Pazartesi, Eylül 29, 2008

Yasemin'in hatırlattıkları..




Özel bir bayram yazısı yazmaya niyetim yoktu gerçekten.
Özellikle Vladimir'in bayram kokularından bahsettiği yazısı, neredeyse benim de hislerimi anlatmıştı zâten.
Sâdece, balkonda yetiştirdiğimiz minyatür güllerin bir fotoğrafını koyacaktım buraya..
Maksat çiçek olsun..





Sonra, Lina, elinde iki adet beyaz yâsemin çiçeği ile yanıma gelip, "Baba. Bunun biri senin, biri annemin.. seç bir tanesini." dediğinde,
ben de minik çiçeği elime alıp kokladığımda,
yine Karantina'da, Karakol yokuşunda buldum minik Abi'yi.
O zamanlardan bugünlere kadar devam eden yâsemin kokusunun dedemi hatırlatma etkisi, yine çalıştırmıştı aşağıdaki mekanizmayı.
İnsan yâsemini her kokladığında, dedesi için dua eder mi? Eder.


Yokuşun ortalarında, soldaki ağır demir kapıdan giriyoruz büyük bahçeye açılan dar yola.
Dedemin elini tutuyorum. Zeminde, minik oluklu karelerden oluşmuş taşlar var.
Bu dar uzun yolun sağ tarafı gazoz fabrikasının duvarı. Şişelerin doluşunu duyabiliyorum.
Sol taraf ise, olduğu gibi mis kokulu beyaz yâseminlerle dolu..
Bir bölümü yerlere sarkmış dallardan kopmuş olanlar bile hâlâ kokuyor, gri taşların üzerinde.
Dedem, kedileri sâdece ses ile korkutma konusunda olağanüstü yetenekli bir adam. Kedi kavgası seslerini taklit ediyor. Ve işte bütün kediler ardına bakmadan kaçıyorlar..
Dedemin yüzüne bakıyorum. Sigaradan sararmış bıyıklarının altından nasıl da gülümsüyor yine..
Bahçenin girişinde torunları için yapmış olduğu sarı kırmızı tahterevallinin bir tarafına oturtuyor beni. "Sıkı tutun." diye de tembihliyor. Özel bir oyuncak bu. Sadece aşağı yukarı oynamakla kalmıyor, 360 derece dönebiliyor sürekli. Dedem karşı tarafına göbek üstü konuşlanıyor ve hem dönmeye hem de aşağı yukarı sallanmaya başlıyoruz aynı anda..
Bu kadar mı mutlu olur bir çocuk?
Benim gülmelerime, anneannemin, annemin, teyzelerimin ve diğer torunların neşeli kahkahaları karışıyor yukarıdan, uzaktan uzağa..
Biraz sonra eve çıkıyoruz. Merdivenlerde alıyorum kokuyu, anneannem zeytinyağlı bir şeyler pişiriyor yine. Ve mis gibi bir börek kokusu karışıyor diğerine.
Önce bayramlaşıcaz.
Akşam açık hava sinemasına gidicez hep birlikte..
Ben orada uyuyakalacağım.
Sonra, uykumun arasında bir ara, yine yâsemin kokusu ile uyanacağım kareli taşlı, o dar yolda, dedemin kucağında..
Eve geldiğimi bilerek.. O'nun kollarında güvenle kapatıcam gözlerimi.
Ama önce dedemin yaptığı sapanla biraz kuş kovalamam lâzım. So'ora bi'de gazoz içerim.

İyi bayramlar Dedeko'm..
İyi bayramlar bütün sevdiklerim.

Sperm sayısı..

85 yaşındaki amca, komple kontroldan geçerken, doktoru sperm sayısı ve çeşitli testler için bir kavanoz vererek "Yarın, sizi bu kavanozun içinde biraz spermle bekliyorum." demiş.
Ertesi gün, amca elinde kavanozla gelmiş doktorun ofisine..
Kavanoz bomboş.. Tertemiz.

"N'oldu?" diye sorunca doktor, amca başlamış anlatmaya..
"Şimdi olay şööle gelişti doktor bey..
Önce sağ elimle yaptım. Olmadı. Sonra sol elimle denedim, yine bi'şi yok.
Karımı çağırdım yardıma. O'da önce sağ, sonra sol eli ile denedi. Yine olmadı. Ağzı ile denedi. Takma dişlerini bile çıkardı bir ara, yine başaramadık..
Baktık olmuyo, komşumuz Güzide hanımdan yardım istedik. Sağolsun, O'da önce elleriyle denedi. Başaramayınca koltuk altını kullandı. Bir ara dizlerinin arasına sıkıştırarak yapayım dedi, olmadı, olmadı arkadaş.."

"Ne yâni, komşunuzu da mı çağırdınız yardıma?" diye sormuş doktor, şaşkınlıkla..

"Eveeet!" demiş amca.. "Kimse beceremedi valla kavanozu açmayı.."

Pazar, Eylül 28, 2008

Necdet Tokatlıoğlu



Kim tanır ki?
Kaç kişinin haberi var?
Doksanın üzerinde beste yapmış bu insan canlısı beyefendiyi toprağa verdiğimizi kaç kişi biliyor?

Allah göstermesin, medya maymunlarından biri ölse kaç gazetenin kaç sütununa manşet olurlar da, altmışsekiz bestesi TRT repertuvarlarına alınmış bu sessiz adamın cenâzesinde maymun var mıydı hiç?

Yoktu.

1933 doğumlu Necdet Tokatlıoğlu 27 Eylül'de ebediyete giderek, İzmir, Güzelbahçe, Yelki'de toprağa verildi.

Cumartesi, Eylül 27, 2008

Gerçek olmadığını söyle..

Kardeşim, dün göndermiş..
Şöyle yazmış üzerine..

"elbette freddie' nin eksikliği dolmuyor ama parçaya davulcu roger taylor başlayıp ikinci paragrafı brian may' e bırakınca, yeni solist paul rodgers'ın ardından brian baba da özlediğimiz sololarına cort diye girince hani bi nebze teselli buluyoruz :)"

Kesinlikle ve % 100..

