Pazartesi, Nisan 28, 2008

Kasa

Aşağıda yazacaklarım 2003 yılında Çankaya'da bir esnaf lokantasında not alınmıştır. Olay tam olarak böyle mi olmuştu, yoksa bazıları benim hayal ettiklerim miydi hatırlamıyorum doğrusu....
KASA

İhtiyar adam iki kapılı lokantanın kasa tarafından girdi
Camlı yemek tezgahının arkasındaki ustaya seslendi
-Evladım, bana bir tabak kuru fasulye
Sonra içeriye doğru geçti
İki kişilik masalardan birine oturdu
Garson mutat görevi icabı
Masaya ekmek koydu, su koydu
İhtiyar adam seslendi
Evladım ekmeği ve suyu kaldır
Garson peki efendim diyerek uzaklaştı
Takma dişlerinden yardım alarak ağırdan kaşıkladı fasulyeyi
Ellerini masadan ayırıp dizlerinin üzerine koydu
Sırtını iskemleye dayayıp buna da şükür diye söylendi sessizce
Garson boşları toplarken tekrar seslendi
Bey amca çay içer misiniz ?
Sağol evlat almayayım
Ayağa kalkıp ağır aksak kasaya yöneldi
Önce önündeki kolonyadan doldurdu avuçlarını
Sonra bütün yüzünü sıvayıverdi, gözler dahil
Gülümsedi...
Gözlerin yanmaz mı be, ne tuhaf adamsın sen böyle
Diyen zevcesi geliverdi birden aklına..
Buyur bey amca
Bir tabak kuru fasulye yedim
Ekmek su var mı ?
Yok evlat sade kuru
Hesabı ödedi
Sonra kapıdan döndü köşeyi
Kasadaki adam kendi kendine söyledi
Çok pinti gördüm ama böylesi de ilk defa
İhtiyar kapının köşesini daha henüz yeni dönmüştü
Ondan ötürü duymuştu bu sözleri
Tekrar geri geldi bak evladım
Haftada iki kez diyalize girerim doktorlar pek su içme derler
Suyu anladık, pekala ekmek diyeceksin şimdi
Bu yetmez gibi bir de şeker var, hem de iğnelisinden
İşte böyle, aslında hem halli hem vakitliyim de...
Kasada ki adam mahcubiyetle önüne eğdi başını
Bağışla bey amca boşboğazlık ettik işte
Yok yok hiç hayıflanma evlat, boş ver gitsin
Kasadan bakınca hep öyle görünür zaten.....

Goodmorning Vietnam..

Sevgili kardeşim, Rehav@, Legro, İrlandalı, Tuzluk.

Ben pek mecbur kalmadıkça kimseye ne karşı yazı yazmak ne de donk diye çakmak isterim.
Haklısın. Geçen hafta beni aradın. Üstelik bir cumartesi gecesi hayli geç bir saatte aradın. Sanıyorum saat 21.30-22.00 civarlarındaydı.
Ben, benden 15 yaş büyük, çok eski bir dostumla muhabbeti kucağa çekmiş, elimde rakı kadehi, sessizliğin ortasında, arada bir duyulan ağaçkakan tıkırtıları ve inek mö'lemeleri arasında bir mangal başındayken duydum özlediğim sesini..
"Bu saatte neden arar beni ki?" diye kendi kendime sorarken sıralayıverdin Türkekırgın rahatsızlığını ve nedenlerini.. Şaşırdım gerçekten.

