Çarşamba, Kasım 29, 2006
GOTLAND
Altında ise şöyle bir yazı:
Gotland
Burada efsanevî bir duygu vardır.
Orada, Baltık denizinin ortasında..
Burada Vikingler 1100 yıldan çok daha önce, bilinmeyen doğuya gitmek için rehberler tuttular.
Şehri koruyan kireç taşından duvar, tarihî zaferleri hatırlatır..
Yenilgileri de..
Bu bir Viking efsaneleri adasıdır.
Burası Gotland'dır.
Diyeceksiniz ki, neden yazdın şimdi bunu, Ne var bunda?
Adam övündüğü bir yerde "Yenilgileri" de tattığını, kendisinden bilmemkaç kilometre uzakta açtığı bir şubesinin duvarına yazabiliyor..
Bunu kabulleniyor..
Sen Anadolu toprakları üzerinde yaşamış olduğun bir yenilgiyi, değil başka bir ülkede duvara yazmak, kendi ülkende bile dile getirmekten kaçıyorsun..
İşte onun için, bu adamlar, İzmir'in Bornova'sında sattıkları İsveç köftesini, üzerine dikilmiş İsveç bayrağı ile, üstelikte sana taşıttırıyorlar.
21. yüzyılın zaferleri ve fetihleri de işte böyle oluyor.
Salı, Kasım 28, 2006
Kardeşim naaptın sen?
haber linki için:
http://www.iht.com/articles/2006/11/27/news/memoir.php
normal vatandaş için: yerlere çöp atmayınız
polisler için: yerlere cop atmayınız.
Ernst E. HIRSCH
Birgün fakültenin dekanı kendisini odasına çağırdı.. Konu " torpil " olayıydı.. Dekan konuyu açtı ve "..Ankara'dan sayın.... aradılar.. oğlunu iki kez sınıfta bırakmışsın, bir kez daha böyle birşeyin olmaması isteniyor, senden rica ediyorum, çocuğu tekrar çaktırma.."
Dekanın Ankara'dan diyerek verdiği isim hükümet kanadından çok önemli birine aitti.. Buna rağmen böyle bir kayırma yapamayacağını söyledi.. Fakat dekan kendisinden beklenmeyecek bir şekilde bu torpili mutlaka yapmak zorunda olduklarını çok ısrarlı bir şekilde belirtince "..pekâla " dedi. "verin çocuğun ismini ve merak etmeyin bu kez benim dersimden geçecektir.."
Kendisinden bir öğrenci için torpil yapılması istenen profesörün dersi hukuk fakültesi'nin en zor derslerinden biriydi.. dört yüz öğrenci bu dersten sınava giriyorsa ancak otuz-kırk kişi geçerdi..
Sınav günü geldi ve sonuçlar on gün sonra asıldı asılmasına da, listelere bakanlar şaşırmışlardı.. Bu çok zor dersin sınavına giren üç yüz seksen öğrencinin hepsi geçmişti..
Sınav sonuçları dekanıın onayına gittiğinde dekan da durumu hayretle görüp o dersin hocası olan profesörü yeniden odasına çağırdı.. Profesör odaya girince, dekan "..hocam hayrola herkesi geçirmişsin, yoksa artık devrim tarihine mi giriyorsun ki herkes geçiyor, lütfen durumu izah eder misin ? "
Profesör sakin bir şekide kendisini cevapladı..
" Siz benden bir öğrenci için torpil yapmamı istediniz ben de bütün öğrencilerime torpil yaptım.. bir öğrenci beleşine geçerken diğerleri gerçek bir sınava zorlanamazlar, hepsini tesviyede buluşturdum.."
Dekan, bu cevabı alınca :
" Hocam ne demek tesviyede buluşturma, ben hiçbirşey anlamadım.."
Dekan bu sözü anlamamıştı ama anlayan birileri mutlaka vardı.
Ah be güzel dekanım be...
(Bir Jubelum yorumu..)
Prof. Dr. Ernst Hirsch, 1902 - 1985 yılları arasında yaşayan Alman asıllı, ancak 1943 yılında Türk uyruğuna geçen önemli bir hukukçudur.
