Sâdece "Hassikt.." diyebildi. Aracın vuruşu o kadar âni ve şiddetli olmuştu ki, kelimeyi tamamlamaya fırsat bulamamıştı. Havada altı yedi metre uçması ve yere çarpması arasında geçen bir kaç saniyede ölmüştü zâten. Arkadan gelen araçlardan bir tanesinin içindeki erkek çocuk, yağmurda oynaşan far ışıklarında, siyah pardesünün uçuşarak havadan yere doğru süzülmesini, devâsâ bir yarasanın hızla yere konuşuna benzetmişti içinden..
Adamın sağ elindeki siyah, açık şemsiye ve diğer elinde dikkatle taşıdığı çantanın içindekiler sağa sola savrulmuştu.. Su ve çamur birikintilerinin arasında sağlam kalmış bir kaç ilaç şişesi ve bir enjektör görülebiliyordu, zorlukla durabilen araçların ışıklarında. Yağmur olanca şiddeti ile yağıyordu.
Kazânın olduğu yerin tam karşısındaki apartmanın, pencereleri sıkıca kapatılmış teras dairesinde konuşan iki kişi ise yağmur ve rüzgâr sesinden başka bir şey duymuyorlardı. Hoş, araba fren yapabilmiş olsaydı bile, hayli ıslak olan asfalttan öyle fazla da bir ses çıkamazdı zâten.
Serkan, kıçındaki enjektör deliğini, üzerine bastırdığı pamuk ile ovarken "İlaç sonradan yakıyor." diye mırıldandı.
Diğer adam ise neredeyse duymamış gibi,
"Serkan, bi problemimiz var.." dedi.
2
(Aynı gün, dokuz saat önce.. )
Serkan, dâhili hattan sekreterine "kahve lütfen.." dedi, kibar bir tonla. Masasındaki gazetelerin başlıklarına göz ucu ile bakarken, elini yanağına bastırdı. Apse hâlâ oradaydı. Hissedebiliyordu. Ongündür antibiyotik almasına rağmen apse inmemişti. Son bir kaç gece, ağrıdan uykusundan uyandığı da olmuştu.
"Yalnız uyumaya devam mı?" diye mırıldandı, kendi kendine gülümseyerek..
Başarılı bir öğrenim hayâtından sonra yurtdışında master yapmış, askerliğini bitirmiş ve babasının holdinginde çalışmaya başlamıştı. Varlıklı bir sülâlenin oğlu olmasına rağmen, çoğu zengin çocuğunun aksine, çalışkandı. Hiç bir zaman aşırıya kaçmadan, yaşamın tadını çıkartmayı da ihmâl etmezdi.
İşe başlamasını tâkip eden üç dört sene içinde, zâten güvenini kazanmış olduğu babasının daha da gözüne girmiş, holdingin üçüncü adamı pozisyonuna getirilmişti.
Yaklaşık onbeş yıldır aynı görevdeydi. Bundan memnundu da bir taraftan. Genç yaşına rağmen düzenli ve sıradan bir hayat sürüyordu.. Ancak yaşı kırka yaklaştıkça, bir taraftan artık evlenmesini isteyen annesi ve diğer tarafta evlenip boşanmış ve baba evine dönmüş kızkardeşinin vıdıvıdılarından, problemlerinden sıkılmıştı. Babası zâten kendi hâlinde, sessiz bir adamdı. Bu yüzden, belki de hayâtında ilk kez, kendi yaşamı ile ilgili ciddî bir karar vermiş ve bir kaç ay önce ayrı bir eve çıkmıştı.
Para sorunu olmadığından, körfezin karşı kıyısında büyükçe bir teras katı tutmuş, içinide kendince dayayıp döşemişti.
Salona iyi bir müzik seti almış, terasına da bir hamak kurmuş, bir de mangalla görüntüyü tamamlamıştı..
"Ohh.. Gel keyfim gel.."di. Buraya taşındıktan sonra hayattan daha da zevk alır olmuştu.