Senden en az on-on beş yaş büyük olduğum ve yanımda olan kişinin de senden en az otuz sene daha fazla yaşamış olduğu çabucak dönüverince kafamda, O'na olan saygımdan ve seninde beni o saatte arayıp, "Müsaitmisin?" diye bile sormadan, Türkekırgın ve Berceste arasındaki atışmalardan son derece rahatsız olduğunu anlatmanı müteakkip, "Tamam. Ben konuşurum O'nunla" diyerek kapattım ve bitirdim konuşmayı. Ve gerçek şudur ki, yapmak istemememe rağmen o saatte benden yaşı hayli küçük olan Türkekırgın'ı arayıp "N'oldu blogda?" diye sordum. Çünkü, bir insanı saat 22.00 de arayarak "Ne yazdın?/ Ne yazmış?/Ne yanıt verdin?" gibi şeyleri sormaktan ben çekinirim.

Berceste, Türkekırgın'ın bu blogda bir yazar olmasını umursamayarak, Öpme Beni başlıklı yazının yorumlarında, c-box'ta ve şu an tam hatırlamadığım ve hakîkaten çok ta önemsemediğim bazı yazılarda, O'nunla tartışmaya girmiş ve sonunda Türkekırgın'ın hem çok açık ve dobra, hem de agresif denebilecek yanıtları ile karşılaşmış idi.

Burada hem senin hem de Berceste'nin unuttuğu yada görmezden geldiği şey şu idi;
Burada bulunan tüm yazarlar ( Dikkat: Yazarlar.) yazdıkları ile biri ve/veya birilerini rahatsız edecek olurlar ise bunu ONLAR'a hatırlatacak kişinin ben, Abi olduğudur.
Su Kabağı'nı 25,
Jubelum'u 20,
Türkekırgın'ı 30 yıldır fizîken tanıyorum.
Espresso ve Andelib'i fizîken tanımasam da bir güven ortamı oluşmuş ki burada yazıyorlar.
Ha, yarın birisi hakîkaten çok abuk bir yazı yazsa, bende O'nunla yaptığım özel söyleşide derdimi anlatamazsam, "Ben istediğim gibi yazarım." derse yazarlığı biter.
Kimseyi savunmak bana düşmez. Ne seni ona, ne onu sana. Gerekmez.
Tıpkı seninde Berceste'yi savunmanın gereksizliği gibi.
Berceste, eğer Türkekırgın ile kelime oyununa giriyorsa bunun sonucuna katlanır. Ya da Türkekırgın katlanır. Bu onların satrancı..
Sen ne alâka yâni?
Ne giriyon ki bu mevzuya?
Birisi Fetullah'ı, türbanı sevmiyo, diğeri "sen Fetullah'tan, türbandan bir zarar mı gördün?" diyo..
Hiç bire bir muhabbetinin olmadığı bir kişiden, hele seninle hiçbir diyaloğu olmamış birisinden,
hele hele benim bloğumun yazarı olan birisinden, ve en önemlisi benim evimde, benim bloğumun c-box'ında "herif" diye bahsetmen hakikaten uygun mu?

Pire/Yorgan/Gemi konusunda sana diyeceğim pek bişi yok.
Neyi istersen yak.
Hattâ Sezen'i seversin sen, Beni yak, kendini yak, herşeyi yak..

Ben kendi adıma şunu söylerim;
Sayfama kim girmiş, kim çıkmış diye izleyen birisi değilim.
Sen, eğer izliyorsan, benim seni okuduğumu bileceksin.
Ya da belki, Seninle fiziksel ve Berceste ile sanal dostluğumuzun olduğu şu âlem vâsıtası ile yarın İstanbul'a yolum düştüğünde ararım seni.
Meselâ açmazsın telefonunu..
Canın sağolsun.
En azından benim gemileri bu kadar kolay yakmadığımı anlarsın o gün.

Sağlık ve sevgiyle kalın ikinizde.

Bercy'e selam.

Cuma, Nisan 25, 2008

Herkes için..

Daha evvel bir kaç yorumda da bahsettiğim gibi, fikirlerin, tartışmaların daha düzeyli olmasını isterdim.

