sormadım, bu hanzo, abi gitmiyor, duruyor he he hee, der,” diyerek kendi kendime sevinirken o hanzo da bağırarak bana, “YOLU GÖSTERİYOR ABEY,” demez mi..
.
Artık tepem attı, daha Ağustos ayında Çanakkale yolundan Bornova girişinden Liman’a gidememiştim bir seferde, bu yağmurda da dolanmak istemiyorum, Manisa yolundan inicem, Bornova hizalarında Çanakkale-Aydın çevreyoluna toslayınca sola dönücem, cırt diye yağmurdan kaçıp akşam rakımı Fethiyede içicem... Bütün bu fırtına, deprem, tufan filan DıBalık terasına gitmemem için, bundan vazgeçersem herşey eski haline dönecek, ama bu adam, bu ok, bu levha !!!
.
“Yolu anladık,” dedim, aslında anlamamıştım, çünkü bir okla üç yol biraz tuhaf kaçıyordu, “hangi yolu?”..
-Aydın yolu aabey,
-İşte bu..
-Hangi bu?
-İşte bu..
.....




Ay deli çıkmak işten değil, adamı dövmeye kalksan zaten anca beline gelirsin, ben de, “kalkma, otur oturduğun yerde,” dedim kendime. Sanırım sayı saymasını bilmiyordu, belki de gözleri bozuktu. Tabii benim de artık cozutmuş ve dördüncü boyuta geçmeme ramak kalmış olmamdan belki de bir yol vardı orada hakikaten.. Ama, yollardan birinde inşaat taşları vardı, birinden de sular akıp dere taklidi yapıyordu.
.
Resimdeki sarı yoldan inip mavi yola geçmek artık mümkün değildi, ben o trafik güruhu ile bu sefer araba seline kapılmış gidiyordum.. Evka, Kipa, bilmemne siteleri filan görünce Ankara yolunda olduğum zehabına kapıldım, camı aralayıp yandaki arabalardan feyz alınca bu yolun bir yere gidip gitmediği konusunda insanların bir fikri olmadığını, Ankara’ya filan değil, eve ya da işe gittiklerini öğrendim.
.
Daha sonra, “ab i, olur mu yaw, tam ters gelmişin, burdan dönücen sen,” laflarına kanıp hem oradan hem de rastladığım tüm kavşaklardan dönerek Aydın yoluna ikibindörtyüz metre kalmışken aynı yolu 26,5 kilometre yaparak geçtim (ikinci resim, kırmızı yol).
.
İşte dördüncü boyut da böyle birşey oluyor, tıpkı masallardaki gibi dere tepe düz gidince bi bakıyosun anca bi arpa boyu gitmişin...
.
Gogıldan ölçünce görüyorum ki, yirmialtıbuçuk kilometre yol yaparak anca ikibuçuk kilometre gitmiş oluyorum.
.
İşte size dördüncü boyutun hikayesi...
.
Sonlara doğru, bir sanayi sitesinin içindeyken sağ camı aralayıp “Aydın yolu, bhüüüü,” diye ağlamaklı sesime yandan aralanan diğer camdan cevap geldi:
-Ben de oraya gidicem de o levhayı oraya koyanı bir bulsam ....rütük....

Adamın lacivertimsi elbisesinin kolunda da ya zabıta, ya da polis memuru gibi sırmalı filan bir yazı vardı...
.
Sorduğum yeri de söylemeyi unuttum, birincisini, ikincisini, hatta üçüncüsünü biliyordum, ama burayı bilmiyordum:
.
Koca koca levhalara yazmışlar, zafer tâkı gibi çelik köprülerin üstüne, girişte ve çıkışta:
.
DÖRDÜNCÜ SANAYİ SİTESİ.
.
Bilmem anlatabildim mi :)
.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Üç şey ile problemin var dostum;
- Otomobil ile (belki ihtiras konularından biri)
- Yol bulmak ile ( o kadar siteler miteler gugıllar incele, ama bi yolu bulama. E madem teknoloji ile uzak değiliz anlaşılan, bi yolbulucu alsaydın. 150 TL ye bile var, almayanı pataklıyolar. Diyorsan ki tüm bunları yazı yazmak için yapıyorum, hani konu çıksın, o zaman üçüncü maddeye;)
- Yazı yazmakla ( eski yazılarını da okudum. Offff, "hiçbişeyi" bu kadar uzun ve sıkıcı anlatmak, aman yarabbi. Acaba; Nobel ödülüm yok, ondan mı anlayamadım? Tüh)

Hakikaten belirtmeden geçemedim yani, çünkü, senin yolda, benim bu yazıları okurken zamanım öldü.