Nâdiren kızkardeşi, çok nâdir de annesi uğruyorlardı ama bir yandan iyi de oluyordu.. Eni konu bir kadın eli deyiyordu, bekâr evine arada bir.
Kahveyle birlikte bırakılan sudan bir yudum alarak antibiyotiğini içerken, kapıya doğru yürüyen sekreterinin arkasından, küçük kalçaların ve düzgün, uzun bacakların uyumlu salınımına bakmadı.
Babasını hemen hergün görüyordu holding binâsında.
Garip bir saygısı vardı bu adama Serkan'ın. "Siz" diye hitâp ederdi O'na.
Babası ise, karısı ve kızı da dâhil, üçüncü kişilerin yanında oğlundan "Serkan Bey" diye bahseder olmuştu son yıllarda.. Ama, bu resmiyetin ardında, dillendirilmemiş bir sevgi olduğunu bilirdi iki erkekte..
Eli, istemi dışında yanağını ovaladı yine..
"Yirmi tane hap yuttuk.. Geçmedi be.." diye düşündü.
Arkasına yaslandığı sırada gazetede bir habere takıldı gözü.. Askerde sıhhiyeci olan bir gencin, kendisini doktor diye tanıtmasını ve bir sürü insanı dolandırdığını yazmıştı, bir gazete..
"Sıhhiyeci..
Sıhhiyeci..
Tabi ya..
Neden daha önce düşünmedim ben bunu.?
On gün çekilir mi bu ağrı?"
Cep telefonundan, çok alışkın bir hızla, "TAO" ismini buldu ve aradı..
"Kanka, yardımına ihtiyâcım var.."
Dışarıda yağmur başlamıştı.
3
Holding binâsının üst katlarından birindeki odasında, penceresinden dışarıda yeni başlayan yağmuru izlerken çaldı cep telefonu, Teoman'ın.. Ekranda S.O.B. harflerini görünce anladı, Serkan'ın aradığını..
Teoman kötü bir yaşam sürüyordu. Üvey babası ve annesi arasında, zaman zaman şiddete varan tartışmalar, adamın alkolik olması yaşamı büsbütün çirkinleştiriyordu. Seneler önce, Teoman delikanlılığa geçerken, bir gün evde başka kimsenin olmadığı bir anda, üvey baba garip hareketlerde bulunmuştu O'na karşı. Olayın anormâlliğini farkettiği anda, cebindeki minik sustalıyı öyle bir beceri ile çekmiş ve öyle bir bakış atmıştı ki, adama.. Bir daha böyle bir girişimden korkmuştu, üvey baba.
Bu evden, bu yaşamdan yırtmak lâzımdı.. Yırtmak lâzımdı.. Yırtmak lâzımdı.. Yırtmak...
Birşeyden yırtabilmek ve istenen yaşama kavuşabilmek için de bir tek şeye ihtiyaç vardı; Para.
Çok para.
Lise döneminde, sınıf arkadaşlarına uyuşturucu satarak girmişti bu boktan dünyâya.
Bir zaman sonra, malın çeşidinden, iyisinden, kötüsünden anlayan biri olup çıkmıştı. Bir seferinde, gittiği âlemde, kız arkadaşının aşırı dozdan ölümünde, tereyağından kıl çeker gibi sıyırmıştı kendini bu olaydan. Kafası ince detaylara iyi çalışırdı. Poliste kaydı, ya da pis bir iş yaptığını gösterir en ufak bir kanıt yoktu hiç bir yerde.
Üniversitede bu işleri biraz yavaşlatmıştı. Serkan'la dostluğu ilerletince eskisi kadar paraya ihtiyâcı da kalmamıştı.
Üniversiteden mezun olduklarında, Serkan yurtdışına gideceğini, bir lokantada, öğle yemeği sırasında söylemişti.. "Yarın gidiyorum.. Sepeti koluna, hadi herkes yoluna." demişti, gülerek..
