Pazartesi, Eylül 07, 2009

KIZININ ÖLÜSÜNÜ SATAN ADAM

Geride kalanlar için ölüm acısının ne kadar süreceği yalnızca kişiliğe bağlı değil, değil mi? Birileri konuyu sıcak tuttukça kaybettiğiniz kişi için hissettiğiniz acı uzunca bir zamana yayılır... Bu uzun zaman içinde siz acı çeke çeke mahvoldukça, yıkıldıkça, çöktükçe istemeden yaptığınız hatalar, bu kez yeni malzemeler verir sıcak yemek seven bu takımın eline.
Kızının ölümünden yedi ay sonra Münevver Karabulut'un babasına yapılan da budur.

Bugün, sevgili Vladimir'in bloğunda, Haberlere dikiz başlıklı yazısını ve yorumları okurken, Karöshi'nin tavsiyesi ile Radikal'de Yıldırım Türker'in yazısını da okudum.

Buraya yapıştırıyorum.

Yıldırım Türker "Babayı da biz keselim." koymuş başlığı. Çok sevdim. Yazının yorumlarında Mrtano diye bir arkadaşta "bütün bu olaylar, bu cümbüş de manşet delisi medya yüzünden çıkıyor...adamcağazın yaşadığı travmanın üstüne birde kamera ışıklarını gözüne soktular, mikrofon bütün gün burnuna dayadılar...sonunda böyle oldu...yine de haberin esasında para isteyen bir adam yokken bir anda manşetlerle adamı kızının ölüsünü satan biri haline çevirdiler." yazmış...

KIZININ ÖLÜSÜNÜ SATAN ADAM!!!

Medya manyadı, bizi de manyattı abi.