Sonra da sözlerini ilâve etmiş altına..
Çok sevdim..




Queen - Say It's Not True (2008)

The harder we play
The faster we fall
When we think that we know it all
We know nothing at all
The letter arrives
Like a bolt from the blue
So what's left of your lives
All your dreams lost to you
Say it`s not true
Say it today
When I open my eyes
Will it all go away
Say it's not true
Say it's not real
Can't be happened to you
Can't be happened to me
It's hard not to cry
It's hard to believe
So much heartache and pain
So much reason to grieve
With the wonders of science
All the knowledge we've stored
Magic cocktails for lives
People just can't afford
Say it's not true
You can say it's not right
It's hard to believe
The size of the crime
Say it's not true
You can say it's not real
Could be happened to you
Could be happened to me

Teşekkürler Bro..

Edit: Tercümesi yorumlarda Gulteinen Enkelini tarafından yapılmıştır.
Sağolsun..


Cuma, Eylül 26, 2008

Mr. Bad Guy - Kötü Adam

Adam bir uyarının nasıl yapılması gerektiğini bildiğinden, aynı evi paylaştığı kişiye, bu lâmbanın söndürülmesi gerekliliğini, defalarca ve nedenleriyle birlikte mümkün olan en yumuşak yolla anlatmaya çalışmıştı.
Ancak, karşı taraf, ısrarla bunu yapmıyordu.
Ya unuttuğunu, ya görmediğini söylüyordu.
Sonunda, en sonunda, kayış koptuğunda, adam "Ya körsün ya aptal." noktasına varıyor ve kötü adam oluyordu.
* * * *
Adam bir uyarının nasıl yapılması gerektiğini bildiğinden, bir daha hiç bir yerde bulamayacağını bildiği bir kitabı "altı sayfasını fotokopi çekeceğini ve birkaç gün içinde iade edeceğini." söyleyerek ödünç alan arkadaşından, geçen bir yıl içinde, defalarca ve nedenleriyle birlikte mümkün olan en yumuşak yolla geri istemişti.
Ancak, karşı taraf ısrarla bunu yapmıyordu.
Ya unuttuğunu ya da vakti olmadığını söylüyordu.
Sonunda, kayış koptuğunda, adam "Bırak palavrayı yalancı herif." noktasına geliyor ve kötü adam oluyordu.
* * * *
Adam bir uyarının nasıl yapılacağını bildiğinden, "bir ay içinde geriye öderim." diye aldığı parayı, kendisine üç senedir vermeyen bir arkadaşını bu üç sene içerisinde toplam beş kez aramış ve mümkün olan en nâzik ve anlayışlı şekilde konuşmuş, nedenlerini anlatarak parasını geri istemişti.
Ancak karşı taraf ısrarla bunu yapmıyordu.
Ya parası olmadığını ya da unuttuğunu söylüyordu.
Sonunda, kayış koptuğunda, adam "Sen çok yavşakmışın lan." noktasına geliyor ve kötü adam oluyordu.
* * * *
Kısaca adam, kendisine, sözlerine ve kendisine ait olanlara gerekli değeri veriyormuş gibi yapan ama aslında vermeyenlere, uzunca bir müddet mümkün olan hoşgörüyü gösteriyor ama bir yerden sonra kayış içerde boşa dönmeye başlıyordu.

Çarşamba, Eylül 24, 2008

Brrrr!



Benim kız henüz dokuz yaşında.
Yani çocuk.. Çocuk ne demek, bana kalsa hala bebek.
Sınıflarında onbir erkek, bizimkiyle beraber beş kız öğrenci var.
Oğlanlar on bir kişi oldukları halde aralarında hiç bir sorun çıkmıyor. Teneffüs saatlerinde buluyorlar bir top, hepsi o topun peşinde bağırış çağırış oynayıp geliyorlar.
Ya kızlara ne demeli, o yaşta bunca dedikodu, bunca rekabet, bunca bıdı-bıdı, her gün bir çekişme konusu, bir dramatik olay.
O öyle demiş, bu böyle demiş.
Gözyaşı, keder, öfke. Hiç aklım almıyordu.

Ta ki Fransa First Lady' si Carla Bruni'ye hemcinsinin attığı şu bakışı görene dek :)

iyi yolculuklar..

Pazartesi, Eylül 22, 2008

22 pide..

Denize bakan lüks apartmanın bakımlı bahçesinin korkuluklarına dayanmış, okuldan dönecek olan oğlunu gözlerken takıldı gözleri ufak kız çocuğuna.. Yıllar ne çabuk geçiyordu.
Neredeyse altı yaşına gelmişti kız, herhâlde. Bahçede bisiklete filân bindiğine göre..

Yan apartmanda oturuyorlardı. Babasını ve annesini yıllardır tanıyordu kızın. Zararsız, kendi hâlinde insanlardı.
"Bizim oğlan bile on yaşını geçti be.." diye geçirdi içinden..
Sonra.. Âniden; "Meselâ, bu kızla bizim oğlanın gönülleri birbirine gitse.. Ailede iyi, Allah için.
Belli mi olur hayat? Bi'bakmışın kayınpeder olmuşun bu küçücük kıza seneler sonra.."

Cep telefonu çaldı, bunları düşünürken.
Daire onbir'deki kokona kadındı arayan; "Hayri efendi. Akşama iki pide bırakıver bize.."

Hayri, aklındaki pide sayısını yirmibirden yirmiikiye çıkartarak fırına doğru seyirtirken, siyah bir araba yanaşmıştı ön tarafa. Şoförün açtığı kapıdan çıkan adam, bisikletiyle gezen kızının yanına gitmiş, O'nu kendisiyle birlikte yukarı çıkması için ikna etmişti.
Baba-kız asansöre doğru yürürlerken,
on-onbir yaşlarında, saçları parlak lâciverte çalan bir oğlan çocuğu giriyordu, yandaki apartmanın arka bahçesinden evine.
Gündelik işinden henüz dönmemişti annesi.
Ama babasının pideleri almaya gitmeden önce yaptığı çorba, kısık ateşte ufak ufak fokurduyordu.