Hirsch, bilimsel anlamda, Türk hukukunun her alanında aynı derecede mükemmel etkinliklerde bulunmuştur. Bir çok yasanın kodifikatörü olan, Hirsch Ticaret yasasının oluşturulmasında çok büyük katkıda bulunmuştur. Özellikle Medeni Yasa ile Ticaret Yasası arasındaki ikilik bu bilim adamının dahiyane katkılarıyla giderilmiştir. “Atatürk Yasası” nın hazırlanmasını (1951) sağlamıştır. Bu yasa ile sadece, çağdaş Türk Devletinin kurucusu değil, fakat aynı zamanda onun fiziksel anısı olan heykeller de, ceza hukukunun yaptırımlarına bağlanarak korundu. Türk yurtdışı ve Türk profesörü olan Hirsch ülkemizin unutulmazları arasındadır. “Pratik Hukukta Metod” isimli eseri hala tüm hukukçu ve öğrencilerin başucu kitabıdır.
Kaynak:Wikipedia
İnkârcı hukukçular..
Diyor ki; "Bire bir benim başımdan geçti.. Bunlar bana söylendi.. Bende konuşmaları kaydettim. Aha, burada.. dinleyin.."
Yapılanlar, konuşulanlar, söylenenler baştan aşağı yanlış..
Adam yanıt veriyor. "Banda aldığım halde inkâr ediyorlar.. Banda almadan gelseydim, kim inanırdı? Ayrıca bunu yapmaları da doğaldır.. Türk Ceza Kanunu'nun birinci maddesinde [inkâr et.] yazar." diyor. (Ben anlamam.. Adam dedi.)
Bi sürü hata yapmışlar.. Bissürü haksız iş.. Ama o konular hiç yok ortada..
İlk inkâr eden bir hukukçu.. "Adamın işleri bozuk.. Başka işi yok.. Ondan bunlarla uğraşıyor.." diyor..
Yav, emmiler, babalar, abiler..
Siz bu haltları yediniz mi, yemediniz mi?
Siz ilişkilerinizi kullanarak, kendinize, mevkiinize çıkar sağladınız mı, sağlamadınız mı?
Başkandan Samsun'a ve İstanbul'da bir otele içinde para dolu çantalar gitti mi, gitmedi mi?
Hani bantlarda bunun bööle olduğu kesin lâkin..
hele bir de siz deyin..
"Evet..Biz bir hata yaptık." deyin..
İki dakka delikanlı olun yahu..
İki dakika.. Fazla değil..
DELİKANLI OLUN.. ADAM OLUN.. ERKEK OLUN..
Bu ne biçim spor, Bu ne biçim kulüp?
Cuma, Kasım 24, 2006
Uydu kaybolmuş.:)
Perşembe, Kasım 23, 2006
ARAS KARGO
20 Kasım Pazartesi günü İstanbul'da çalıştığım firmadan bir koli mal istedim. Salı günü bu malı almak üzere kargoya gittim. Bizim olmayan bir koli ve üzerinde çalıştığımız firma tarafından bize kesilmiş bir fatura gördüm.. Dedim ki; "Bu mal bize ait değil.. Bu kolinin üzerinde de Ankara yazıyor.. Ama fatura bizim."
"Hay Allah.." dediler.. "Sizin kolinizde üzerindeki Ankara faturası ile birlikte Ankara'ya gitmiştir.. Biz şimdi ilgilenir, gereğini yaparız."
Orada yaklaşık onbeş dakika eyleştim.. Kimse gereğini filan yapmadı..
Kendi kendime bu kolinin Çarşambadan önce elimde olmayacağını düşünerek, (tecrübelerle sabit) çıktım, gittim, işime baktım..
Çarşamba günü tekrar gittim.. Koli aşağıdaki fotoğraftaki gibiydi..
Hani, birisine desen ki, "Usta, bu kolinin içine sıç.." diye, bu kadar yapılır yani..
Ezilmiş, yırtılmış.. Bantlanmış.. Olmamış, iple sarılmış.. Üzerine alakasız bir şeyler akmış..
Sinirlenmemeye çalışarak koliyi aldım.. Faturamız nerede diye sorduğumda, şubedeki iki bayan ve bir bey birbirlerine baktılar.. Sonra mûtad konuşmalar..
-sen almadın mı dünkü faturayı öbür koliden..?
-yOoO.. ben, sen aldın sandım..