BABAYI DA BİZ KESELİM
YILDIRIM TÜRKER

Radikal
07/09/2009

Gururun yoksul aşı olduğunu biliriz.
Cumhuriyet ideolojisinin, pamuk ipliğiyle orta sınıfa bağlı kesimler üstünde en büyük güce sahip olan çağrısıdır: Yoksul ama gururlu.
Koskoca Türk sineması tarihinin, popüler edebiyatının baş köşesinde güçlü çenesi, sert hatlarıyla
çizilmiş gururlu bir yoksul olmuştur. Yüreklerimiz hep gururlu olana çarpar; hep yoksulun gururla reddettikleri gözlerimizi yaşartır.
Geçen gün televizyon başında bir ‘şok haber’e yakalandım.
Küçük kızının kafası kesilmiş cesedi bir çöp tenekesinde bulunan Süreyya Karabulut, hepimizi büyük düş kırıklığına uğratarak katilin ailesinden para, evet yanlış okumadınız, para istemişti.
Benim o an izlemekte olduğum kanalın haber sunucusu da aynen böyle duyuruyordu bu tüyler ürpertici haberi.
“Söylemeye dilim varmıyor ama (burada acıyla yutkunur) 3 milyon avro istemiş.” Yıllardır bu memleketin haberlerini sunan sunucu sonunda söylemeye dilinin varmadığı felaketi buldu, anlayacağınız.
O utanç verici onursuzluk nişanesinin adını biliyoruz: Para.
İşte sonunda gerçek suçluyu bulduk. Gurursuz yoksul, kızının ölümü üstüne utanmadan kan parası istemiş. Aman Allahım. Korkunç değil mi?
Çok uzun zamandır dehşetengiz mantık burkulmalarıyla inşa etmiş olduğumuz bir konsensüs hattı var ülkemizde. Çeşitli konularda medya tarafından konsensüse davet ediliyoruz. Davetiyelerin üstünde LCV bile yazmıyor üstelik. Son derece dayatmacı, ahlakçı yorumlarıyla bize yol gösteren medya toplumsal olaylardan tutun bireysel felaketlere kadar her konuda neler hissetmemiz gerektiğini bize bildirmekle yükümlü hissediyor kendini.
Bu yorumların, çakma ahlâki tiksinti çağrılarının lekelemediği herhangi bir haber kırıntısına rastlamak mümkün değil.
Süreyya Karabulut, Garipoğlu ailesinden para istemiş olduğunu inkâr etmiyor. Kendince anlaşılır, kutsala yazılası gerekçeleri de belirterek. Ama olan olmuştur. Büyük gazetenin manşeti şıpınişi çatılıveriyor: “Baba, eski baba değil.”
Değildir ya. Güçsüz, çaresiz, kızının katilini bir türlü yakalatamayan bir babanın neler yaşayabileceğini düşünmek, tartmak bize kalmamış elbet. Medyanın da kışkırtmasıyla kafasının kesilmesi gereken ikinci kurbanı kıstırdık işte. Kızının anısına paraya satan onursuz baba.
Bu şok haberle birlikte araştırmacı gazetecimiz, geleceğin Birand’ı Cüneyt Özdemir de bombasını patlatıverdi.
O, babanın ne mal olduğunu çoktan bilirmiş meğer. Çünkü, kapısına çalıp kendisinden kızının kitabını yazmak için izin istediğinde o baba müsveddesi kalkıp paradan söz etmiş. “Donduk kaldık” diyor Özdemir. Koskoca projesinden vazgeçivermiş.
Bu arada, eksik kalır mı, diğer bir kanaat önderi kahramanımız Fatih Altaylı da ‘artık Münevver’in babası benim’ diye ilan ediveriyordu. Sonuç olarak Süreyya Karabulut’tan babalık payesini söke söke geri aldık. Biz vermiştik ya.
İnsan utanır...
Bu babanın neler yaşamış olabileceğini tahmin etmek çok mu güç geliyor size?
Bu vahşi cinayetin bütün ayrıntılarıyla toplumu erotize etme memuriyetinden vazgeçmeyen medya, şimdi adamın akıl ve ruh sağlığıyla karakterinin sağlamlığını ölçümlüyor. Vardığı sonuç da içler acısı.
Kızının kesik kafasının içine konduğu enstrüman kutusunu bin bir numarayla bulup fotografını basmayı habercilik zanneden; adlı tıbbın otopsi raporlarındaki sperm bulgusundan inanılmaz cümbüş hikâyeleri kurgulayıp okurunu keyiflendirmeye çalışan medyamız, elbette baba olmanın, onurlu bir baba olmanın, yas tutan bir baba olmanın yordamını da biliyor. Hem de gözümüze sokuyor. Bu acısından belki de delirmiş adamı bize ibretlik bir vaka olarak sunuyor.
Münevver’in babasını çekiştirip yeterince sergilediler. Ama, kendini korumayı bilseydi, öyle değil mi?
Dikkat edin! Bu, “Hırsızın hiç mi suçu yok?” gazeteciliğinin bir yansımasıdır.
Besbelli gücünü ta Susurluk’tan bildiğimiz Garipoğlu ailesinin beslemesiyle birden Münevver’in telefon kayıtlarındaki öteki delikanlı gündeme sürülüyor. Niye aradı? Kaç kere aradı? Demek ki Cem de kıskanmış. E delikanlı adamı kıskandırmayacaksın.
Akabinde babanın talep ettiği para gündeme atılıyor.
Artık mağduru da iyice bir didiklemenin zamanı gelmiştir.
Mağduru bir taraf olarak gösterip katiliyle arasında hakemlik yapmaya zorluyorlar bir kez daha bizi.
Mağduriyet dilinin nasıl olması gerektiğini de çoktan öğrenmedik mi? Şiirlerle, hamasi hıçkırıklarla ve gurur geğirtileriyle sahneye çıkarılmayan mağduriyet, hak edilmiş demektir, güce tapan milletimin istiklal çevrelerince.
Çünkü biricik kızınızın kafası kesilmiş bedeni bir çöp tenekesinde bulunmuşsa; zenginliği ve kutsal derin ittifakları nedeniyle dokunulamayan bir ailenin katil oğlu sırra kadem basmış ve bir türlü bulunamıyorsa, aklı başında ve gururlu baba duruşunu sürdürmek zorundasınız. Acınızı empati yoluyla hissedebilmemiz için. Yoksa, Münevver’in katili bulunsun diye oluşturulan sivil gruplardan nümayişli istifalarla karşılaşırsınız. Neden? Çünkü para istediniz. Onurlu olamadınız.
Kızınızın katilini yakalayamıyoruz ama sizden de tiksiniyoruz işte.
Para, yoksulun ağzından çıktığı anda dilencilik olur. Yahudi ortağınızı, trilyonlarca borcunuzu ödememek için öldürtmüş olsanız bile sizden para talep eden bir yoksul karşısında daha onurlu ve güvenilir bir portrenize bakarız.
Şimdi hunhar bir cinayetin bile sarsamadığı kadar sarsılmış olmamız bekleniyor.
Nasılsa sesimizin de gücümüzün de Cerrahlara, Garipoğlulara yetmeyeceğini biliyoruz. Bir kez daha bize kalan, mağdurun tıynetini sorgulamak.
Hemen kutucuklar içinde, telefon bağlantılarıyla yalnız doktorlara değil, bu dengesini kaybetmiş, eski bildiğimiz baba olmaktan çıkmış adam hakkındaki fikir ve hislerini toplumun çeşitli kesimlerinden insanlara soralım. Küçük anketçiklerle kamuoyunun sözde nabzını tutup tutturalım.
Herkesin küçük bir yargıç olduğu toplumsal sahnemizde Karabulut’a cezalardan ceza beğenelim.
Koşullu şefkatimizi bu kızlarını cinayete kurban vermiş aileden çekip alalım.
Çünkü hepimiz yoksul ve gururluyuz. Hepimiz yas tutmanın adabını, acıyla başa çıkabilmenin etiketini iyi biliyoruz.
Aslında galiba mağdurun kafiyesiz sesini hiç sevmiyoruz. Mağdurun boynu bükük, alnı dik haline tahammülümüz var ancak. Hayatta ahlâka dair ne biliyorsak ancak mağdurların üstünden sınayabiliyoruz. Gücümüzün yetmedikleri yargı alanımıza girmiyor. Yakınları devlet tarafından kayıp edilmiş yaşlı ana babalar yıllar boyu her hafta gözümüzün önünde dayak yememiş miydi? Seslerini duyurmaya çalıştıkları için.
Biz o ana babaların da siyasi yatkınlıklarını, dillerini beğenmeyip yedikleri dayakları, gördükleri işkenceleri uzaktan seyretmiştik.
Karabulut da gözümüzden düştü. Garipoğlu’nun suratına yavaş çekimde teklif ettiği paraları fırlatacağına, ondan para talep etti.
Zaten Garipoğlu da ‘mağdur aile biziz’ demiyor muydu? Vallahi haklıymış adam.