Cumartesi, Eylül 20, 2008

Havadan-Sudan

İsveç - Göteborg'ta Belediyesi Meclisi üyesi Max Reijer, çalışanlara artık şişe suyu temin edilmeyeceğini, kendilerinden musluk suyu içmelerinin istendiğini söyledi.
Reijer, “1 Ekim’den itibaren kentteki çalışanların hepsi iş yerlerinde artık sadece musluk suyu bulacak. Uzun mesafelerden gelen şişe suyu çevrede sorunlarına yol açıyor. Çözüm, musluk suyu içmekte ve musluk suyu Göteborg’da çok kaliteli” dedi.
Şişe suyu satın almaya son vererek Göteborg kentinin mali olarak tasarruf da edeceğini belirten Rejier, musluk suyunun çok daha ekonomik olduğunu kaydetti. Burada.

Bir tarafta bu haberi okuyup diğer tarafta İzmir'i ve Türkiye'nin diğer şehirlerini düşündüm.
Bizde sular kaliteli olsa ve Allah muhafaza, bir belediyeci dese ki, "sularımız çok kaliteli. O yüzden şişe ve pet su kullanımı yasaklanmıştır." ertesi gün dizine sıkmazlarsa ben hiç bi'şey bilmiom..
Şaka bir yana, dün gelen ve enteresan bir iddia içeren bir mail'i de buraya vıştırıveriom..
Bi okuyun bakalım.

Ben mi yanlış anlıyorum, yoksa yazıyı yazan kişi, hem AKP'li Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek'i hem de CHP'li İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nu aynı plânın bir parçası olmakla mı itham ediyor?



Değerli Dostların bilgisine,

Tıp biliminden ulaştığım veriler panik için hiç neden olmadığını gösteriyor.
Ekteki makalenin önemli paragraflarına bakıldığında ;

"Arsenik akut toksisitesi kimyasal formuna bağlıdır. Elemental, gaz (arsin), organik ve inorganik formlarda bulunur. Gaz formu en toksik formudur.
Doğada en çok bulunan formu inorganik arseniklerden arseniktrioksittir. İnsanlar günlük 300 mikro gr alabilirler.
Kaliforniya ve Nevada da arsenik içeren suların tüketildiği bölgelerde yapılan araştırmalarda alınan arsenik konsantrasyonlarının yaklaşık ¾'ünün idrarla atıldığı saptanmıştır."
ifadelerini içeren bilimsel verileri göreceksiniz.

Tıp fakültesi uzmanları bilimsel çalışmaları sonunda, günlük 300microgr alınmasında hiç sakınca yok dediğine göre;
İzmir'de ölçülen maksimum Arsenik miktarı 17 mikrogr/ Litre olduğuna göre,
İzmir'de vücudumuza 300 mikrogr Arsenik girebilmesi için, 300 / 17 =18 Litre su içilmiş olması gerekecektir.
İçebildiğimiz günlük su miktarı 18 Litre değil, en çok 3 Litre dir.
Günde en çok 3 Litre su tükettiğimize göre,
50 mikrogr /L sınır değerinde bile günde 3*50=150 mikrogr Arsenik tüketilmiş olacağından, sınır değerin (300 mikrogr Arsenik ) yarısı kadar vücuda girmiş olacaktır.
Bu durumda bile sınır değerin yarısı oluşmakta, 2 defa güvenli(sakıncasız) olmaktadır.
İzmir'de ise, en çok 3*17=51 mikrogr Arsenik tüketilme olasılığı durumunda ise, 6 defa güvenli (sakıncasız) olmaktadır.

Tıp uzmanları yıllar önce bu konuda en ince araştırma ve yayınları yapmış iken, bu yaygara niye dersiniz.

Tüm Arsenik yaygarası yapanlar, arıtma tesisi pazarı oluşturmak, nemalanmak isteyenlerdir. (ABD - AB, vede Melih Gökçek gibiler)

İzmir'de Kocaoğlu niye bu gerçekleri araştırıp, İzmirlilere duyurup rahatlatmak yerine , hemen tesis kurmaya soyundu, üstelik aşırı kapasiteli olarak..

Bunu da siz değerlendirin.
birbirlerinden pek farkları var mı ?

Ey İzmir'de su içenler,

Arsenik konusunda bilimsel değerlendirmeleri esas alıp, benim gibi hiç telaşlanmadan, İzmir'in her tarafında rahatlıkla su için.
Arsenik Standartı 50 mikrogr /L den 10 mikrogr /L ye sadece ve sadece WHO aracılığı ile

ABD - AB ve işbirlikçilerine pazar oluşturmak için indirilmiştir.

sağlıklı yaşam dileklerimle

Prof.Dr.-Ing. Ibrahim ALYANAK
Çevre Teknolojisi Uzmanı

Atlak, atlak.. ta, nereye kadar?