Sonra hep birlikte bana dönüp bakmağa başladılar..
Bende o sırada bizim dağılmış kolinin üzerindeki "Ankara Faturasına" bakıyordum..
İstanbul, iki kolinin faturalarını karıştırarak, farklı şehirlere gönderiyor. İzmir ve Ankara'daki şubelerin bundan haberleri olduğu halde faturaların değişmesi gerektiğini akıl edemiyorlar..
Ben bize ait olan o faturanın bugün (perşembe) bana teslim edilebileceğini hiç sanmıyorum..
Ama muhtemelen Cuma günü, tahsilata gelmeyi unutmayacaklar..
Böylece bir koli mal için gidilen yollar.. edilen telefonlar.. kolilerin marmara, anadolu ve ege turları.. unutulan faturalar..
faturalar için edilen yeni telefonlar.. faturaların Türkiye turları..
İçine edilmiş koliler.. tipik Türkish..
Bağlantılı bi fıkra neyin..
Adam ölmüş.. Zebani karşılamış.. "Cehenneme.." dediğinde, karşılık vermemiş.. Biliyor nereye gideceğini. Yürümeye başlamışlar.. Uzun etmeyim, Zebani "Burada" demiş.."senin bildiğinden iki farklı cehennem daha var.."
Adam şaşırmış.."Neymiş onlar..?"
"Amerikan cehennemi ve Türk cehennemi.." demiş zebani.. "Amerikan cehenneminde hergün bu saatte bir çay kaşığı bok yedirirler adama.."
"Ya Türk Cehennemi?"
"Onda da hergün bu saatte bir koca tas bok yedirirler .."
"Eh.." demiş adam.. "Ben Amerikan olanına gideyim.."
Başlamışlar yürümeye.. Yolun ortalarında "pışşt" diye bir ses.. Dönmüş bizim adam, bi bakmış; bööle bi Anadolu ağası, bıyıklı, tespihli..
"Nereye Hemşo?"
"Amerikan cehennemine.." diye karşılık vermiş bizimki..
"Neden ki" diye sorunca posbıyık, bizimki anlatmış.. İşte sizde bir tas bok.. orada bir minik kaşık bok.. filan..
Ağa bıyıklarıyla oynarkene neyin, kısaca anlatmış tecrübelerini..
"Ah be güzel kardaşım be.. Sen gel..Gel.. Bizim Türklerin yanına gel..
Buranın adı üzerinde, Türk cehennemi..
Bi gün tası bulurlar, boku bulamazlar.. Bigün boku bulurlar, kaşık yok..
Kaşığı bulurlar, tas kayıptır.. Ben kırk yıldır buradayım.. daha bi bok neyin yemedik.. Gel sen, gel.."
Semender
Öylesine takılıyorum, çok ciddiye almayın.
Salı, Kasım 21, 2006
Fiş veriyorlar mı?
Yağmurlu ama keyifli bir sonbahar günü.. Günlerden Pazar. Evdeyiz..
Yağmurda yürümeyi pek severim ben..
Karşıyaka'lılar bilirler.. Orada, İnce'lerin evinin tam karşısında, Jandarma Komutanlığının polikliniği vardır.. Ve tabi ki, karşısında da üç beş eczane.. Ana! Ben eczaneleri görünce, tak.. Aklıma geldi.. Ağrı Kesici.. Yaklaştım bir tanesinin camına.. "Pazar günü filanca Eczane nöbetçidir." Sinir.. Nöbetçi eczanenin Girne caddesinde biraz önce önünden geçmişim.. Hadi, tekrar geriye.. Neyse..
Tam Girne'ye tekrar çıkıyordum ki, "Abi n'aber?" diye bir sese kafamı çevirdim.. Engin.. Kısa bir hoşbeşten sonra "Hayırdır abi.. Turalıyorsun buralarda.." diye sordu.. Anlattım eczaneye gitmem gerektiğini.. "Ah be güzel abim be.." dedi.. "Sen unuttun kardeşinin yaptığı işi.."
Öyle ya.. Unuttum tabi. Engin önemli bir ilaç firmasının Ege bölgesi temsilcisi.. Gırgırı da seven bir çocuktur.. Benim çok eski bir arkadaşımın kardeşi..
"gel benimle arabaya.." dedi. Biraz yürüdük.. 10-15 metre var yok..