5 yorum:

beenmaya dedi ki...

yani kısaca boş yere aranıp duruyor asıl suçlu bulundu öyle değil mi...

Adsız dedi ki...

Zavallı baba zavallı aile ve zavallı basın..yahudiler egemenliğindezavallı dünya..!!!
Nilly

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

konunun dini bir segregasyonla alakasi yok bence...

yine soyleyecegim hep iddia ettigimi...

toplum olarak bir kangren icindeyiz bunu degistirmedigimiz muddetce bir taraflarimizin kesilmesine engel olamayiz...

biz toplumumuzda cocuklarimizi zavalli yetistiriyoruz; assagilik kompleksli yetistiriyoruz, bu en kucuk sosyal olusumumuzda; yani ailede basliyor; bastiran ilk etki karsisinda zaten olusamamis oz guvenleri yitip gidiyor insanciklar.. bu etki kaba kuvvet, santaj, para, psikolojik baski dolayisi ile olusmus depresyon vs. olabiliyor...

ama sanirim bu duygusal vampirler oldugu muddetce toplumsal temelin cikan civisi bir daha yerine cakilamayacak gibi gorunuyor...

ozellikle takip etmemeye calisiyorum bu felaketi; ancak basinda o kadar cok cikiyor ki; artik "prime time dizi"yi tesadufen gorur gibi gozume carpmaya basladi bu olay...

sanirim sonraki adim zavalli babanin intihari olacaktir; bundan korkuyorum...

7.oda dedi ki...

son zamanlarda okuduğum en iyi yazıydı..

Vladimir dedi ki...

Halkı zavallılaştırdılar. Ciğeri beşpara etmez medya şebeklerinin histeri krizlerini tekerleme misali dizilmiş başlıklardan izliyoruz. İçi boş tekerlemeler. Been dedim oldular. Hiç bir derinlikteni herhangi bir analizden yoksun metinleri insanların kafasından aşağı boca ediyorlar. Çok yakında hepimiz birbirimizden iyice nefret etmiş olacağız. Gidişat fena :((