Değişik bir şey değildi..
Yine çok neşeli uyandım.
Bu bebekliğimden beri böyle.(ymiş.) Çok nâdirdir sabahları somurtuk uyanmam.. Hattâ yoktur öyle bir şey.
En geç ben kalktım. Kalktığım gibi de yataktan, içeri yürüdüm..
Kahvaltı eden A.W. ve Lina'ya günümüzün aydınlık olmasını temmenni eden standart mesaj ve öpücüklerimi sunduktan sonra terasa çıkarken, "Oooo, havalardan bulutluyuz, gelecekten umutluyuz." bâbında meteorolojik ve ideolojik bir ikinci mesaj patlattım, insanlık nâmına..
Akşam yatarken, "Bugün insanlık için ne yaptım?" sorusunu sorarsam kendime eğer, verebilecek bir cevâbım olsundu, di mi?
Terasta ön tarafa, demirlere doğru yürürken, nereden aklıma geldi bilmiyorum, "Yangın oluuuur, biz yangııınaaa giideriiiz."i söyleyerek, eller de yere doğru tersine daireler çizerek kanto figürleri ile coşmuştum ki, karşı durakta beni kesen taksi şöförü ile gözgöze geldim.
Empati yaptığımda, yukarıda bir çatı katında, duyulmayan bir müzik eşliğinde Nurhan Damcıoğlu'na hiç benzemeyen ve altında komik bir boxer olan antipatik bir delinin dans ettiğini gördüm. Durum sempatik değildi. Korktum ve patilerimle içeri kaçtım.
Bir Cumartesi böyle başladı.
* * * *
"Kaç zamandır yazcam, yazcam bir türlü olmadı." başlığına girecek üç konu var.
1- Ege Üniversitesi'nin içinde "Korsan olmayan korsan kitapçı" var. Korsan kitap satıyorlar ama bu standı kirâlayıp satış yapabilmek için E.Ü.'nde belli ve kısa aralıklarla açılan ihâleye giriyorlarmış. Öyle dedi oradaki adam. On-onbeş günde bir firma değişiyormuş. Hani çok resmî ve legâl yâni iş.. Bilginize.
2- Bir haber vardı yine gazetelerde 20 gün önce filan.. Bir düğünde tanımadıkları biri, geline 5 lira takıp, içinde 6000 lira olan keseyi götürmüş. Hiç tanımadığın birinden "fivebox" gelirken eyvallah.. ta gitti mi hede hödö.. Olmaz. Taktırmayacaksın tanımadıklarına.
Diğer taraftan, % 120.000 kazanç görülmüş, duyulmuş değil.
Bu gerçek yatırımcı arkadaşın, global piyasalardaki krize net çözüm getirebileceği inancımı da burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
3- Geçenlerde şovtîvî'de sanırım, Rambo 4 oynadı.
Bende oturup izledim, ne yalan söliim. İlk üç Rambo, bunun yanında Love Story gibi kalmış.
Bu kadar kan, bu kadar kopan kafa, bacak, kol var filmde. Havalarda uçuşuyor bağırsaklar olanca netliği ile.. Bizim elemanlar, çekik gözlü düşman komutanının elindeki sigarayı sansürlemişler.
Breh, breh, breh.. dedim tabi.
* * * *
Yazacağım 3 şey daha var ama şimdi değil..
Çünkü bir şey sormam lâzım önce sizlere..
Sevgili Gulteinen Enkelini beni "Hayaller" konusunda mimlemişti.
Sevgili 7. Oda ise "Harfler"le..
Dün gece geç saatlere kadar dolaştım durdum bloglar arasında.. Bunun nedeni bir Blogçu kardeşimin de "Tesadüfler" konusunda beni mimlediği ve benimde O'nun kim olduğunu hatırlayamama öküzlüğünü gerçekleştirmiş olmamdandı. Ya da ben öyle mi zannediyordum acaba?
Eğer bu konuda beni mimlemiş ve benim hatırlayamadığım/bulamadığım bir blogger varsa, lütfen beni bağışlasın ve buraya bişey yazıp beni daha da utandırsın. Hakettim bunu.

Bekliyorum.
Üçünü birden yazacağım için bekliyorum.
Unuttum sanılmasın.
Ben hiç bi'şeyi unutmam..:)))


ha, bi'de son anda gelen bi karikatürüde ekliim de, sonra neden eklemedin diye sormayın.

Perşembe, Eylül 18, 2008

Kadın-erkek ilişkilerinde Gazozoik Sorunsallara Analitik Yaklaşımlar

Ne erkekler marstan ve ne de kadınlar venüsten. Hiç ilgisi yok. Kadınlar ve erkekler dünyadandırlar ve ancak ne yazık ki gazoz ağacının dibinde buluşurlar.
Doğrudur; alkol bütün kötülüklerin anasıdır. Lakin bu gazoz denilen kimyasalın kötülükle olan irsiyet bağını da unutmamak gerekir. Çünkü bakınız gazoz icat oldu mertlik bozuldu. Aslında unutulmaz Türk filmlerinin unutulmaz yönetmenleri defalarca “ Soğuk bir gazoz ister misin yavrum?” şeklindeki Nuri Alço repliği ile bu mühim konuya temas ettiler ama, bizim kör toplum bu sorunsala da ötekilere olduğu gibi gözünü kapamayı tercih etti.
Oysa biraz uyanık davranılıp vaktinde yurttaki tüm gazoz fabrikaları kapattırılıp, yurt dışından ithali ve yurda girişi de yasaklansa idi, bir çok ahlâki erozyonun önüne zamanında geçilebilecekken, bu yapılamadı. Büyük bir aymazlık içerisinde gazozun günün her saatinde ve her yerde kullanımına izin verilmek sureti ile bir çok suçun ortaya çıkmasına zemin hazırlandı. Dahası böylelikle kadın-erkek ilişkilerinde çözümsüzlüğe varan büyük bir gedik açıldı.
Vaktiyle gazoz imalatına ve satışına son verilmiş olsa idi ; ne N’alço bunca temiz genç kızımıza leke sürebilecek, ne Bedri güzelim Müjde Ar’ın gazozunu açabilecek, ve ne de ahlak timsali 78 yaşındaki yazarımız Hasan Üzmez on dört yaşındaki sabiyi taciz edecekti.
Alkolden önce Gazoz satışına yasak getirilmelidir. Genç kızlarımız ve çocuklarımız gazozlu kişilerin insafına terk edilmemelidir.
Gazoza hayır!

Çarşamba, Eylül 17, 2008

ya yine birlikteler yaaa..


kardeşim,
bu ikilinin birlikte oynadığı ama doğru düzgün birlikte görünmedikleri Godfather II ve Heat filmleri vardı..
al başına belâyı..
yine bir aradalar.. birlikte de bayağı bi sahneleri var imiş miş miş.
ne çıkacak bu filmden, valla meraktayım..


Salı, Eylül 16, 2008

KEYiFLi UYUSUKLUK..


merhaba,
içeride kimse var mı?
beni duyabiliyorsan eğer,
yalnızca başını salla..

evde kimse var mı?
hadi ama..
Kendini kötü hissettiğini biliyorum..
Yatıştırabilirim acını..
ve yeniden ayağa kalkmanı sağlayabilirim.
Gevşe..
Biraz bilgiye gereksinimim var önce..
Temel şeyler yalnızca..
Gösterebilir misin bana nerenin acıdığını?








Azalttığın hiç bir acı yok..
Uzaklarda bir geminin dumanı görünüyor ufukta..
Sen dalgaların içinden yaklaşıyorsun bana.
Dudakların kımıldıyor..
Ama anlayamıyorum ne dediğini..