Teoman ağzındaki pilavı zorlukla yutmuş ve tıkanmıştı. Beş yıldır birlikte okuduğu, iyi-kötü bir sürü şey paylaştıkları kankası, yarın hayatından çıkıyor ve bunu kendisine şimdi, yirmidört saatten az bir zaman kala söylüyordu. Ciddî olarak öfkelenmişti Serkan'a..
Önünde yarısı kalmış pilav tabağına boş gözlerle bakarken, diğer eli, ceketinin cebinde, sustalının düğmesini okşuyordu bilinçsizce..
4
Ayrılmalarından üç yıl sonra, Teoman'ın hayâtını tamamen değiştirecek ama Serkan'ı hemen hiç etkilemeyecek bir raslantı ile, yine kesişti iki genç adamın yolları..
Erzincan'a kısa dönem askerliğini yapmak için giden Teoman, üçüncü günün akşamı, loş ışıklı yemekhânedeyken, arkasından sessizce yaklaşan birinin kafasına attığı şaplakla irkildi.
Diğer erlerin şaşkın bakışları arasında, hızla arkasına dönerken, eli, ânî bir refleksle üniformasının boş cebine gitti.
Sustalının cebinde olmadığına afallaması bir kaç sâlise sürdü. Asıl şaşkınlığı Serkan'ı tanıyınca yaşadı çünkü.
****
"Ne alâka?" dedi, Serkan. "Sen askerliğini daha önce yapmış olmalıydın.."
Teoman, okul bittikten bir müddet sonra, ufak bir hastanede erkek hemşire olarak işe başladığını, bu konuda az da olsa bir eğitim aldığını, enjeksiyon, pansuman ve ilk yardım konularında bir şeyler öğrendiğini, bunun da kendisine şimdi revirde çalışma imkânı verdiğini ve taburunun sıhhiyecisi olduğunu anlattı.
Serkan, döner dönmez babası ile birlikte çalışmaya başlayacaktı. İşi hazırdı. Teoman'ın ne yapacağı ise belli değildi. Serkan "Biraz sabret bakalım.. Ben bir düzenimi kurayım da.. Sana da bişeyler ayarlarız sanırım, bizim orada" diyerek, Teoman'ın iki yıldır kararmaya yüz tutan umutlarını yeşertiyordu, zaman zaman.
****
Askerlik bittikten yedi ay sonra, bir gece telefonu çaldı, Teoman'ın.. Rahat konuşabilmek için, dumanlı ve gürültülü kulüpten sokağa attı kendisini.
On gün sonra, Teoman satın alma departmanının alt kadrolarından birinde, fenâ sayılmayacak bir maaşla işe başlamıştı..
Bir kaç sene sonra ise, satın alma müdür yardımcılığına kadar yükselmiş, kendisine bir ev tutmuş, daha iyi bir hayat sürmeye başlamıştı.. Daha doğrusu, hayâtı dışarıdan öyle gibi görünüyordu.
Gece âlemlerini eskiden beri sevdiği için, şimdilerde cebi biraz para da görünce, artık sâdece uyuşturucu patikalarında değil, kumar virajlarında da sürter olmuştu.
Bundan Serkan'ın haberi yoktu. Serkan onbeş yirmi günde bir Teoman'ın evine uğruyor, içki içip makara yapıyorlardı. Yine bâzen, eve bir kaç paralı kadın getirerek birlikte felekten geceler çalıyorlardı. Teoman böyle gecelerde mutlaka içinde farklı maddeler olan cigaralar sarıyor, arada bir Serkan'a da uzatıyordu. Serkan, nâdiren yapılan bu eylemde öyle fazla da bir mahsur görmediğinden, dumanlanıyor, biraz kafa bularak neşeleniyordu.
Böyle gecelerden birinin sabahında, çok fazla kaçan âlkôlle birlikte alınan uyuşturucu sonrasında, uyandıklarında garip bir manzara ile karşılaşmışlardı. İki rus kadın gitmişti. Cüzdanları boşaltılmıştı. Büfenin üzerinde sadece sim kartlar kalmıştı telefonlardan geriye..
