Uzun ve çetrefilli zamanlar...
Kış gelince böyle oluyor. Hastalıklar, dertler.
Tüm bunların üzerine bir de sevdiğim bir abinin ölümü...
1942 doğumlu, iyi yürekli, gırgırı, makara yapmayı, fıkra anlatmayı seven, gözleri her daim gülen bir adamın çırpına çırpına ölmesi ekleniverdi Lodoslu, kasvet günlere.
Dün kabristanda, iki metre beyaz kumaşın üzerine bir kaç kürek toprak attıktan hemen sonra, son nefesini verirken elini tutan başka bir abi anlattı o saniyeleri.
Fenalaşıp hastaneye kaldırdıklarında, doktorlar ayağında damar filân bulmaya çalışırlarken, o ellerini bilinç dışı sallıyormuş böyle, çırpınır gibi...
Dün cenazede olan bir sürü başka abiler, ölen abinin can cekiştiği ve öldüğü sıralarda önceden plânlanmış bir balodaydılar.
Haber baloya eriştiği hâlde, gereken kulaklara fısıldandığı hâlde program hiç bozulmadı.
Eğlenti, neşe devam etti. Elbette, daha önceden yapılmış büyük organizasyonlar iptâl edilemez, edilmemeli de... Ama, iki kelime ile bahsi edilip, şerefine bir kadehçik kaldırılabilinirdi.
Yapılmadı.
İki dakikada olsa, neşeler kaçmasındı...
Böyle bir anlayışta var.
Var ama can çekişiyor.
Çırpınıyor.
Son nefesini verirken başında elini tutacak birisini bulabileceğini de sanmıyorum.