Çocukken bir gün ateşlenmiştim.
Ellerim balon gibi şişmişti.
Sanki aynı şeyi hissediyorum şimdi de..
Anlatamam, anlayamazsın da..
Ben normalde böyle değilim,

Şimdi keyifli bir uyuşukluk içindeyim..

Tamam.
Yalnızca bir iğne batması.
Artık kalmayacak hiçbir aaaaaaaaaaaaaah
Ama kendini belki biraz hasta hissedebilirsin.
Ayağa kalkabilir misin?
Sanırım etkisini gösteriyor, iyi
Bu senin gösteriyi sürdürmeni sağlayacak.
Hadi, gitme zamanı geldi.

Azalttığın hiçbir acı yok.
Uzak bir geminin dumanı tütüyor ufukta.
Sen dalgaların içinden geçerek yaklaşıyorsun.
Dudakların kımıldıyor ama duyamıyorum ne söylediğini..
Çocukken
Bir şey ilişmişti
Gözümün ucuna
Dönüp baktım fakat kaybolmuştu
Tanımlayamıyorum şimdi onu
Çocuk büyüdü
Düş kayboldu
Ve ben
Keyifli bir uyuşukluk içindeyim.


Pink Floyd * Comfortably Numb * meeting live 8 2005 London
Yükleyen musiclover4

Hello?
Is there anybody in there?
Just nod if you can hear me.
Is there anyone at home?
Come on, Come on, Come on, now,
I hear you're feeling down.
I can ease your pain
Get you on your feet again.
Relax.
I'll need some information first.
Just the basic facts.
Can you show me where it hurts?

There is no pain you are receding
A distant ship's smoke on the horizon.
You are only coming through in waves.
Your lips move but I can't hear what you're saying.
When I was a child I had a fever, My hands felt just like two balloons.
Now I've got that feeling once again
I can't explain, you would not understand
This is not how I am.
I have become comfortably numb.


O.K.
Just a little pin prick.
There'll be no more aaaaaaaaah!
But you may feel a little sick.
Can you stand up?
I do believe it's working, good.
That'll keep you going through the show
Come on it's time to go.

There is no pain you are receding
A distant ship's smoke on the horizon.
You are only coming through in waves.
Your lips move but I can't hear what you're saying.
When I was a child
I caught a fleeting glimpse
Out of the corner of my eye.
I turned to look but it was gone
I cannot put my finger on it now
The child is grown,
The dream is gone.
but I have become comfortably numb.


BENİ MÜZİK DİNLERKEN AĞLATMAYI BAŞARAN İLK VE TEK GRUBUN, PINK FLOYD'UN KLAVYECİSİ, ÖZELLİKLE "WELCOME TO THE MACHINE"'DEKİ SOLOSUNDA İPTAL OLDUĞUM RICHARD WRIGHT'I BOYUT DEĞİŞTİRDİ..

görüşürüz baba..



Deniz Fenerinde Bağ-Kuruldu - Geçmiş olsun

Alman Mali Polis Başkomiseri Alexander Böhm'e göre 'Karaman eşittir Deniz Feneri Türkiye’dir’. Elbette bunlar iddiadan ibaret. Ama görünen köy kılavuz istemez diye düşünüyorum.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9905851.asp?gid=229&sz=63925

Pazartesi, Eylül 15, 2008

Egemen için..

Aşağıdaki yazı, 07/08/1996 tarihinde bir zarfa konmuş ve bir arkadaşıma, uygun zaman geldiğinde, oğluna verilmek üzere teslim edilmiştir.




07/08/1996

Doğumundan 3 gün sonra..


Sevgili Bebek,
Sana bu şekilde seslenmek zorundayım. Çünkü Canın Annen ve Baban sana henüz bir isim koymadılar.
Önemli olanda bu değil zâten.
Sağlığın, huzûrun ve bahtının açıklığı..
Tanrı ömrüne ömür katsın, ilerki yıllarda,
onurlu,
şerefli,
insanları seven ama değerlerinden ödün vermeyen biri,
bir gerçek insan olarak yaşamını sürdüreceksin.

Çok büyük bir olasılıkla, ki bunun olması bence iyidir, annen ve babanla otuzlu yaşlara varana değin sürtüşmelerin olacak..
Hattâ belki zaman zaman, acaba beni sevmiyorlar mı diye de düşüneceksin.
Kendinin dahî onları sevip sevmediğinden emin olmadığın zamanlar olacak..
Bunlar kişiliğinin gelişmesine, kendini bulmana yardımcı olacak.
Ama bir gün kesinlikle anlayacaksın ki, senin için onlardan daha değerli ve onlar için senden daha değerli başka bir varlık yok..
Ben Onlar'ın değerini, söylediğim gibi otuzlu yaşlarımda anladım. Sen belki daha çabuk çözersin, bilemem.


Ama, bizim seninle 4 Ağustos doğumlu olmak gibi bir ortak noktamız var. .
Bizlere ne söylenirse söylensin, ne öğretilmek istenirse istensin,
bir şeyin eğriliğine ya da doğruluğuna kendimiz karar veririz.
Ve inanıyorum ki; herşeyin doğrusunu bulacaksın.


Hedeflerine her zaman ulaşacaksın.
Çünkü hedefe koşmaya karar verdiğinde, ona ulaşacağından emin olacaksın.

Etrâfındakiler, dostların, arkadaşların, sevgililerin, belki eşin/eşlerin seni "Zor adam - Sıradışı" olarak niteleyecekler.
Bundan yüksünme, tersine onur duy.
Sürüden olmadığını bilmeleri iyidir.


Kestirme yollara tenezzül etmeyecek daima zor yollara tırmanacaksın.
Ve buralarda çok özel patikalar, tepeler ve yollar bulacaksın.
Bir çıkmaz yola girdiğinde geriye dönerken aldığın deneyimi hiç unutmayacaksın.
Bu bilinmeyen yollarda, her insanın göremeyeceği çok özel manzaralar görecek ve yaşayacaksın.
Bu manzaralar bâzen güzel, bâzen çirkin olabilir.
Ancak sana faydası; yeterince yüksekte, kendi patikanda, hangisinin iyi ve hangisinin kötü olduğunu anlamandır.