Ama onları ürküten asıl şey, ikisininde aynı yatakta çırılçıplak uyanmalarıydı.
Hiç bir şey hatırlamıyorlardı. Aynaya baktıklarında daha da şaşırdılar..
Serkan'ın yüzüne siyah bir boya ile bıyık çizilmişti. Teoman ise yüzü gözü makyajlı, dudakları rujlu bir görünümde çıkmıştı yataktan.
Ama, Teoman, nedendir bilinmez, beyninin bir kenarında Serkan'ı üvey babasına benzetmişti, o günden sonra..
5
Serkan'ın ayrı bir eve çıkması ile Teoman'ın satın alma müdürü olması hemen hemen aynı zamanlara rastlar. İki arkadaşın ilişkilerini, arada bir görüştüklerini, âlemlerini, Teoman'ın geçmişini bilen kimse yoktu. Serkan ailesine bile Teoman ile olan ilişkisinden bahsetmemişti. Bunun nedenini kendine sorduğunda bile, net bir yanıt bulamıyordu. Örneğin bu kadar zaman içersinde, O Teoman'ın evine defalarca gitmiş olmasına karşın, Teoman O'na bir kez bile gelmemişti. Kaç defa mangal partisine dâvet etmişti oysa.
Öyle bir gölge adamdı işte Teoman, O'nun hayâtında.
Holdingte iş vermesini rica ettiği tek kişi olan Personel Müdürü Mahmut amca bile ölmüş gitmişti.
Arkadaşlıkları, kendi aralarında bir sır gibiydi. Bu özellikle o garip geceden sonra daha da pekişmişti.
Diğer tarafta, Teoman, kumarda fazlaca açılmış ve borçlanmıştı. Bu öyle maaşla filân ödenebilecek bir rakam değildi artık. Satın alma müdürüydü holdingin.. İki kalem oynatayım mı acaba diye geçmişti aklından zaman zaman..
Kararını verdi.. Biraz bir şeyler yapmalıydı burada..
Gece, bir kaç telefon görüşmesinde, fatura altı yüzde onbeş ilâveleri ile bir kaç ayda bu parayı toplayacağını hesapladı.
****
Ertesi gün, Serkan'ın sekreteri "Babanızın arkadaşı Cemal bey, sizinle görüşmek istiyor." dediğinde, anlamamıştı ilk anda bunun nedenini.. Öyle ya.. Cemal amca yıllardır babasının hem çok yakın arkadaşı, hem de holdingin demir-çelik aldığı şirketin patronuydu. Bir problem mi vardı acaba?
Ahizeyi kaldırdı; "Nassın Cemal bey amca?" dedi.
Cemal bey, kısaca, şirketinde çalışan bir adamın telefonlarını dinlemeye aldıklarını, Serkan'ların holdingin satın alma müdürü Teoman beyin dün gece bu adamla bir görüşme yaptığını, bu işten pis kokular çıktığını, dikkat edilmesi gerektiğini, bunu da Serkan'a söylemesinin sebebinin, artık yaşlanmaları olduğunu, uzun yıllardır dostu olan arkadaşını, Serkan'ın babasını böyle konularla üzmek istememesi ve bu işlerle artık gençlerin ilgilenmesi gerektiğini anlatarak, bitirdi konuşmasını.
Serkan, Cemal bey bir şey söylüyorsa, onun doğru olduğunu öğrenmişti.
****
Bir kaç gece sonra, Teoman'ın evinde rakı masasında sâdece ikisi vardı.
"Ne yaptın?" diye sordu, Serkan âniden.
"Kime be?" diye yanıtladı Teoman..
Bir kaç saniye bile beklemedi Serkan. Demir-Çelik şirketinin ve Teoman'ın avanta istediği adamın adını söyleyiverdi bir çırpıda.