1- Bu bloğun sahibi benim.
2- Herkes, yazar ya da yorum yapan kişi, kendi hür fikrini ve düşüncesini burada yazar.
3- Bunları düzeltmek kimseye düşmez.
4- Diyeceği olan, birbirine "herif" ya da "ulan" gibi kelimeleri kullanmadan konuşsa daha uygun olur.
5- Bu blog, genel çizgisinde, tarîkat, şeyh, mürid, türban konularından hoşlanmayan Atatürk'çü yazarların bulunduğu bir yer.
6- Yorum yapan bir kadının, bastıra bastıra türban ya da bir tarîkatı savunmasına karşı çıkan yazarlardan birinin erkek olması araya başka bir erkek yorumcunun girmesini gerektirmez.
7- Herkes kendi düşüncesini yazmaya, başka bir yazar kabûl edip etmemeye, yorum alıp almamaya, alıyorsa bunu yayımlayıp yayımlamamaya, rengine, şablonuna karar vermeye KENDİ BLOĞUNDA yetkilidir.
8- Ve ayrıca herkes istediği sayfaya girip okumaya ve yorum serbest ise yazmaya, istemediği sayfalara bakmamaya KENDİ AKLINDA yetkilidir.

Burayı sevmeyebilirsin.
Burayı sevebilirsin ama yazarlardan birini sevmeyebilirsin.
Herşeyi seversin de bir tek yazı sana batar.
Her yazıyı ve bütün yazarları sevmişsindir de bir renge takarsın.
Ya da yorumunun basılma saatine takılırsın.
Ne bilelim biz.
İnsanın binbir türlü hâli var.

Ne istiyorsan yaz.
Ne istiyorsan düşün.
Nasıl davranmak istiyorsan öyle davran.
İster bak, ister bakma.
Oku ama okumuyormuş gibi yap.
İster yaz ya da yazmayı çok iste ama yazma..
Yeter ki uygar ve terbiyeli ol.
Seviyeyi düşürme.
Üslûbu bozma.
Kendine karşı bile olsa.

Allahaısmarladık.

Abi.

Çarşamba, Nisan 23, 2008

Cleaner

Hemen her örgütlenmenin tepelerinde birbirlerinin ahlâksızlıklarını, kuralsızlıklarını, yolsuzluklarını örtmeye çalışan ahbap-çavuş ilişkilerini,
ve böyle bir örgütte zamanında çalışmış, örgütün asıl amacının kuralları ve toplumun ahlâk değerlerini korumak, yolsuzlukla savaşmak olduğunu bilen birisinin, istemeden içine bulaştığı ve tanık olduğu şeyleri ortaya çıkarabilmek adına verdiği ölümüne savaşı anlatan bir film; Cleaner.

Suç mahâlli temizleyen bir firma sahibi olan Tom'un başına gelen bu olayda, eski örgüt arkadaşlarının kendisine, "Uğraşma bu işlerle.. Çok kirli işler.. Unut bunları.. Görmemiş ol.." demelerine rağmen, mücadelesi göz alıcı..
Öneririm.


Salı, Nisan 22, 2008

EŞYANIN TABİATI

İki elim, iki kolum, parmaklarım var, olur mu hiç üç kulak, dön de aynaya bak ! Milliyet Gazetesinin internet sitesinde yer verilen “Dünya ordularından garip fotoğraflar” köşesinde gördüğüm şu amcaya bakınca nedense bu şarkı dolandı dilime...
Üniforman, apoletin, çelenklerin var, ama bir de eşyanın tabiatı var işte. “İki kumaş, iki yanak”,inanmıyorsan
dön de arkaya bak !
Silahlarınız,toplarınız,tüfekleriniz,hırslarınız,dünya haritası üzerine planlarınız var..Ama bir de varlığını inkar edemeyeceğiniz “yanaklarınız” var beyler. Gün gelecek bütün o ihtişamlı ciddiyetinize rağmen,eşyanın tabiatı gereği , pantolonlarınız işte böylece patlayıverecek dünyanın gözü önünde.