Ana caddenin üzerinde parkedilmiş olan arabasının bagajını açtı. Bir sürü paket, çanta, poşetler.. Dolu yani aracın arkası.. Oradan elini bir yere daldırdı ve bana bir kaç kutu ağrı kesiciyi verdi.. Attım cebime..
O andan itibaren.. takip eden üç beş saniye içinde.. ard arda bir kaç şeye çok şaşırdım..
1- avucumdaki şeffaf paketlerin içinde rengarenk prezervatifler olduğuna..
Dostlar alışverişte görsün.. derler ya..
Pazartesi, Kasım 20, 2006
ÖĞRET..
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona.
Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...
Eğer yapabilirsen, ona kitapların muzicelerini öğret
Fakat ona sessiz zamanlar da tanı.
Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret.
Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını,
Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona.
Ve eğer,
(Abraham Lincoln tarafından oğlunun öğretmenine yazılmış mektup..)muş..
Garip hesaplar..
Hesapladım.. Bu araçlarla yaptığım toplam kilometre : 537.000.. Yaklaşık.. Artı-Eksi olabilir.. Bu kilometre tamamen Türkiye'de yapılmış.. Yurt dışında başka araçlarla yapılanlar da var.. Onları hem bilmiyorum.. Hem de hesaba dahil etmiyorum..
Türkiye Karayollarında 537.000 kilometre.. Ve hala hayattayım..
Saygılar..
Pazar, Kasım 19, 2006
Yazık be..
Daha sonra Hüseyin eniştemlerde bir grundig pikapta çalınan kırkbeşlikleri gördüm.. Otuz sene önceydi.
Hüseyin eniştem her daim lacivert papyonla dolaşan, her daim beni seven ve öpen ve her daim ağzı rakı kokan bir enişteydi. Severdim, papyonunu, beni sevmesini ve rakı kokusunu..
Yirmi-yirmibeş sene önce ise longplayler çıktı ve daha sonra da kasetler.. Sonra kasetlerden öyle bir koleksiyon oluştuki insanlarda, bu sefer Lp'ler ve kırkbeşlikler kayboldu..
Cd'ler (de) girdi sonra (şeyimize!) evimize..
Bi ton para.. Edinmek için.. Bi ton zaman..Bulmak için..
Bi müddet sonra, (derken ööle çok bi müddet değildi artık..) Ana! Bi baktık.. Mp3 diye bi dalga çıktı.. Bi Mp3 neredeyse 10 cd'ye bedel.. derken I-Pod vs..
Şimdi adam, kibrit kutusu kadar bi dalgaya otuz gün aralıksız ve aynını tekrar etmeden çalacak kadar musiki yükleyebiliyor..
Kaçtı mı abicim, Mp3 lerde bi tarafımıza.?
Birde Dvd mevzusu başladı.. Onlarda önce betamax, sonra vhs ve daha sonra VCD formatlarından geçerek bugünlere geldiler..
Ayıp söölemesi ikiyüze yakın dvd var.. Özel filmler.(tabi bana göre..)
Şimdi Blow Up desem, Don't Look Now yada Great Expectations desem.. kime ne kadar yazar, bilemem.. de..
bir şeyi artık yeni yeni uyanıyorum..
Taş plaklar, plaklar, kasetler, cd'ler, mp3 ler gibi bu dvd'ler içinde bir uğraş vermek gerekecek bi zaman sonra..
Çöp bakımından diyorum yani..
Herşey o kadar çabuk eskimeye başladı ki..
Hiç bir şeyin kıymetini, değerini anlamayan.. anlayamayan..
bilmeyen.. çabucak unutuveren..
Cuma, Kasım 17, 2006
Çarşamba, Kasım 15, 2006
İkililer..
Laurel & Hardy..
Simon & Garfunkel..
Frank Sinatra & Dean Martin..
Rahşan & Bülent..
Nazmiye & Süleyman..
İbo & Asena..
Erman & Şansal..gibi..
Benim unutamadığım ikili ise Yavru ile Kâtip..
İtalyan komedi sinemasının bir dönemine damga vurmuş bu ikilide Yavru; kısa boylu, komik ve daha girişken olanı..