Teoman'ın rengi değişti. O'da Serkan'ı tanırdı. Bildiği bir şey olmasa, emin olmasa sormazdı böyle şeyleri..
Uzun bir sessizlik oldu masada..
Serkan "Neden ve ne kadar?" diye fısıldadı.
Daha uzun bir sessizlikten sonra bu kez, Teoman fısıldadı;
"Kumar.. İkiyüzbin dolar."
Bir kelime bile etmeden masadan kalkıp giden Serkan, ertesi gece aynı saatlerde Teoman'ın evinin kapısındaydı.. İçinde ikiyüzbin amerikan doları olan çantayı, kapıdan teslim ederek, yine bir gece önceki gibi sessizce karanlığa karıştı.
6
Yılbaşı zamlarında, maaşının aynı kaldığını gördüğünde bunun bir ceza olduğunu hissetti, Teoman. Holdingte hem herkesin en az yüzde on zam aldığı hem de evrakların tamâmını Serkan'ın imzaladığını da biliniyordu.
Teoman düşünüyordu. Düşünüyordu. Düşünüyordu.
Bir akşam telefonu çaldı Serkan'ın. Ekranda "Tao" ismini görünce, tereddütte kaldı.. Ama açtı.
Teoman, "Yarın sana borcumun bir kısmını elden vericem. dedi, kısa bir hoş beş sonrasında.
Serkan sevinmişti biraz. Demek ki doğru yola giriyordu arkadaşı.
Hâlbuki, Teoman'ın düşünceleri çok farklıydı.
Asıl kumar borcu yüzyirmibin dolardı..Ve henüz onuda vermemişti. Serkan'a yirmibin dolar gibi bir ödeme yapacak, en azından ilişkiyi devam ettirecekti. Sonra da Serkan'ı ortadan kaldırmanın bir yolunu bulacaktı.
Ertesi gün yirmibin doları Serkan'ın masasına bırakırken, evine dâvet etti. Kırmadı Serkan O'nu. Akşam havadan sudan bahsederek bir kaç kadeh rakı içtiler..
"Bir akşam sen de gel artık. " dedi Serkan ayrılırken..
"Gelicem.." diye tısladı Teoman. "Bu yakınlarda gelicem.."
Serkan o gece evine döndüğünde, yatağa girerken dişinin ağrıdığını hissetti..
7
(İlk güne dönüş.)
Dışarıda yeni başlayan ama gittikçe şiddetlenen yağmuru seyrederken çalmıştı telefonu Teoman'ın.
Arayan Serkan'dı.. Ekranda S.O.B. diye çıkıyordu numara.. Bir kaç ay önce değiştirmişti Teoman bunu. Bir seferinde Serkan anlamını sormuş, O'da "Serkan, Oğlum, Büyüksün.." demişti. Hoşuna gitmişti O'nunda.. Oysa ingilizcede bunun "orospu çocuğu" anlamına geldiğini çoğu kişi bilirdi.
"Efendim." diye açtı telefonu Teoman..
"Kanka, yardımına ihtiyâcım var.."
"Ne oldu?"
"Abi, on gündür antibiyotik kullanıyorum, bana mısın demedi dişimdeki apse.. Ağrım da geçmiyor.. Bak yarın hem bana gel, hem de bir iğne yap.. rahat uyuyayım artık yav.." dedi Serkan.
Kafası çok süratle çalışan Teoman gözünü dışarıda artık deli gibi yağan yağmurdan ayırmadan konuştu.
"Bu akşam uğrayayım eğer işin yoksa.. Kimse yoksa yâni.. Hani, kapıcı bile uğramasın.."
Serkan bir an duraladı, "Okey" dedi.. "Akşam bekliyorum.. Ne yiyelim? Ben mâlûm, ilaç alıyorum. İçki içmiyorum."
"Bir şey alma.. Sen bak keyfine.. Ben bir şeyler atıştırır öyle gelirim. Hattâ geç gelirim.. İğneni yapar bir kadeh bir şey içer, kaçarım sonra.. Sen de dinlen.. Yalnız, sürpriz ziyâretçi olmasın, yeter.."
