Perşembe, Mart 05, 2009

Limonata tebessümler...

Sabah uyandığında,
kahvaltısından sonra uzun paçalı donlarını yıkayıp astığında,
ve öğlen yemeğini yerken,
akşam üzeri fenalaşacağını ve öleceğini bilemezdi, elbette.

* * * *

1903 yılında Serez'de doğmuştu.
Balkan yarımadasında on yıllardır süren karışıklığın 1912 de Balkan Savaşı'na dönüşmesinden bir kaç yıl önce, Rumlar, babası Emin'in kafasını keserek öldürmüşlerdi.
Bunları yaşadığında henüz beş-altı yaşlarındaydı Emine...
Savaşın başlamasından sonra annesi ve bir kaç akrabası ile İzmir'e göçmüşlerdi. 1919 yılında kendileri gibi göçmen olan Debre'li Arnavut bir ailenin 1894 doğumlu oğlu Tevfik ile evlenmişti.
Emine çok uzun yıllar sonra, torunlarına, 9 Eylül 1922'de İzmir'de, babasının intikamını almak için yanıp tutuşan annesinin, ölü Yunan askerlerini nasıl tekmelediğini anlatacaktı.

Yük ağır olunca, ömürden gider derler ya, Emine'nin annesi de henüz kırk yaşındayken ölünce, Tevfik bey ve Emine Hanım kendi başlarına, yalnız bir hayat kurmuşlardı.
Emine ilk çocuğunu doğurduğunda 21, son çocuğunu doğurduğunda ise 27 yaşındaydı.
Kısa süre yaşayan ve ölen Sedat ismini verdikleri ortanca çocukta dâhil, hepsi erkekti evlatların.

Aile, büyük oğlu Tahir'den iki kız toruna, küçük oğlu Samim'den ise iki erkek toruna kavuşacak ancak Tevfik bey, 1959 yılı Haziran'ında ilk erkek torununu kucağına alıp sevmeye başlamasından 10 ay sonra ölecek ve 1962'de doğacak olan ailenin ikinci torununa bu yüzden Tevfik adı konacaktı...

* * * *

Yıllar yılları kovalamıştı.
Emine hanım, kocasını kaybettikten sonra bir müddet daha Tevfik beyle oturdukları 137 sokaktaki iki katlı eski Rum evinde yaşamış sonra bir kaç sokak yukarıda, Hatay caddesine yakın, 153 sokakta bir apartman dairesine taşınmıştı.
Ne oğullarına, ne gelinlerine yük olmayan bir kadındı Emine hanım... Gelinleri sağlam bir kaynana olduğunu iddia etseler bile, ilk erkek torunu Ferit, çok zor günler geçirmiş, çok çile çekmiş olan ve çokta gülmeyen belki de gülemeyen bu kadını severdi.
Emine hanımın da Ferit'i ayrı tuttuğu söylemleri vardı ara ara... Belki ilk erkek torun olmasındandı bu...
Her işini kendisi gören, kimseden bir şey istemeyen, yalnız yaşayan ve çok gülmeyen bir kadın...
Bayramlarda, taze limonlardan elleriyle yaptığı limonatayı torunlarıyla paylaşırken, yüzünde hafif bir tebessüm olan yalnız kadın...
İlerlemiş yaşına karşın, canının istediği herşeyi ama azar azar yiyen bir kadın...

* * * *

Ferit doğduğunda 55 yaşında olan Emine, Ferit'in kendini bildiği yaşlarda neredeyse 70 yaşlarındaydı ama zımba gibiydi. 1994 yılına kadar, Ferit onun 70'lerinden 90'lı yaşlarına yürüyüşüne tanık olmuş, yüzüne oturan büyük et benlerini izlemiş ama diğer yandan doksanbir yaşında bile kimseden bir şey istemeyen ve kendi kendisine yeten bu kadını hayranlıkla izler olmuştu.

* * * *

8 Ağustos 1994... Zor zamanlardı... Akşam üzeri çalan telefonu açan Ferit'e, babaannesinin karşı komşusu "Babaanneniz sizi istiyor." demişti.
İlk kez böyle bir şey oluyordu.
Emine öyle kolay kolay çağırmazdı kimseyi...
Apar topar evden çıktı ve yoldan babasını da alarak hızla vardı 153 sokağa...

Kapıdan girip koridordan geçerken, banyoda asılı ve henüz kurumamış bir kaç uzun donu farketmedi.

Emine'nin yattığı odaya girdi... Başında üç beş kadın...
Önden giren torunu Ferit'i gördüğünde, "Tamam işte, geldi benimki... Ben artık gidebilirim..." diye mırıldandı. "Olur mu öyle şey?" filan dedilerse de, Ferit hissediyordu...
Emine defteri kapatıyordu.
Kapatmak istiyordu...
Olağanüstü rahat ve huzurluydu...
"Yeter artık" dedi, kısık bir sesle...
Oğlu Samim annesinin yanına ilişip bir şeyler söylemeye çalışırken, bir kaç dakika sonra ruhunu teslim edecek olan Emine'nin gözü ve kulağı odanın diğer tarafında komşularla konuşan torunu Ferit'teydi...
Çünkü,
Komşulardan bir tanesinin "Babaannenize bakan doktoru çağırın, şu merdivenlerden Hatay caddesine çıkınca, sağa dönün, 100 metre kadar sonra sol tarafta doktorun adını göreceksiniz..." cümlesine,
yattığı yerden "Yüz metre değil, 25-30 metre..." diye müdahele etmesinin başka bir anlamı yoktu... 91 yaşındayken bile bilincinin zıpkın gibi açık oluşunun dışında...