Aslında işler genellikle Yavrunun başının altından çıkardı.. Kaşlarını ve kulaklarını kullanarak başındaki şapkayı oynatması, sanırım bu dönemi yaşamış olanların hâlen belleklerindedir.
Kâtip ise, Yavru'nun rolünün desteklenmesi için yaratılmış bir karakter gibi gelmiştir hep bana..
Yavrunun yaptığı gaflardan pişman olup, durumu toparlamaya çalışan, ama ta işin başında kankasına verdiği destek yüzünden bunu bir türlü başaramayan, daha mahzun, daha saf bir kişilik..
Komik adamlardı vesselâm..
Baksanıza yüzlerindeki ifadelere..
Not: Fotoğraf, İtalyan Unilibro sitesinden alınmış ve üzerinde hiç bir oynama yapılmadan eklenmiştir. Bakınız..
Salı, Kasım 14, 2006
Ustasından bir şiir...
son söz edilmişti.
bir düşünce sardı hepsini...
bir hatıra
bir hırs
bir kıskançlık
bir yanıltı
bir kardeşlik
bir yanlışlık
bir kin
bir ümid
BİR ŞEY İNSANA ait...
( Özdemir Asaf )
Cuma, Kasım 10, 2006
Ecevit..
"Ecevit" yazısını okumak için burayı tıklayınız. Peki... Saat kaçmış?...
Şükretmek..
"Hergün sana verilen nimetler için ŞÜKRET..
Hergün hiç bir şey için ENDİŞE ETME.
Hergün hiçbirşeye KIZMA.
Hergün DÜRÜST OL.
Hergün tüm varlıklara karşı NAZİK VE SAYGILI OL..
Ve hergün aklını kullan ama YÜREĞİNLE HAREKET ET.."
Gruptan, yeni tanıştığım birisi günlük yaşam çarkları arasında bunların hemen hiçbirisinin mümkün olmadığını savundu..
İlerleyen saatlerde kendisi ile yalnız kaldık..
Şunu sordum kendisine..
"Hiçbirisini yapamasanız bile, akşam yatağa başınızı koyduğunuzda
ŞÜKRETMEK, zor mu hakikaten?"
Uzaklara baktı, daldı gitti..
"Mutsuzsan neye şükredeceksin ki..?" diye yanıtladı, neden sonra..
"En azından bugün yaşadığına.." dedim..
"Ölümden korkmuyorum ki.. Hadi alsın beni.."
Başka bir şey konuşamadık.. Yine daldı gitti uzaklara..
Eve doğru yürürken düşündüm. "Mutlu muyum..? Barışık mıyım?"
Evet..Cevabım evet..
Hayatın boktan çelişkileri, kavgalar, kısır çekişmeler arasında da olsa..
bir bebeğin senin kollarında uyuması..
ve sevdiğin ve seni seven çocukların..
ve sevdiğin kadına söyleyeceğin bir kaç güzel sözcük..
ve balkondaki çiçekleri sulaman..
ve yıllardır görmediğin ve çokta kanının almadığı birini mutlu etmen..
ve yağmuru koklaman..
ve arkadaşlarına güzel bir yemek hazırlaman..
ve bunu yaparken açtığın bir şişe iyi kırmızı şarap..
ve temiz bir kadeh..
ve sevdiğin müzikleri dinlemen..filmleri seyretmen..
ve yazmak..
ve sağlığının iyi olması..
ve kapıcıyla sohbet etmen..
ve bir çok dostunun olması ve seni çıkarsız sevmeleri..
ve.. ve herşeye rağmen insanları sevmen..
Ben Şükrediyorum.. Teşekkürler Tanrım.. Herşeye teşekkür ve Şükran..
Pazartesi, Kasım 06, 2006
Bir Necdet Şen yazısı..
...Eğer hepimizin lideri iseniz, neden oylarımızla seçilmiş temsilcilerimizin toplandığı meclisin başkanına hem de kamuya açık alanda beden dilinizle küfür ediyorsunuz? Siz ki o kadar okumuş, mesleki yaşamınızda alabileceğiniz en yüksek terfiyi almış, bir ölümlünün ulaşabileceği en yüksek resmî mertebeye ulaşmış bir kişisiniz. Daha önce de en üst düzey hukuk kuruluşunun başkanıydınız. Suçluluğu yasalarca sabit olmamış bir insana (meclis başkanı ya da tinerci ya da uyuşturucu bağımlısı ya da reklamcı, her kim olursa olsun) neden tüm dünyanın gözleri önünde hakaret ediyorsunuz?
