Cumartesi, Kasım 13, 2010

4. BOYUT (üçün ikisi)


Herşey İzmir’e uğrama niyetiyle başladı. Sözde İstanbul’un o önden arkadan sağdan soldan alttan üstten içten dıştan, daha bilinmedik her yerden gelen gürültü, araba, satıcı, koku, kirlilik, duman,.. vs. trafiğinden kaçıp, bir gece Dı Balık Abi’nin terasında rakıladıktan sonra daha güneye inecektim.
.
Elli yıldır körfez yolunda başıma gelen pişmiş tavuk hikayelerinden bıktığım için gidip feribota bilet aldım, böylelikle akıl almaz körfez maceralarından, hatta Bursa, bir miktar da Balıkesir yolundan da kurtulmuş, doğrudan Bandırma'ya inmiş olacaktım.
.
Bileti almamla beraber tüm hava durumu sitelerinde anında bulutlar belirdi, radarlar çalıştı, uydulardan kovalar dolusu bilgi aktı ve tam benim feribotun kalkacağı saatte başlayıp, Bandırma’ya yanaşacağı saatlerde de bitecek bir fırtına göründü. Doğrudur, eğridir, derken sabah hakikaten fırtına birgüzel çıktı, esti, gürledi, bizim seferi iptal etti ve “kih kih kih,” diyerek sustu.
.
Bu işte bir hikmet var mı, diye düşünürken, aklıma o dördüncü boyutlu filimler de gelmedi değil hani... Hep böyle doğaüstü olaylar, havada uçuşan sanal çizgiler, renkler filan derken, “yok canım,” dedim, “ne olacak yani, ertesi seferle giderim.”
.
Ertesi sefere bilet aldım, inatla körfezi dönmeyecek, kazandığım dinginlik ve vakitle DıBalık Teras’ta rakılayacaktım, kafaya koydum bi kere.
.

Ama hesap yine tutmadı, İzmir yakınlarında bir deprem oldu... tüm Türkiye basını da sanki Ay’dan Dünya’ya Aykonotlar gelmiş gibi deprem haberleri ile çalkalandı durdu.
.
Günde ortalama üç kişinin depremden öldüğü bu cehalet imparatorluğu ülkemde sıradan olması gereken bir olay iyice büyüdü, büyüdü, gündeme oturdu. Deprem efendi bu, ne yapsın, otur otur yeraltında, can sıkıntısı,.. sonunda bir gün olacak tabi, zaten Hephaistos denen yaratıkla bir ömür de geçmez, arada sırada yeryüzüne çıkıp şöyle bir salınıyor doğal olarak...
.
Bir deprem daha oldu... Yani komik bir durum, güneş tekrar doğdu gibi, beşizlerin müjdesini veren doktor misali ortalığı heyecana boğan doktorlar sanki bu gazeteciler... Olduysa oldu, ne yapalım yani, feribot biletini geri mi verelim !!!
.
Bir deprem daha oldu,...
.
Etti üç...
.
Zaten Lodos, denizlerimizin hiddetli kraliçesi wuuuuuv diye bi gürlemiş,.. bizim biletleri atmış sonraki sefere, üç tane depremden mi korukucam, “atlarım sabah feribota,” diye çok kızgın bir karar verdim, arada biraz da homur humur yaptım, ama “sanki bunlar böyle bir dördüncü boyut filminin senaryosu gibi,” filan diye düşünmeden edemedim. Yer gök Nazım’ın kurşunundan da ağır, gri, siyah, kirli, baskın... wuuuv wuuuuv rüzgarlar,.. şıngır mıngır sallanan avizler, yerlere yatıp yatıp kalkan duvarlar...
.
Yani bi yerlerden bi hortlak çıkıp böööö, demiyosa, artık bu bir korku filmi diil, kesin dördüncü boyut filmi garanti...
.
Gece oldu, sabahın köründe feribota bineceğim, bakıyorum televizyonda haberlere, hani bi fırtına daha mı diye, anlatıyor spiker, oniki deprem daha olmuş...
.
Yahu, bi rakı içcez Dı Balık’ın terasında, bu kadar sallanmaya öfkelenmeye ne gerek var!...
.
Eşyalarım hazır, yatıcam birazdan, sabah da gün doğmadan kalkıp feribota binicem... öyle dördüncü mördüncü boyut filan da çıkmiicek...
.
Derken,
.
Bir tivi haberi daha;
Yeni bir fırtına, sağnak yağış, sel, heyelan tehlikesi... bir de utanmadan saati de veriyorlar... Tam feribottan ineceğim dakika, yani saat onda başlıyor, heryeri seller kaplayınca da duruyor...
.
Yani bu biraz tuhaf; Hazreti Nuh’un gemi reklamı değilse bu tivideki laflar,.. artık ben dördüncü boyuta geçiyorum,.. bu kesin... artık senaryo böyle diyor...
.

Boyut değiştirecekseniz, önce bazı emarelere dikkat etmeniz gerek.

Hiç yorum yok: