CÜCE, YANDAŞ VE BESLEME
13 Kasım 2008 - HÜRRİYET GAZETESİ
TÜRK basınında adil ve dürüst yarış imkánı ne yazık ki tedavülden kalktı.
Kaldırıldı, iptal edildi.
Babıáli’nin DNA’sı bozuldu, genlerine fesat yerleştirildi.
Mahallemizin ilginç bazı yeni sakinleri var.
Kalleşçe, birlikte pusu kurup mahallenin eski sakinlerinin üzerine çullanıyorlar.
Siyasetçi eliyle cüce, yandaş ve besleme bir basın yaratıldı.
* * *
Bu basın cüce...
Topunun satışını birbirine ekleseniz, tümünü üst üste koysanız bir Hürriyet etmiyor.
Ama yaptıkları yaygaraya baksanız, sanırsınız ki beş katı.
Siyasetçi eline bir borazan tutuşturmuş, mahallenin altını üstüne getiriyor.
Bu basın yandaş...
Bütün gün sahibinin dizinin dibinde oturup, yukardan "Saldır" sesi geldiğinde saldıran yeni bir tür bu.
Bildiği tek istikamet, sahibinin işaretparmağının ucu.
Konuşabildiği tek lisan, sahibinin iki dudağının ucundan fışkıranlar.
Bu basın besleme...
Kabına kim yiyecek koyarsa onun emrine amade.
* * *
Çıkardıkları şeyin adı hukukta mevkute diye geçiyor.
Hayrettir, kimse onlara "gazete" demiyor.
Gazete denince, insanın, vatandaşın aklına Hürriyet geliyor.
"Soygunlar, yolsuzluklar konusunda ne yaptınız" diye sorsanız, mafyanın üzerine gittiniz mi deseniz, tıs yok.
Deniz Feneri deseniz ışığı yok ki sayfalarını aydınlatsın.
Lügatlerinde "Ali Dibo" kelimesi yok.
Yolsuzlukları görmezler, siyasetçinin yalanlama makinesidirler.
Yolsuzlukların üzerine gitmezler, gidemezler; ama yolsuzlukları yazan Hürriyet gibi gazetelerin üzerine saldırırlar.
Habercilik, gazetecilik yarışına hiç girmezler.
Çünkü bilirler ki, daha ilk 50 metrede havlu atacaklar.
Gazetecilik dalında yarışamayınca başka branşa geçerler.
En iyi bildikleri dal, iftira atmadır.
Orada rekorlarına kimse erişemez.
* * *
Bu cüce, yandaş ve besleme basın şimdi Hürriyet’e ve sahibine saldırıyor.
Onlara cevaplarını gazetecilikte vermeye kalksak, muhatap yok ki yakasına yapışalım.
Mesleki rekabet desek, Babıáli olimpiyatlarında, iftira atma diye bir branş yok.
Varsa da biz o yarışta yokuz.
Öyleyse, evli evine, köylü köyüne.
Biz gazeteciliğe, siz yarıştığınız iftira ve pislik kulvarına.
"Sahibinin sesi" olmak kolay değildir, çok meşakkatli iştir.
Allah’tan ki, böyle musibetleri sava sava yaşamayı ve bir de şunu öğrendik.
Türkiye’de iktidarlar geçici; Babıáli’deki cüce beslemeleri ise onlardan bile gelip geçici.
Bizse hancıyız...
HÜRRİYET
* * * *
Ve Hürriyet gazetesine gönderilmiş bir yazı:
Hürriyet’e açık mektup
Gazetecilik hayatımın 24 yılını geçirdiğim Hürriyet Gazetesi’nin nasıl yozlaştığını çok iyi bilen biri olarak, bugün yandaş medyaya hitaben yazılan Hürriyet imzalı mektubu hayretle okudum. Çürümenin tohumlarını önce rakipler attılar, Hürriyet de bu tarlayı suladı, yeşertti. Bu nedenle Hürriyet’in böyle bir şikayete hakkı yok.