"Bir bulut, neden belli bir yönde ve belli bir hızda uçtuğunu bilmez. Bir itki duyumsar, -şimdi gidilecek yer burası.- diye.
Ama gökyüzü, bütün bulutların arkasındaki nedenleri ve desenleri bilir.
Ve kendini yeterince havalandırıp, ufukların ötesini görebildiğinde sen de bileceksin. Richard Bach."


Kalbin ve gönlün çok geniş olacak.
Çok çabuk aşık olabilecek, sevebilecek ve güveneceksin.
Ama güvenilmediğini anladığında, sonuna kadar savaşacak, kazandığında savaş baltanı gömecek,
savaştığın kişi ya da kişiler bunu sana hatırlatana dek bir daha çıkartmayacaksın.


İstemeden yapmış olduğun bir hatâ, sana sık sık hatırlatılırsa çok kızacaksın.
Eğer karşındaki, bu hatânı sana hatırlatarak intikam almak için, aynı hatâyı bilerek yaparsa aşırı sinirleneceksin.

Gönlün zâten vermekten yana olduğundan, istemeyene yağdıracak, isteyene koklatmayacaksın.


Ne kadarını hakettiğini düşünecek ve hakettiğini isteyeceksin.

Haketmeden isteyenlere ya da alanlara gıpta etmeyecek aksine onlarla savaşacaksın.


Disiplini, çalışmayı, kazanmayı, gücü ve harcamayı seveceksin.


Düzenli, temiz ve bakımlı olacaksın. Varsın sana "KIL" desinler.


Herşeyi ve herkesi sevmek zorunda olmadığını anlayacaksın. Sevdiğini saklamadığın gibi sevmediğini de açıkça söyleyebileceksin.


Hırslarına gem vurmayı, kazandıkça tatmin olmayı bileceksin.


Mükemmeliyetçi olacaksın.
Hep düşüneceksin. Beyninde fırtınalar kopacak.
Tükenmeyeceksin.
Dolu dolu yaşayacaksın.
Ödün vermeyeceksin.


Ve seni bu özelliklerinle sevebilecek bir kadın arayacak,
ve bulmakta zorlanacaksın.
Aramaktan vazgeçmeyeceksin.


Ve ölmeye giderken dahî, kocaman gülebileceksin.
Yenilgiyi de aynı kazanmak gibi hazmedebileceksin,
daha alt düzeydeki yaşam biçimleri tarafından anlaşılmasan ve deli zannedilsende..


Sevgili Bebek,

Bunları yap ya da böyle ol demiyorum.
Çünkü sen 4 Ağustos'ta doğmuş bir Arslan erkeğisin. Sen zâten busun.
Sen, uğruna dünyayı ateşe verebileceğin biri için bile eğilmezsin.

Şimdi bu kısacık mektubu anlayarak okuduğunu düşündüğüm şu zamanlarında sana söylemek istediğim son bir şey ve paylaşmak istediğim bir şiir var.
İsterdim ki;
Şimdilerde 60 - 70 yaşlarını süren bir İNSAN benim için özel bir şey yazsaymış ve ben de şimdi o satırları okuyor olsaymışım..
Ama hayatta hiç bir şey düş değildir, bebek.


Sınırlarını zorla.
Çünkü onlar kesinlikle senindir.

Yirmiyedi yaşında bir düelloda ölen Rus şairi Lermontov'dan, Ataol Behramoğlu çevirisi ile;


Hayır, ilgi beklemiyorum ben
hüzünlü sayıklamalarına ruhumun.
Alışkınım el çekmeye isteklerimden
eski günlerinden beri çocukluğumun..

Yazdıklarımdan da bir şey beklemem.
Fakat isterim ki, yıllar sonra
kısa fakat isyancı bir ömürden
bir iz kalmış olsun onlarda..

Kimbilir, belki günün birinde
tüm sayfaları hızla geçerken
takılıp kalacaksınız bu dizelere
mırıldanarak "Haklıymış gerçekten."

Belki o sevinçsiz şiir uzun süre
durduracak üzerinde bakışlarınızı..
Bir mezar taşının yol üzerinde
durdurması gibi bir yabancıyı..

Mihail Lermontov - 1830


Dedim ya Bebek, Hayatta hiç bir şey düş değildir..

Belki de ben bu satırları 38 yıl önce kendime yazdım.

Belki de sen, kendi geleceğine yazıyorsun.

İyi yolculuklar.


Perşembe, Eylül 11, 2008

DUYURU..

Sevgili Dostlar ve de Blogger'lar..

Biraz önce balkonda düşünürken kafamda ânîden oluşan bir düşünceyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Biz (Ben, A.W. ve Lina) bayramda minimum üç günlük Bodrum-Bitez'e gidiyoruz.
Şu anda 3 adet apart boş..
Aklıma neden Blogger'lı bayram tatili yapmayalım diye bir düşünce geldi.
Buraya iki adet fotoğraf ve bir adet link koyuyorum.
Bakın inceleyin.
Her bir apartta 3 hattâ 4 kişi rahatlıkla kalabilir.

Konuyla ilgili bir düşüncesi olan varsa bana mail atsın..

Süper güzel ve hakîkaten hayatımızda yer edecek anılarla dolu bir tatil yapabiliriz.
Hemde çok ehven bir fiyata.. Bu ve her tür detay için mail lütfen..

İsteyen arkadaşını, karısını, kocasını, nişanlısını, sevgilisini ya da çocuğunu alıp gelebilir..
Her gece şamatayı ve mangalı ve sonra havuzu ben garanti ediyorum..
İsteyen 2 blogger bir apartı paylaşabilir..
Orası tamâmen bize ait olur..
Bir düşünün bakalım..
Neden tanışmayı böyle bir yerde yapmayalım?

Link..



Çarşamba, Eylül 10, 2008

Boeing, what are you doeing?