Cuma, Nisan 18, 2008

Rekâbet..

Resimlerin üzerine tıhtıh.. Detayları okuyun lütfen..





Perşembe, Nisan 17, 2008

Büyük Ata'm..


Bu mücâdeleye katılmamıza engel olabilecek şahsî rütbeleri, mevkîleri de genel şerefi kurtarmaya yönelik bir gâye uğruna fedâ ettik.

Bunu anlamayıp da, milleti hâlâ kendi kafalarının keyfine göre idâre etmeye kalkışan kuvvetler artık birer belâdır.

Çarşamba, Nisan 16, 2008

Damat Murat ve Pippa Gelin

Diyelim ki;
Bir Türk bayan sanatçı, üzerine bir beyaz gelinlik giyerek, otostopla Avrupa turuna çıksaydı,
Yunanistan'da bir kamyon şoförünün tecavüzüne uğrayıp, boğularak öldürülse ve gömülseydi,
Nişanlısı, annesi, babası, arkadaşları, necip Türk medyası ve bizlerin söylemleri ne veya nasıl olurdu?
Bu söylemler, Gelinlikli Türk Sanatçı kızımızın gittiği yönün Batı değil de Doğu olması durumunda, örneğin bu olayın kızımızın başına, Irak'ta ya da İran'da veya Suriye'de gelmesi hâlinde değişirmiydi?


Kısaca,
Türk milleti, Yüce Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği özelliklere sahipken,
yâni, zeki ve çalışkanken,
aynı zamanda ne kadar sağduyuludur gerçekte?


** ** ** **

Ayrıca bir düşüncemi de sizlerle paylaşmak isterim.
Yıllar önce Arabesk filminde Müjde Ar'a kahvede neler olduğunu hatırlayacaksınız.
Bu ülkede, üzerinizde gelin kıyafeti ile otostop yaparsanız, size zifafın ne olduğunu öğretmeye hevesli, gerdeği size bire bir yaşatmaya yeminli yüzbinlerce Damat adayı ile karşılaşırsınız.
Damat Murat Paşa'da (Karataş) bunlardan biridir.
Türk milleti Çalışkandır..

** ** ** **

Kabin ekibimize yeni katılan andelib ya da blog uyumlu ismi ile Andy'e önce bir HOŞGELDİN diyoruz.
Kendisinin gösterdiği tevâzuya aldanmayın, ben çok anlamlı satırlara hazırlıklı olmanızı öneririm.
Bu arada meraklı okurlar için bir kaç kısa not;
Ben kendisini tanımıyorum. Fiziksel olarak yani.
Erkek mi, Dişi mi? Yaş, enlem, boylam.. Bilmiyorum..
Umarım bizimle birlikteliği uzun soluklu olur..
Espresso mesela, uzun zamandır yok.. O'da fiziken tanımadığım ama çok önemli bir kişiydi bizler için..
En son bir mail attı ve kayboldu..
Dönüp dönmeyeceğini bilmediğim için, ismini ve yazarlık hakkını saklı tutuyorum.
Belki bir gün küüüt diye bize bir sürpriz yapar, ne bi'liim..


Tekrar Hoşgeldin ANDELiB..

Salı, Nisan 15, 2008

KUŞLAR

Önce tanışalım. Mahlasım (rumuzum) Andelib.. Eski dilde "bülbül" demek.. Sağ olsun, site sahibi "güzel Abimiz" beni kırmadı, blogda yazar olma isteğimi kabul etti.. Artık arada bir benim yazılarımla da karşılaşacaksınız burada. Bilmem bülbülün sesi gibi güzel gelir mi kulağınıza sesim ama, artık bir "ses" im dünyanızda..