Hürriyet’te her şey Nezih Demirkent’in devrilmesiyle başladı. Hürriyet salt gazetecilik yapardı. Erol Simavi’nin yatırımları ve şirketleri Hür Holding bünyesinde toplanmıştı. Sigorta şirketleri, kümesler, otomobil pazarlama v.s. hepsi o bünye içindeydi. Hürriyet Gazetesi, matbaalar, dağıtım ve grubun diğer yayınları ayrı bir bünye içindeydi. Hür Holding’in haberlerinin Koç holding’in haberlerinden hiçbir farkı yoktu. Haberler aynı süzgeçten geçerek gazeteye girerdi. Tek ayrıcalık, ilan fiyatları konusundaydı, bünyeye kıyak yapılırdı.
Üstelik haber konusunda torpil de işlemezdi. Çok iyi hatırlıyorum, bir gün bir trafik kazası haberi gelmişti ve kazayı yapan, muhabiri, Erol Simavi’nin arkadaşı olduğunu, bunu yazarsa kendisini gazeteden kovdurmakla tehdit etmişti. Nezih bey tek sütun girebilecek bir haberi üç sütuna çıkartıp yayınlamıştı.
Hür Holding eldeki gazeteyi kullanabilmek için Erol bey üzerinde büyük baskı oluşturdu ve sonunda ihtilal oldu, Nezih bey ayrılmak zorunda bırakıldı. Başa Hür Holding’in Genel Müdürü Arda Gedik geldi ve Hürriyet, gazetecilikten endüstrinin bir parçasına dönüşmeye böyle başladı. Hürriyet’in gazetecilik fonksiyonlarını terk etmeye başlamasının kabaca görüntüsü budur. Babıali’de “vahşi batı” böyle başlamıştır. Hürriyet rakiplerinin başlattığı bu modaya çok çabuk uymuştur. Gazete halk gazetesi olmaktan çıkarılıp, ekonomi haberciliğine ağırlık verilerek, iş çevrelerin gazetesi haline dönüştürülmüş, sonunda ipin ucu kaçmıştır.
Bugün artık basın diye bir şey kalmamıştır. Televizyonların ve radyoların yaygınlaşması ile adı bile “medya”ya dönüşmüştür. 24 yılını Hürriyet’te geçirmiş, muhabirlikten yazı işleri müdürlüğüne kadar çeşitli görevler yapmış, meslekte 42 yılını geride bırakmış bir gazeteci olarak, altını çizerek söylüyorum: Bugün medya, büyük holdinglerin çok gelişmiş hakla ilişkiler şubelerinden başka bir şey değildir.
Haberler maniple edilmekte, halk yanıltılmaktadır. Çok basit bir şey söyleyeyim: Televizyon programlarını verdikleri sayfada grubun televizyonlarındaki yayınlar birinci sıraya alınmakta, daha büyük verilmektedir. İçerdeki ekonomi haberlerinin doğruluğu tartışmak bile istemiyorum. Başlıklara bakın: altındaki yazıyla alakası yok. Bu moda şimdilerde internete de sıçramıştır. Başlıklar adeta bir şifrelidir, üç tık yapmadan yazıya ulaşılamamaktadır. Nedeni tık sayısını çoğaltıp hit sayısını üçe katlama, bir başka değişle bir koyundan en az üç post çıkarma kaygısıdır.
Genel yayın yönetmenlerinin sıfatlarına bir baksanıza: Dönek, hortumcu, durgun, tetikçi, yobaz, penis yazarı vb… Başbakan uçağında iliştirilmiş genel yayın yönetmeni oldukları zaman havalarından yanlarına yaklaşılmıyordu. Şimdi bağlı olduğu holdingin isteklerini elde edemeyince başbakana saldırıyorlar. Tabii Erdoğan’ın da hedefi oluyorlar ve “odun kırıcıların hık deyicisi” yandaş medyadan her gün dayak yiyorlar.
