Cuma, Eylül 28, 2007

Adressiz Mektuplar

Sanırım 1920'lerde doğmuş olmalılar, Emel ile Fethiye. Anne tarafımdan uzak akraba oldukları söylenirdi. Fethiye 1940'larda evlenmiş, İki çocuk yapmıştı.. İki kız. Tülin ve Vuslat.. Sonra boşanmış ya da belki de ölmüştü kocası, o kadar detay bilmiyorum. Ama boşanmayı daha çok yakıştırırdım ben Fethiye'ye..
Hiç evlenmemiş olan ablası Emel'i de yanına alarak, iki olgun kadın, iki de kız çocuk birlikte yaşamaya başlamışlardı.

Ben Onlar'ı tanıdığımda, 1970 civarlarıydı. On yaşlarımdaydım.
O sıralarda 30'larına gelen Vuslat'ta bir evlilik denemiş, yürütememiş ama çocuk yapmadan ana evine dönmüştü. Ablası Tülin'de, teyzesi Emel gibi hiç evlenmemişti. Evlenmeyecekti de..

İkisi kız oğlan kız, ikisi boşanmış dört dişi aynı evi paylaşıyorlardı. Tabîdir ki, aralarında zaman zaman tepişiyorlardı ama ben ne zaman evlerine gitsem, Onlar'ı neşeli, gırgır buluyordum.
Amerika'da doğup büyüyen ve hâlâ orada yaşayan iki kız kuzenim de Onlar'ı çok severlerdi. Geldiklerinde bu dörtlünün evinde kalırlar, orada gördükleri hoşgörüyü başka yerde bulamadıklarından Karantina'daki bu şamata dolu evden çıkmazlardı.

Kuzenler bir defasında Amerika'dan Vuslat'lara mektup gönderirken, gırgır olsun diye, zarfın üzerine hiç bir isim ve doğru dürüst bir adres yazmadan "Dört Kari" yazmışlar ve mektup yerine ulaşmıştı.:)

Ciddi bir devlet dairesinin müdürlüğünü yapıp oradan emekli olan Vuslat, hayat dolu, gülmeyi güldürmeyi ve frapan giyinmeyi seven, seksi bir kadındı. Bunda kısa bir zaman da olsa evli kalmış olmasının etkisi vardı diye düşünmüşümdür zaman zaman.
Ablası Tülin, daha içe kapanık fakat anlatılanlara gülebilen ve kurdukları sofralarda Türk Sanat Müziği dinlerken rakısını da yudumlayabilen bir tipti.

İlk önce anneleri Fethiye öldü.

Bu kez iki kız, yaşlı teyzeleri ile Karataş'ta yalıda bir apartmana taşındılar.
On sene kadar önce, bir kaç kez beni de misafir ettiler. Vuslat ve Tülin evlerine bir erkeğin gelişini çok önemsiyorlar, güzel sofralar hazırlıyorlar ve bana iltifatlar yağdırıyorlardı. Belden aşağı fıkraları pek seviyorlardı.
Gülüyorlardı, eğleniyorlardı ama diğer tarafta seksenlerine gelen teyzeleri Emel çok yaşlanmış ve kötü durumdaydı. Unutkanlık başlamıştı. Ablası Fethiye'nin ölmediğini söyleyip, O'nu gördüğünü ve konuştuğunu iddia ediyordu.
Yine kuzenlerimden birinin burada olduğu birgün, hepbirlikte Onlar'da yemek yedikten sonra dışarı çıkmak üzere iken, Emel, mutfakta su diye rakıyı dikmişti kafasına..
Onbeş-yirmi dakika sonra asansöre bindiğimizde, asansörün aynasında kendini görünce şaşalamış ve "Aaa, Abla!" demişti. Ama bu kesinlikle rakıdan değildi.:)
Vuslat, gezmeyi daha çok seven bir yapıda olduğu için, fedakârlığı yapmak Tülin'e kalmış, bize "Siz gidin, ben bakarım Emel'e." demişti. Bu artık Emel'in dışarıya çıkarılamaz günlerinin başlangıcıydı.
O gün biz aşağıda arabaya binerken, Emel, ikinci kattaki pencerenin kenarından bizi izlemeye başlamış, sonra Vuslat'la gözgöze geldiğinde, önce eliyle bizi gösterip sonra "Attâ" işâreti yapmış ve daha sonra da kendini göstererek iki elini boğazına götürüp dilini çıkartmıştı. Bu kadın 80 küsur yaşındaydı.
Vuslat'a ne demek istediğini sorduğumda "Siz gezin, ben kendimi asıcam." diye tercüme etmişti.
İki kardeşi, sürekli kendini asmakla tehdit ettiğini o gün öğrendim, Emel'in.

Sonra, üç dört sene önce, doksanlara yaklaşan Emel doğal yollarla öldü.
Vuslat ve Tülin rahat bir nefes aldılar. Öyle ya, yıllardır çok yaşlı olan teyzeleri göçüp gitmişti.
Vuslat, altmışlı yaşlarında olmasına karşın, hâlâ dizüstü etek giyebilen, gülmeyin ama, hâlâ siyah Jartiyerli çorap filân kullanabilen bir tipti. Sakil de durmuyordu haaa..
Fakat, bu kez kafasında ablası Tülin O'na yük olmaya başlamıştı. Çünkü daha kapanık, konuşmayan, silik bir tipti Tülin. Aralarında üç beş yaş olmasına ve Tülin'in hiç evlenmemesine rağmen sanki ana-kız gibi görünüyorlardı dışarıdan bu iki kız kardeş.