Gerçi korkmaktayım itiraf edeyim. Zira ürkek güvercinlere kıyıldığını görüyorum dünyanızda… Şehre inmek cesaret ister oldu epeydir niye inkar edeyim... İnkar etmiyorum ama tutamıyorum da kendimi kulağınızın dibine kadar gelip sesimi duyurmamak için... İster kıyın bana ister duyun beni... Tercih size kalmış …

Zira biz kuşlar aleminde size güvenmemek gerektiğini çoktan anladık… Son elçimiz de aramıza döndü... Kanadı kırık, kanlar içinde… Yüreği parça parça... Barış güvercini olma dileğiyle karışmıştı dünyanıza oysa…
Pippa Bacca Fazla yol alamadı yerden gitmeye kalkınca… "O" güvercinlere kıyılmayacağı umuduyla , "Gelin Ayşem" türküsünün kalıt olduğu toplumda gelinlere kıyılmayacağı ezberiyle çıkmıştı yola… Ezberimiz bozulmuştu oysa çoktan… Biliyorduk başımıza gelebilecekleri artık… Hani şu Martı Jonathan Livingston vardı bilirsiniz… Kuş beyinliyiz ya, elde değil… Martı'nın yolundayız hala…

Bu yüzden buradayım ben de… İster duyarsınız beni... İster kıyarsınız bana da… Pippa Bacca'ya ya da diğer güvercinlere kıydığınız gibi…Kabulüm...



Her şeye rağmen…

Merhaba!

Pazartesi, Nisan 14, 2008

Demagoji Meydanı



Ben bu tartışmayı seyredene kadar, Yiğit Bulut ve Sinan Aygün'le ilgili daha farklı düşüncelere sahiptim.
Bilekte Rolex, kapıda Mercedes..
Budur abi..
Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.
Programı izlemeyenlere..

Sırayla burayı, şurayı, orayı, buraları, şuraları, oraları, ve hatta nereleri, son olarakta şu kavgayı tıklayabilirsiniz..

Salı, Nisan 08, 2008

Bay Hijyen..

Geçenlerde Çarkıfelek'te bir ressam ve resminin adı soruluyor..
Hemen hemen tüm sessiz harfler çıkmış.. Durum şöyle;

_SM_N H_MD_ B_Y K_PL_MB_Ğ_ T_RB_Y_C_S_

Yarışmacının tahmini;
OSMAN HAMDİ
BAY KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ
(Mr. Turtle Trainer gibi..):))

** ** **

Ahmet Çakar'ın yarışmasından bir soru:

Kadınların hijyen amaçlı, evde ürettikleri kıl sökücünün malzemeleri nedir?

(Hijyen amaçlı yalnız..)

Cumartesi, Nisan 05, 2008

..

Bir gevrek 60 gr. hamurdan yapılıyor ve pişerken 20 gr. fire verip bize 40gr. olarak ulaşıyormuş.
40 gr.'ı 40 kuruş olan bir şeyin kilosu eski parayla on milyona geliyo, di mi?
Gevrek = 10 ytl/kg
Levrek = 7 ytl/kg
Aklıma Marie Antoinette geldi ama yapmıcam bu espriyi.

Salı, Nisan 01, 2008

'İzmir neden kaybetti?'

Can Dündar

İzmir’in Expo mücadelesini yakından takip etmiş, İzmir’i hep desteklemiş ama kaybedeceğini günler öncesinden üzülerek hissetmiş, hatta bu yazıyı dün sabahtan kaleme almış biri olarak “Neden kaybettik?” sorusunu şöyle yanıtlayabilirim:
Başından sonuna tipik “Türk işi” bir seyir izlendi.
Bir defa hazırlıklar Milano’ya göre çok geç başladı.
Bir türlü organize olunamadı.
İşe el atan kurumlar arasında ciddi sürtüşmeler, çekişmeler, hatta engellemeler yaşandı.
Expo’nun, hükümetin yerel seçim yatırımı olduğu inancıyla bazı çevreler topa girmeye çekindi.
Bazı diplomatlar, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliğini daha önemli buldukları için kulis ağırlığını oraya verdiler.
İstanbul medyasının ilgisi çekilemedi.
Ve ne yazık ki bu süreçte İzmirliler de Expo’ya ilgisiz davrandı.