Emine babaanne, bir kaç dakika sonra devir teslim işini bitirdi.
Komşulardan biri ağzına ayna tutup, buğulanıyor mu diye bakarken, Ferit "Babare"sinin gözlerini kapattı usulca...
Sonra bir ambulans ve doktor geldi... Alıp beraberce hastaneye götürdüler.
Gecenin sessizliğinde, Ferit morga gitti, son bir kez görmek için...
Odada üzerinde beyaz bir çarşaf örtülü yalnız bir kadın...
Çarşafı kaldırdı, gözlerinin tekrar açık olduğunu gördüğünde irkildi...
Soğuk tene tekrar dokunarak, uzunca bir müddet kapalı tuttu gözleri...
Elini usulca çekti. Baktı. Tamamdı bu defa...
Ve Emine'nin yüzünde, Ferit'in limonata ikramlarından bildiği tebessüm vardı...

* * * *

Ertesi gün babare'nin evine gittiğinde, donlarını sabah kendisinin yıkadığını, öğlen mis gibi yemekler yaptığını öğrenecekti.
Bir de komşu kadınların başucuna bıraktıkları bir bardak suyun Allah'ın yaz gününde buharlaşmasını, "O'nun ruhu şimdi onbeş gün buraya gelip azar azar bu suyu içip bitirecek" diye nitelendirmesini...

Öğrenecek çok şey vardı şu garip hayatta...

Babare'nin odasından çıkarken, başucunda duran camsız gümüş çerçeveli kendi resmini aldı...


Bir de kurmalı çalar saati...
Çalar saatin altındaki etiket saat tamircisine aitti. "Emine hanım, 12.7.94-5TL"

Emine hanım 91 yaşındaki ölümüne bir ay kala çalar saatini tamirciye götürüp tamir ettirip alabilen bir kadındı...

* * * *

Ferit, Emine hanımı sadece limonataları yüzünden sevmemişti.

15 yorum:

gülçin dedi ki...

babare, nur içinde yatsın abi.

sevgiler.

Haccecan dedi ki...

Allah rahmet eylesin, Allah banada böyle bir ömür nasip etsin.. Kimseye muhtaç olmadan, kimseden bir şey istemeden...
Allah böyle insanlarla tanışmamı, onlarla derin sohbetler etmemi nasip etsin..
Ne diyim başka..
Sağol abi...

tutsak dedi ki...

Ruhu şad olsun.Eski topraklar sağlam oluyordu. Bizlerin onlar gibi olabilmemiz mümkün değil.

Kubilay Kızıldenizli dedi ki...

Çok güzel öykü tadında anlatmışsınız babaanneyi.
Hepsi birer birer gidip bizi bir başımıza bırakıyorlar.
Ruhu sonsuza değin dinlensin.

Vladimir dedi ki...

Sevenleri onu anlatmaya devam etsin, Allah rahmet eylesin.

Adsız dedi ki...

yutkuma yutkuna getirebildim yazının sonunu her cümlede düğümler ekleniyor insanın boğazına bir yazdın mı gülme krizine sokuyor bir yazdın mı da yorum yazacak mecal bırakmıyorsun insan da.Şimdi ne denir ki bu yazının altına.Ruhu şad olsun .Allah rahmet eylesin....

Adsız dedi ki...

Ah be güzel abim be ağlattın beni valla. Babareyi ben de çok severdim.
Demir

Kremali'nin annesi dedi ki...

Allah o babaanneye gani gani rahmet eylesin. Torunu Ferit'e de, uzun ve saglikli bir omur, ardindan hikayesini anlatacak saglam torunlar nasip etsin insaallah.

Araniza resim cercevesinin cami bile girememis Agbi. Dilerim ahirette de aranizda hicbir perde olmadan gorusur, karsilikli limonata icersiniz serin serin:)

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

arkasi arkasina 3 kez okudum abi.

cok guzel yasanmis bir hayat; cok guzel sevilmis, cok guzel anlatilmis...

allah rahmet eylesin.

ABİ dedi ki...

Hepinize çok teşekkür ve sağolun.. Demir, "Babare"yi sevdiğini biliyorum..
sevgiler hepinize.

Kremali'nin anası'nın dediği gibi, hepimize hikayelerimiz anlatacak torunlar bahşetsin Tanrı... Ama beri yandan bizlere de onlara anlatabilecekleri hikayeler bırakmayı...

cinar dedi ki...

Allah rahmet eylesin. Çok güzel anlatmışsın Abi.Geride böyle duygular bırakabilen insanlar olalım hepimiz de umarım.

Asortik Krep dedi ki...

Serez'de doğmaktan, mübadele öncesi Türkiye'ye gelmeye, Rum evinden, ölene kadar kendi işini kendi yapmaya kadar çok tanıdık bir hikaye bu bana..

Limonata yerine limonlu pelte hikayelerimiz var bizimde..

Allah rahmet eylesin.. Okurken çok duygulandım, ne hissettiğini anlayabiliyorum..
Toprağı bol olsun..

Adsız dedi ki...

o limonatalara ben bile yetiştim..
nur içinde yatsın büyük babaneeem...

Tabiat Ana dedi ki...

sevgili abi,
ilk başta yaşanan o büyük acı sonra yerini garip bir şekilde tebessüme bırakıyor gerçektende.Böyle hikayeler böyle anılar böyle yazılar inanılmaz burkuyor içimi.Mekanı cennet olsun :(

hep dedi ki...

İnsanın anneanne-babaanne-dede gibi büyükleriyle anılarının olması güzel ve güzelin de ötesinde bir şans.Hele böyle bir babaanneye sahip olmuş olmak daha da güzel işte, besbelli. Hepsinden güzeli ise, O'nu yazarak, anarak, paylaşarak yaşatmak.