ABD'nin Washington, Oregon ve Kansas Eyaletlerinde çalışan toplam 27.000 Boeing işçisi grevde. 737,747,767,777 üretimi durmuş. Grev Uluslararası Makinistler ve Havacılık İşçileri Derneği'nin şirketin son teklifini reddetmesiyle başlamış. Boeing önümüzdeki 3 sene için toplam %11 teklif etmiş. Yapma be Boeing!

2008 yılında ABD TÜFEsi yıllık bazda 6.2 artmış. 2007'de 4.1miş. Toplam 10.2 göçük var. Yani enflasyon karşısında paralar eriyecek. Dernek ise %13 artışa fitmiş. Bu durumda da maaşlar eriyor. Cık cık cık.....

Boeing çok karlı bir şirket. 2005-2007 yılları arasında net 8.86 milyar dolar gelir elde etmiş. 10 milyar doların üstünde nakit ve hisse senetleri var. 2-3 yıllık müşteri sipariş listesi var. Allah artırsın!

Son 10 sene içinde çalışan sayısını 60.000 den 27.000'e indirmiş. Üretim parçalarından büyük bölümünü düşük ücretli fabrikalarına kaydırmış. Merkez Boeing fabrikalarını montaj amaçlı kullanıyormuş. Cinsin, sömürgensin, kâr edeceksin anladık!

What are you doeing, Boeing? Yap bi 15-20 şu işçilere. Sonra iki üç kablosunu eksik bağlarlar filan yani. İniş takımları açılmaz, motorları çalışmaz belki. Kaliteyi düşürmeyelim canım. Hadi bakim. Şu dernek de aradan çekilsin:))

Alıntı.. Pink Floyd - Chill-Out




Pink Floyd'un chill-out düzenlenmiş şarkıları..

Güzel.. Bir kaç gün sonra Dolunay'da geliyor..

Salı, Eylül 09, 2008

Yorumurne Ultimatum..

Dün akşam yedi kişi (Abi, ben, kendim, şahsım, Ferda, Anıl ve Yarkın) yaptığımız blog yönetim kurulu toplantısında verdiğimiz kararlar nahanda aşağıdaki gibidir.

1- Son zamanlarda özellikle Jubelum'un yayımladığı "At Avrat Reina" ve Turkekırgın'ın yazdığı Ermenistan ziyâreti ile ilgili yazılara gelen yorumların kabalığı ortamı hafif germektedir.
Bunun nedeni, düşüncelerinin bize yanlış gelmesi değil, ifâde tarzları, hitap şekilleri, kaba kelimeler ve yazışmaların hemen "Sen hangi taraftansın?" gibi kişiselliğe indirgenmesidir.

2- Yakından tanıdığım ve isterlerse çok ama çok ciddî kişisel cevap verebileceklerini bildiğim her iki yazara da, olaya aynı düzeyde yaklaşmadıkları için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

3- Yazılarımıza gelecek olan yorumlarda bundan sonra dikkat edilecek hususlar şunlardır.
a) Yorumun içinde saldırgan, kaba, kişisel bir eleştiri ya da hakâret olup olmadığı..
b) Bu kriterlerden birini dahî taşıyan yorumcunun isimsiz/anonymous olup olmadığı. Eğer isimsiz ise bu tip yorumlar yayımlanmayacaktır. Ancak, eğer bir blog ya da sayfa sâhibi ise, yâni daha önce söyleyecek birşeyleri olmuş, yazmış, çizmiş bir arkadaşımızsa kaba olmadıkça, sert yorumlarda yayımlanacaktır.

Bilgilerinize arzeder, saygılar sunarız.

Abi ve altı cüceler.

Yayımlanmayan yorum sonrasında zorunlu açıklama:
Yukarıdaki kıstaslar sâdece bir yazara karşı düşüncedeki yorum sâhibi için geçerli olmayıp, yazarlarla aynı görüşü paylaşan yorumcular içinde geçerlidir.
Örneğin Türkekırgın'ın yazısını destekleyen ama içerisinde hakâret içeren yorumlar içinde aynı kriterler sözkonusudur.

Pazartesi, Eylül 08, 2008

4 günlük mimşey..

Ege Mavisi, beni "son dört gününde ne yapardın?" sorusu ile mimlemiş..

1. Gün: ne yapayım diye düşünürken günün bitmesi..
2. Gün: "Ulen ben ne ahmak adamım.. Dünü boşu boşuna yedik abi." derken vaktin geceyarısı olması.
3. Gün: "Sahi n'apmalıyız acaba?" diye sevdiğim dostlara sormak istemek ve nası olsa faturası gelmiicek diye herkesin cepten aranması..
4. Gün: Hiç olmazsa insan gibi öleyim diyerek, sigarayı bırakmak.. Dolayısıyla, hiç bir şeyden keyif alamamak..

* * * *

5. ve diğer günler: Dünya batmayınca, bundan bile keyif alamadığım için sigaraya başlamak.
Kafamın tekrar çalışmaya başlaması.. "E, şimdi Turkcell faturasını nası ödiicez?" diye karalar bağlamak.

Pazar, Eylül 07, 2008

Merâl Hala..

Farklı bir aileydi onlar..
Ben çocukken, Bayraklı'da tren yoluna paralel bir caddenin üzerinde, bahçeli, üç katlı bir Rum evinde oturuyorlardı. Mekânın dış görünümünü düşündüğümde, beyaz yağlı boyanın hâkim olduğu ahşap görünümlü bir ev geliyor, beynimin alt bölümlerindeki kırık kırpık dosyalardan..
Sonra kara-tren geçerken, düdüğünü taklit etmek için sürekli verandaya koşuşum..
Üst katta, benden yaşça büyük iki kız ve bir oğullarının odalarında bir pikap, yerde atılı plâklar..
Ama bunların yanında hep makara.. Gırgır.. Neşe var.. Şamata ve mutluluk var..

Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Hüseyin Eniştem, lâcivert takım elbiseleri ve lâci üzeri beyaz puanlı papyonu ile hatırımdadır, örneğin.. Kocaman kahkahalarıyla..
Sonra, aile toplantılarında, kucağındayken, benimle makara yapması sırasında, hissettiğim ve sonrasında benimde çok seveceğim anason kokusu..
Sonra karısını çok sevmesi..
Halam da sevilmeyecek kadın değildi be.
Lâkabı "Güzel Merâl"..
Merâl Halam..
İyi bir insan, iyi bir ev kadını, üç çocuk yetiştirmiş, kafa bi kadın.. Gırgıra gelen..