Aslında iktidar saldırılmayacak bir iktidar da değil. Günde beş vakit aleyhte yazı yazsanız Allah katında sevaba girersiniz. Ama saldırının amacı rant elde etme olunca işin şekli değişiyor.
Ey Ertuğrul Özkök,
Titre ve kendine dön. Aklını başına al. Sıra size geldi. Genel seçimlerde Cem Uzan ve ailesine uygulanan muamele, yerel seçimlerde size uygulanacak. Siyasi rakip olmaya kalkışan Cem Uzan nasıl kamyona çarpmışa döndüyse hedefte Aydın Doğan var. Erdoğan, basın devi Aydın Doğan’ı ezmenin ve terbiye etmenin gururu ile seçim meydanlarında dolaşacak.
Başbakanlığın Hürriyet muhabirlerinin akreditasyonlarını yenilememesi sadece kafaya küçük bir çuval geçirme olayı. Gazeteciler ve basın hürriyeti açısından kabul edilemez bu olay şimdi kimselerin umurunda bile değil. Kendi grubunun dışında kimse sana destek de olmayacak.
Cem Uzan ve ailesini yok ettikleri, Dinç Bilgin’i hortumculuktan içeri aldıkları zaman hiç üzülmemiştim. Hak ettiklerini düşünüyordum. Aydın Doğan’a ve zatı-alinize de acımıyorum. Zaten götürdüğünüz kadar götürdünüz. Tek üzüntüm ekmek parasını kaybedecek olan çalışanlar.
Dikkat edin, bir tarihte Erol Simavi, kendi imzası ile gazetede yarım sayfa bir mektup yayınlamış Turgut Özal’a giydirmişti. Çetin Emeç’in kaleme aldığı yazıda Özal’ın by-pas ameliyatı sırasında beynine kan gitmediği için beyninin bazı bölümlerinin öldüğü, unutkanlığının arttığından bahsediliyordu. O mektup Simavilerin basın hayatı için sonun başlangıcıydı. Sizin için de öyle olmasın.
Hatırlatmak istedim.
Dostça selamlarımla…
YALÇIN BİNGÖL
Perşembe, Kasım 13, 2008
Hürriyet'te bir yazı ve bir cevap.. Yorumsuz..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
Her devrin adamı olmaya kalkışanlar sonunda önce şaaşaasından ve ışıltısından kaybediyor sonra elini attığı cılka bulanıp debeleniyorlar. Hürriyet bu iktidara kâr amaçlı alenen çanak tutmaya başlamakla sadık okuyucusunun önemli bölümünü kaybettiğini ne yazık ki kaybedemedi şimdi mazlumu oynamanın zamanı değil rotasını çizmesinin zamanı geçti bile. Yazı da boş yazı değil alttaki imzaya kadar, cvp mektubu mükemmel.
Artık ne yazık ki hiç bir basın-yayın organına güvenmiyorum.Hürriyet sık kullanılanlarımda var, hergün bakıyorum ama inandırıcılığını çoktan kaybettiği için sadece haber başlıklarına göz atmakla yetiniyorum.Ayrıntıları,gerçek olayları ve medyada yansıtılmayanları ise internette sol.org'un sitesinden takip ediyorum.
Yalçın Bingöl yazısında doğruları dile getirmiş ama kaç kişiye ulaşır bu yazı sizce?Kaç kişi bu gerçeklere uyanık?
Yazıda dillendirilenler, memleketin genel durumu, sahneye konulan senaryolar ve yandaki linklerden Kerem Bey'in kimmiş bu Obama başlıklı yazısında anlatılanlar da kulağa küpe yapılınca, maalesef insanın uykuları kaçıyor.
Ne yapmalı? Nasıl yapmalı?
vladimir'in söylediği gibi bu mükemmel cevap, Hep'in sorduğu gibi kaç kişiye ulaşır..
İşimiz çok zor..
Bu arada Sayın M.Kerem Doksat'ın yazılarını hakikaten iyi okumak lazım..
Yorum Gönder