Sonra..
bir kaç sene daha geçti...

Sonra..
Sonra.. birgün Vuslat bel ağrısı nedeniyle hastaneye gitti.. Ve Kanser olduğunu, hastalığın her tarafını sardığını öğrendi.
Şimdi, Tülin, kızkardeşine bakıyor.

Arada geçerken, Karataş'taki eve bakıyorum.
Uzakta solgun bir floresan ışığı var, konuşan duvarlardan yansıyan..
Birde, gülerken eskisini kırdığım için benim hediye ettiğim, artık kullanılmayan balkon masası..

"Dört Kari" efsânesi yavaş yavaş bitiyor..

10 yorum:

hep dedi ki...

Sevgili Abi,
şaşılası şey..Bu yazıyı koyalı sen çok saat geçti ama ben şu saatte beyaz bir sayfaya yazıyorum yorumumu.İş telaşı içinde iken okumak-yazmak istemedim,damıtılmış saatlere bıraktım bu yazıyı dört başı mamur şekilde okuma işini.Evet damıtılmış saatlerimdeyim ve kulaklığımda sessiz veda,damarlarımda benzoik asit:) var.Şimdi okuyabilir-yazabilirim.
bilge karasu'nun bir kitabındaki bir öyküsüne gittim yazıyı okurken.hangi kitabı hangi öyküsü demiycen abi,üzgünüm ben bi yazara taktım mı tüm eserlerini alıp ardı arkasına okurum.bu yüzden bilemem hangi olay hangi kitabında geçerdi..ama o öyküye gittim abi.ipucu olarak sana bir konsoldan konsolun aynasından sözedeyim hiç değilse...
aslında ben o adresi de buldum desem yalan olmaz.
sanırım "o" adresi o mektup gibi ben de buldum abi.fondaki müzik de yol gösterdi elbet..
güzeldi..piyano çalan kedi kadın kadar hatta belki daha da çok güzeldi..

legrottaglie dedi ki...

abi okudun mu bilmiyorum ama daha girişte elif şafak'ın baba ve piç romanınındaki kazancı ailesini anımsattı bana bu naif hikayen.

ABİ dedi ki...

sevgili hep ve sevgili legro,
önce teşekkür ederim.
bildiğiniz gibi ben redkit, tenten ve karaoğlan dışında pek bişi okumam..
samimi diyorum, elif şafak ya da bilge karasu ile ilgim yok..
benim kahramanlarım tamamen bana ait.isimleri gerçek diil sadece..
baş harfleri dışında..

dolayısı ile ipucu olarak konsol olayını da anlamadım walla, hep..
açsana biraz..

hep dedi ki...

Sevgili Abi,galiba bir yanlış anlaşılma olmuş.Yazı öyle iyi idi ki,Bilge Karasu'yu okurken aldığım kadar keyif aldım,senin öykü ile benim söz ettiğim öyküde aynı lezzet vardı,dedim.
Yoksa Bilge Karasu'nun bir cümlesini bile çalıp benzerini yazmak,herkesin harcı değildir(benim yorumdan anladığın-alındığın buysa eğer,sanırım Legro'nun yorumunun da böyle algılamanda etkisi olmuş)

İpucu ise olur da merak edersin (hangi öyküymüş bu dersin-öykünün adını hatırlamıyorum ya),okumak isersin Bilge Karasu'yu,okursun hatta,okurken hah bu öyküden söz ediyormuş dersin diyeydi.Ama boşver Bilge Karasu'nun benim yorumdakinden de karışık anlatımı var,Redkit-Tentenden sonra çekilmez:)
Abi benim yorumun özeti,"usta bir yazar tarafından yazılmış kadar iyi idi,beni alıp o evin içine kadar götürdü " idi kısaca.
sevgiler.

gülçin dedi ki...

evet abi, çok güzeldi, eline-yüreğine sağlık.

efsaneler anlatılıyorsa ve dinleniyorsa, biter mi?

7.oda dedi ki...

herkes birbirine benzese de bazen.. her hayat içinde ne çok farklılık taşıyor değil mi..
başlangıç..
gelişme..
bitiş..

ABİ dedi ki...

hep..
annaşıldı, tamam..::))
evet.. doğrusu yazarken benimde aklıma "kedi kadınlar" düşmüştü.. çok teşekkür..

hephercokhic dedi ki...

çok ince, kırılgan bi gerçek-öykü...
okurkan gözümde canlandı o dört kadın... elinize, kaleminize ve yaşamınıza sağlık:)

su kabağı dedi ki...

Birbirini sevse de insanlar bi müddet sora kimsenin kimseye tahammülü kalmıyo maalesef.. ne kadar üzücü halbuki dimi.. beraber gülüp ağladığın, paylaştığın birileri bi gün gidiyo.. ve belki de zaman geliyo, sen buna sevinebiliyosun için için.. kabuğuna çekilip kendi hayatını yaşamak istiyosun…
Şimdilik böyle kimse yok hayatımda.. gitmesini istediğim.. hatta herkes olduğu gibi kalsın.. kimse gitmesin :(

hep dedi ki...

Abi,ne olucak benim bu halim?
Melih Kibar sanırım,Sessiz Veda'yı tekrar tekrar dinleyip duruyorum.
Yok mudur bunun bi hal çaresi ;)
sevgi,saygı,istek,talep,dilek,görüş,öneri :)