8
Gece saat sekiz civarlarında yağmur hızından bir şey kaybetmeden yağmaya devam ederken, Teoman evde çantasına bir kaç enjektör attı. Ağrı kesici ilaç şişelerini ve akşam iş dönüşü, eskiden çalıştığı polikliniğe uğrayarak kolayca çaldığı ufak şişeyi özenle yerleştirdi.
Siyah Pardesüsünü giydi. Şemsiyesini aldı. Çantası ile kapıdan çıkarken, eğer gözlemci biri O'nu görseydi, ürkek bir tavrı olduğunu hissedebilirdi. Kapısını usulca çekti. Yolun karşısındaki arabasına gözucu ile baktı, sonra döndü, otobüs durağına doğru yürüdü. Gök delinmişti sanki.
****
Serkan'ın evinin önündeki durakta inmedi.. Bir durak sonra inerek, geriye doğru yürüdü. Soğuk Şubat gecesi, saat dokuza yaklaşıyordu. Şemsiyesinin altından, yağmurdan görebildiği kadarı ile Serkan'ın çatı dairesine baktı. Loş bir ışık vardı.
"Öyle bir an kollamalıyım ki.. Kimse girdiğimi, çıktığımı görmemeli."
Apartmanın girişine çok yakın bir sundurmanın altında, şemsiyesinin üzerindeki suyun süzülmesini bekledi, beş on dakika.
Bahçenin kısa beton yolunu çabucak geçip, Serkan'ın ziline bastı.. Açılan kapıdan içeri süzüldü.
Ayaklarını girişteki paspasa iyice kuruladı. Asansöre girip yediye bastı.
Serkan kapıdaydı.. "Hoşgeldin."
Teoman cevap vermeden, çabucak içeri girdi, kapıyı yavaşça kapattı. Sonra "Hoşbulduk.. "diye yanıtladı Serkan'ı, elindeki şemsiyeyi uzatırken;
"Şu şemsiyeyi banyoya koy da iyice süzülsün.."
Serkan banyoya yürürken, O, çantasından çıkarttığı bir çift galoşu çabucak takıverdi, ayakkabılarının üzerine. İçeri geçti, öylesine ilişti bir koltuğun kenarına.
Salona dönen Serkan; "Şemsiyenden çok ıslanmadığın anlaşılıyor, neredeyse kuru gibi.. Arabayla geldin di mi?" diye seslendi.
"Hı hı.."
"İyi bâri, park yeri bulmuşsun.."
"Hııı.."
"Ne oğlum bu haa, hıı.. Rahat ol biraz.. Öyle ayağında galoşla filân da tam Nörs olmuşun valla.. Vereyim mi bir içki?"
".. Önce iğne işini bi bitireyim de.."
"Sen bilirsin..Benim de şu ilaç işleri bitsinde bir gece mangala gel hakikaten. Bi keyif yapalım.. Bu terasın keyfide mangalsız olmuyor be Teo.."
"......"
****
Teoman kalktı, masaya bıraktığı çantasını açarak, enjektöre önce dörtte bir oranında ağrı kesici, sonra hemen hemen sonuna kadar, üzerinde "Potasyum" yazan şişeden sıvı çekti.. Salondaki büyük koltuğa uzanırken, eşofmanının arkasını sıvayan Serkan, Teoman'ın bu işi ne kadar serî yaptığını göremedi. Ayrıca enjektörün havasını almadığını ve sıvı potasyumun içinde kalan minicik hava zerreciklerini görseydi de, bir şey anlamazdı zâten....
Zil öyle bir anda çalmıştı ki..
Zil o sırada çalmıştı.
"İyi akşamlar Serkan.."
Serkan bunu söylerken, adamın söyleyeceği şeyi söyleyip gideceğini düşünmüştü.
Sessizlik..
Yağmur ve rüzgâr sesi..
"İlâç sonradan yakıyor.."
son..:::)))