Sizlere geçen gün
sinema dili başlığı ile Burning Plain adlı filmde bir yönetmenin 3-5 dakikada neleri anlattığını ya da anlatabildiğini yazmıştım.
Üstelik bu bir aksiyon filmi filan da değildi. Çünkü aksiyon filmlerinde adam üç dakikanın içine dünyanın yok oluşunu da sığdırabiliyor.
Yeni nesil Türk yönetmenlerinden bunu istemek haksızlık, kabûl.
Yani olanaksızlıklar yüzünden özel efekt olaylarında elbette Hollywood ile yarışabilirler demiyorum. Lâkin filmin ilk dakikalarında seyirciyi içine alacak bir şey yapın be arkadaşım.
Beni filmin içine çekin, baymayın, kasmayın.
İlk onbeş, yirmi dakikada öyle bir şeyler anlatmalısınız ki, filmin ortaları durgunlaşmış olsa bile, sonunu merak etmeliyiz.
Geçenlerde Nuri Bilge Ceylan filmlerinin hepsini edindim.
Kasaba ile başladım. Abi, Allah canımı alsın, ilk yirmi dakikada, bir köy, o köyde bir ilkokul, ilkokulda sürekli camdan dışarı bakan bir öğretmen, bir Türkiye gerçeği; okula zar zor gidebilen ya da evinden bozuk yemekle gelen köy çocukları ve sobanın üzerine ayakları ıslanmış bir çocuk tarafından kuruması için asılan çoraptan düşen damlaların sesi vardı. Ha bir de kedi. Camdan miyavlıyordu.
15 dakika... Tısssss... Miyaaavv... (Sobaya düşen su sesi, miyavlama...)
20 dakika... Tısssss... Miyavvvv, tıssss, miyaaavv..
Kocaman yirmi dakikada anlatılabilen sadece bu. Film zaten siyah beyaz.
Kapattım.
Mayıs Sıkıntısı'na baktım. İlk on dakika yine bir ev... Karanlık. Uyumaya çalışan insanlar. Haziran sıkıntısı harbiden.
İklimler'de ne olmuş?
İlk iki dakika, bir kız, harabelerde sütunların arasından bir adamı kesiyor.
Bir kuş geçiyo tepelerinden fıtıfıtıfıtı diye... Önce kız, sonra adam (iki dakika ara ile) bu sese bakıyorlar. Derken tam ikinci dakika bittiği sırada biz adamla kızın birbirini tanıdıklarını anlıyoruz. Adam kıza sarılarak sıkıldın mı diye soruyor. Kız da "YooOo." diye yanıtlıyor.
Ve buradan itibâren taaa altıncı dakikaya kadar başka hiç bir şey olmuyor. Dört dakika sadece tepede oturan kızı izliyoruz arada köpek havlamaları ve sinek vızıltıları ile birlikte.
Toplam kocaman, koskocaman 6 (yazı ile altı) dakika.
Hani Nuri bey bana sorsa sıkıldın mı diye, yooOOoo diyemeyeceğim. "Eveeeet." diye bağırarak üstümü başımı yırtmak geliyor içimden.
Hadi Uzak'a da bir göz atalım.
Yine geniş plan, karlı bir köy görüntüsü... Yine tek sekans, yine iki dakika kırkbeş saniye yürüyen bir adam.
O kadar "Uzak" yani, köy ile yolun arası. Gerçek zamanlı çekiyor adam.
Bir tek Üç Maymun'u seyredebiliyorum sonuna kadar. Diğerlerine göre daha iyi. Merak ettiriyor.
Adam kimine göre dehâ, kimine göre
Tarkovsky'dir, bilmem. Ben sı-kı-lı-yo-rum.
* * * *
Semih Kaplanoğlu'nun Yumurta filmine bakayım dedim az evvel. Nejat İşler'i sevmiştim Barda filminde. (Bak o güzel bir filmdi.)
Yine bir uzun yürüyüş sahnesi ile açılan bir film...
Yaşlı bir teyze birinci saniyeden başlayarak tek sekansta neredeyse üç dakika boyunca yürüdü.
Kırdım yumurtayı, omlet yaptım...
Türk yönetmenlerinden
Jack Bauer'lı filmler yapmalarını istirhâm ediyorum.
Hem Kiefer biraz dinlenir, hem siz azcık hareketlenirsiniz. Biz de ortayı buluruz.
Tısssss... Miyaavv... Bu ne yaaa?