Türk vitesi
Sonra “Türk vitesi” devreye girdi. “Yumurta kapıya gelince”, bir seferberlik havasına girildi.
Cumhurbaşkanı, Dışişleri, Belediye, Ticaret Odası harekete geçti.
Bir çekirdek ekip, İzmir için gerçekten canla başla çalıştı. İzmirlinin nihayet dikkati çekildi. Ama her şey son ana bırakılmış, bir hayli geç kalınmıştı. O kadar ki, karara 48 saat kala Expo harcamaları için Paris’teki heyete Büyükşehir’den 1 milyon YTL’lik takviye yapıldı.

Sağlık zaafı
Şehrin hazırlıksızlığı, ekibin dağınıklığı, halkın, medyanın ilgisizliği ve nihayet son turda işi hepten zora sokan ülkenin istikrarsızlığı ciddi dezavantajlardı.
Ama bence, pek dile getirilmeyen asıl büyük handikap, ana temasını “Herkes için sağlık” olarak belirlemiş olan İzmir’in, antik çağın en önemli tedavi merkezlerinden Allianoi’nin idam fermanını imzalamış olmasıydı.
Siz İzmir adını sağlık temasıyla özdeş kılacak bir kampanya düzenleseniz ne yaparsınız?
Karar verecek heyete kentteki en eski tedavi merkezini gezdirip “İşte biz bu mirasın sahibiyiz. O yüzden de bugünün sağlık zirvesine talibiz” dersiniz değil mi?
Oysa tersine, pek kötü bir zamanlamayla, yani Expo başvurusuyla aynı anda, Bergama’daki Roma’dan kalma 1800 yıllık tedavi merkezinin, bir barajın suları altında bırakılması için karar alındı ve (daha da kötüsü) kimsenin kılı kıpırdamadı.
İzmir’e destek coşkusu içinde içeride pek göze batmayan bu “ayrıntı”, dünyanın gündemindeydi:
Daha iki hafta önce 250 Avrupalı kuruluş, Expo’yu düzenleyen Uluslararası Fuarlar Bürosu’na müracaat ederek bu çelişkiye dikkat çektiler. Ayrıca konu, Avrupa basınında yer buldu ve “dehşet verici” olarak değerlendirildi.

Son fiyasko
Türkiye bu dezavantajlarını gidereceği yerde geleneksel avantajlarıyla kulise daldı.
Doğal güzellik, misafirperverlik, stratejik konum, “medeniyetlerin buluştuğu yer” gibi “bildik hususiyetler”i dillendirdi. Expo’nun İzmir aracılığıyla ilk kez Ortadoğu ve İslam coğrafyasına açılacağı tezini savundu. Expo’ya ayrılan geniş alan ve kentin hayli eski fuarcılık geleneği de önemli avantajdı.
Ama yetmedi.
Akşam, meydanda umutla bekleyen İzmirlilere sonucun yanlış açıklanması, bahsettiğim “Türk işi defolar”a son tüyü dikti.

Allianoi’nin intikamı
Yine de alınan oy, “Türk vitesi”nin son turdaki üstün gayretinin eseridir. Projeye emeği geçenler bu sonuçla övünmelidir.
Ne çare ki karşılarında vitesin yetmediği bir yokuş vardı:
Expo delegeleri 7 hafta sonrasını göremeyen bir ülkeye 7 yıl sonrası için randevu vermedi.
Sağlıkla ilgili tarihi mirasına sahip çıkmayan bir şehre, sağlık konusunda güvenemedi.
Bu sonuç, biraz da Allianoi’nin intikamıdır. Her yıkımın bir bedeli olduğunu öğrenmek bile az ders sayılmamalıdır.