Tamamını okumak için tıklayınız..
Cem Babaya saygıyla..
Didişmeden geçen birgün, mutlaka..
Yalansız dolansız bir dünyayı yavrum,
Kulun kula kul olmadığı bir yarın..
Kuramadık.. Kurarsınız mutlaka..
Biliminle, kitabınla, aklınla..
Ellerinle, dişinle, tırnağınla..
İnsan olmanın verdiği onurla, Yavrum..
Yüreğinle kur yarını..Güzel kur..
Pazar, Kasım 05, 2006
Güzel İzmir
İstanbul beyazlara bürünmüşken,
Şükredeceksin, İzmir'de Kasım'ın beşinde, begonvillerin halen açık olduğuna.. ve havanın güzelliğine..
Bir ileri bir geri..
Şimdi "saatler bir saat geri alınıyor." diyorlar.. Haydaaa.. Koş bakalım.. Ayarla hepsini..
Şimdilerde artık takmıyorum bu tip şeyleri..
Ya yaşlanıyorum,
Amaaan..
Hiç elleşmesem, 6 ay sonra , 6 ay boyunca yine doğruyu göstermeyecekler mi?
Abinin notu:Bu yazının hemen hemen benzerini dün yazıp, koymuştum buraya.. Ama bir blog arızasından dolayı silindi, gitti.. Bulamadım..Yeniden yazdım.. Ama derler ya, ilk çıkan hep en iyisidir diye.. Bilemeyecem artık..
Home Made/Hand Made
Boyut belli olmuyor ama iki kekten imal.. Yirmi kişilik filan yani..
Güzel dimi?
Cuma, Kasım 03, 2006
telefon bankacılığı..yaa!!
herneyse size sonucu söliimmii? bu yapı kredi koçla birleşti ya,
telefon kesildi!
Yazmazsam..
Yazı bile yazmayacaktım.
Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?
Burada, namuslu insanların arasında sakin,
ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti?
Yapamadım.
Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım.Oturdum.
Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım.
Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm.
YAZMAZSAM DELİ OLACAKTIM...
(Sait Faik Abasıyanık-"Haritada bir nokta" öyküsünden..)
Sait Faik
Çıplak heykeller yapmalıyım,
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım.
Resimlerden...
Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek
Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe,
Ne güzel kasların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.
Söylemeliyim,
Yok...
Yok... Meydanlarda bağırmalıyım.
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.
Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım
Baygınlık getiren şiirler
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hâlâ o eski, o yalancı
O biçimsiz Bizans şarkısı.
Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam su kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...
Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Bos geçirdiğim,
bağırmadığım sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel,
uzun kaşlı boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...
Sait Faik ABASIYANIK "UMUT ŞİİRLERİ"
Perşembe, Kasım 02, 2006
Hain..
Bir gün, hiç ummadığın bir anda, hainlikle suçlanıverirsin.
Ama zaman içerisinde, şoku atlatıp, uzun soluklu düşünmeyi başardığında, gönlün rahatlar.. Dinginleşirsin..
Sana bu sıfatı yakıştıranları düşünürsün. Dün seni övenlerin, bugün güçlü görünme dürtüsüyle, "Hain" kelimesini, hem de bu kadar kolayca kullanarak, bu denli şiddetli karalamalarını çözmeye başlarsın..
Geçmişte hızlı hızlı yapılan övgülerde, gelecekteki karalamaların yavaş yavaş beslendiğini anlarsın.. İlişkileri, çıkarları, düşünce sistemlerini ve fesatlıkları çözersin.. Planlarını anladığında ve bu planların önündeki engellerin ne olduğunu çözdüğünde ise artık eylem zamanı gelmiştir.
..ve Eğer eylem zamanıysa, tek başına da olsan bir yerden başlarsın.
Osmanlı Padişahı, Şeyh'ül-İslam'dan Katli Vacip fetvası çıkarttı, Mustafa Kemal için..
Osmanlı yönetimi, Mustafa Kemal'e "Hain" dedi....
Ama ya tarih?
Ama ya GERÇEKLER??