Dün, Güzel Merâl'i de ebediyete uğurladık. Beklenmedik değildi gidişi..


Hocazâde Câmîinde, çoğu baba tarafımdan akrabâlarla birlikteydik, ikindi de..

İki anı var paylaşmak istediğim.

Dün çocuklarından bir tânesinin doğum günüydü..
Büyük halam, onyıllar önce ortanca kızını doğurduğu 6 Eylül'de, toprağa geri dönüyordu..

Diğer olay ise bu hüzünlü günde hafif bir tebessüm oturttu yüzüme..
Babam, cenâzenin câmîden çıkışından sonra iki arkadaşına rastladı. İki kardeşmiş bunlar.. Dişler mişler dökülmüş, yaşlı başlı amcalar.. Nereden baksan seksenlik..
Neyse, bunlar biraz eskileri yâd ettiler.. Ben de azıcık zaman verip bekledim orada, birbirlerini bir daha görme olasılığının azlığını düşünerek..
Ayrılırlarken, babam onlara "Çocuklar.." diye seslendi.. "Guys.." gibi yâni.. Bi hoşuma gitti.
Sonra, yürüyoruz birlikte, çıkışa doğru..
Babam, "Anneniz ne âlemde?" diye sordu. Ben içimden "Ohaa.." diye düşünürken, kardeşlerden biri "Beş altı ay önce öldü.." diye yanıtladı.. Diğeri ise " Üç ay daha sık dişini anne dedim O'na ama dayanamadı.." dedi.
"Neden ki?" diye ben sordum bu kez..
"Yüz yaşında olacaktı.." dedi kardeşlerden birisi..
"Dişleri filân yeniden çıkmaya başlamıştı." dedi beriki, gülerek..

Hızlı hızlı arabaya doğru yürüdüm, babamı hadileyerek...
ve "Belli bi zamandan sonra diş çıkar mı yine ya?" diye sormaya ürkerek..
Bu ne yaaa?

Çarşamba, Eylül 03, 2008

Sözde Ermenistan'a giden AKP'li Cumhurbaşkanınız ve Dışişleri Bakanınız...(yumuşak versiyone)

Ülkesini bu kadar satan insanlar görmedim. Ermeniler ülkemizin topraklarından bir bölümüne Batı Ermenistan diyor, milli sembolleri Ağrı dağı. Ülkemizin toprağında gözleri var. Onlarca diplomatımızı katletmişler. (Sayın Dışişleri Bakanı!!) Ülkemizi sözde soykırım yapmaktan mahkum etmeye çalışıyorlar. Bu Ermeniler ki, Osmanlı'nın son zamanında yüz yıllarca yaşadıkları ülkelerine karşı Rusla işbirliği yaparak komşularını katletmiş alçak vatan hainleri. Diasporasının egemenliği altında yaşayan fanatik bir millet. Bir tane diaspora artığıyla karşılaşmamışım ki, Türk'e düşmanlık beslemesin. Bu soysuzların dedeleri Türk insanını arkadan hançerlediklerini torunlarına anlatamadıkları için hainliklerinin sonucu ayrılmak zorunda kalmalarını Türklerin sözde düşmanlığına bağlayacak kadar aşağılık insanlar. Bunların ekmeğine yağ sürmeye giden "pek akıllılar", bir gün mutlaka hakettikleri şekilde yargılanacaklardır.

Salı, Eylül 02, 2008

GEL DE ANLAT..















Gel de anlat,
gökyüzünde hem en parlak
hem de en yalnız
yıldızı nasıl bulduğunu..

Gel de anlat,
yaşamında bâzılarını
hem ne çok sevdiğini,
ve ne kadar kırgın olduğunu..

Gel de anlat,
mum ışığında görünen
küllüğün yeşili ve
şarabın kırmızı tonunu..

Gel de anlat,
Orhan Veli uçarken
daha annen bile
bağlamıyordu donunu..

Gel de anlat..

Gel de..
Anlat.

Pazartesi, Eylül 01, 2008

Gergenekon'un vardığı, varacağı en son nokta


HERSEY AYNI ANDA BASLADI..

Dün gece saat 00.00'dı..
Yeni bir güne, yeni bir aya, hattâ yeni bir mevsime giriyorduk..
Eylül'e.. Sonbahara..

İnciraltı ve Güzelbahçe yönünde âniden şimşekler çakmaya başladı.
Bu kadar mı olur diye düşündüm kendi kendime..
Allah'ın hikmeti.. Sonbahar'a girdik, iki dakîka sonra şimşekler çakmaya başladı..

Yeni bir gün başlamıştı..
Yeni bir ay..
Yeni bir mevsim..
Sonbaharla berâber şimşekler çakmaya başlamıştı.
Şimşeklerle berâber Ramazan da başlamıştı..
Ramazanla berâber davul sesleri..
Ve davullarla berâber Lina ilk kez okula başlıyordu. (*)
Ve üzerine üstlük show tv'de Köle İsaura bile yeniden başlamıştı..
Yuh dedim.. Ohannes Kemer be..



(*) Beş yaşında bir çocuğun okul hayâtına girmeden önceki son rahat günüydü dün..
Bundan sonra, Tanrı uzun ve sağlıklı bir ömür versin O'na, tâ ki gözlerini kapatıncaya kadar okul devam edecek..
Ana okulundan sonra diicez ki; "Şimdi esas okul başlıyo."
İlk ve ortadan sonra diicez ki; "Şimdi esas Lise başlıyo.."
Lise'den sonra diicez ki; "Hepsi palavraydı.. Esas olan Üniversitedir."
Üniversiteden sonra diicez ki; "Asıl okul hayâtın kendisidir. Herşeyi şimdi öğreneceksin."
Sonra, bir gün gözünü kapattığında,
herkes gibi mezûn olacak O'da..
Ya da kimbilir, belki esas okul orada..

DEGERLi KUTAHYALILAR..