Perşembe, Ekim 30, 2008

PiS BIYIK..

Cumhuriyet'in kurulmasından 7 yıl sonra doğan bir Şeytanın,
Cumhuriyet'in kurulmasından 71 yıl sonra doğan bir Meleğe yaptığı pislikten iğrenmekle kalmıyor,
75. yılda O'nu tahliye eden zihniyeti de kınıyor,
100. yılımızda Şeytan ve yandaşlarının kalmayacağı ümidi ile,
"Yat, Kalk, Geber" sözünün ortasında bulunan "Kalk" fiilini kaldırarak, kendilerine iade ediyorum.

Ek olarak, Fatih Terim'in Osman Tanburacı'nın bıyıklarına ettiği iddia edilen küfürü, bâzı bıyıkların fazlasıyla hakkettiğine de inanıyorum.

Salı, Ekim 28, 2008

Ohhhrrrşş

tray lay lay lay lay lay looomm..
tralay lay lay lay loooom..
bir başkadır benim memleketiiiimmmmm..

vat dı fak vaz goyinan?

Gelen bilgiler ve etrafta dolaşan haberler yasağın kalkmak üzere olduğunu doğruluyor gibi.
Bir kaç ay önce, imeem.com'un yasaklandığını blogtaki müzikler çalmamaya başladığında uyanmış, oraya başka bir player koymuş ama altına da imeem'in logosuyla birlikte imeembayıldı adlı bir resim koymuştum.
On gün kadar önce de, sanki içime doğmuş gibi, açılış resmini değiştirmiş ve bir kaç günlüğüne şu resmi koymuştum.


Bi'kaç kişi yaptığım göndermeyi anlamamış ve telefon açarak; "N'oldu be, yasaklandın mı?" diye sormuştu hattâ..

Bu sansür olayının bi'kaç iyi tarafı olduğunu düşünüyorum..

1- Türk Blogger'ların olaya sessiz kalmamalarını, birlikte ve çabuk hareket etmek istediklerini göstererek, koyun olmadıklarını kanıtladı.
2- Birbirlerini sessiz ya da sesli tâkip eden Blogger'ların daha da yakınlaşmasını sağladı.
3- Daha önce hiç gerek duymadığı için ZultraZörf ya da Tünel kullanmamış kişilere, bunların varlığını öğreterek özgürlüğe katkıda bulundu.Ve en azından bundan sonrası için bir blogta yazılmış bir yazının, onu tamamlanması için konulmuş bir müziği dinleyerek okunabilmesini sağladı..
4- Heryerde ve herşeyde olduğu gibi, eşeğin ağzına su kaçırarak, bloglarından maç yayını yapan bâzı aklı-evvellerin olduğunu gösterdi..
5- Maç yayını yapan başka bir şirket taraflısı diğer bâzı aklı-evvellerin ise bunu kullanarak nasıl yangına körükle gittiklerini ve durumdan sebeplenme çalışmalarını gözler önüne serdi.

(Son iki maddedeki insan tipi "Tipik Biz"iz.)


Kısacası dostlar,
Krizi kolay atlatıyoruz.
Hamdolsun.
Ha bu arada, Dolar kaç lira oldu?

Bilgi..

Burada, yasağın kaldırıldığına ancak henüz uygulamaya geçilemediğine dair bir haber var..
Bilginize..

Pazartesi, Ekim 27, 2008

ip ne?

Muz cumhuriyeti'nde ekranlarla dolu bir oda.
İki eleman muhabbet ediyor.


A- insanoğlu kuş misâli valla..
B- nası be?
A- herife baksana.. bi bakıon ABD'de, bi bakıon Endonezya'da..
B- olur mu olm? ışınlama yapılamıyo daha.. ööle diil o iş..
A- nası'peki?
B- sörfünü ultra yapıyo o..
A- ne demek şimdi bu?
B- ya da ke-tanıl kullanıyo?
A- annamıyom ben bu lisânı..
B- anlama zâten. gerek yok. sen bunu anlayana kadar onlar başka tanıl buluyo.
A- peki bu sürekli değişen uzun numara ne?
B- ip..
A- ip ne lan?
B- öff, bunların alayı ipne lan.. canım sıkıldı.
A- nereye gidiyon?
B- maç var birazdan mijitörk'te. onu seyretçem.
A- kaç para oldu şimdi miji?
B- bilmiyom valla. bizim oğlan şifresini kırmış, oradan bakıyos.
A- göndersene bize, bana da kırsın.
B- okey kurban.

Pazar, Ekim 26, 2008

the good, the bad and the gudubet..

Sevgili aile büyüklerimiz..

Birlikte yaşadığımız bu büyük ve güzel evde,
sürekli biz çocuklara yasaklar getirerek cezâlandırmanız,
sokakta oyun oynadığımız arkadaşlarımızla bile nasıl konuşacağımız konusunda baskı yapmanız,
bi'şeyler öğrenirken defterlerimize resimler yapmamızı, yazılar karalamamızı engellemeniz,
giderek bu evden soğumamızdan başka hiç işe yaramayacak.
ne saygı kalacak geriye, ne sevgi..

bu tutumunuz iki farklı çocuk büyütür..

ya karaktersiz, bastırılmış pısırık tip..
ya da isyankâr, sevgisiz, terbiyesiz, saygısız..

ki, her ikisi de birbirinden kötü..

KÖTÜ..

Cuma, Ekim 24, 2008

yassah..

Sevgili Arkadaşlar,

Bütün gün yoktum. Ve şimdi gördüm ki; Youtube'tan sonraki büyük darbe Blogger.com'a vurulmuş ve bloglarda kapanmış..
"sansüre hayır!" diyerek bu kapatmayı kınıyorum.

Burayı okuyabileniniz varsa lütfen bana e-mail atsın.. Ne yapabileceğimizi birlikte tartışalım..
Bu arada gördüğüm kadarı ile Deryik'te olayı çözmüş ve devam ediyor.
Darısı hepinizin başına..

halukthebalik@hotmail.com

Perşembe, Ekim 23, 2008

Salı, Ekim 21, 2008

Körfez..

Körfezi seyrediyordum.
Az önce Karaburun'un üzerinden kaybolan güneşin bıraktığı kızıllık göğe yansımıştı.

Limandan henüz çıkmış koca bir gemi, neredeyse tam yol batıya doğru ilerlerken,
rotasını bozmadan onun geçişini bekleyen bir ufak şehir hatları gemisi, öylesine bekliyordu, az sonra vuracak olan büyük dalgaları.
Bir araba vapuru ise, yine o koca tankerin önünden geçemeyeceğini anlamış ve rotasını doksan derece çevirmişti. Bi'kaç dakika sonra yine bilinen rotasına dönmek üzere, çeyrek yol ile ilerliyordu.
Bütün bunların dışında, onlarla hiç ilgisi olmayan Alsancak-Bostanlı gemisi, yine tam yolla yaklaşıyordu eski Papaz yönüne..
Ve farkında değildi, Bostanlı yönünden Bayraklı tarafına hemen her gece giden ufak balıkçı teknesini az sonra ne kadar sallayacağının..
Bir de uçak vardı, yeni havalanan..
Bambaşka bir hedefe doğru.
Tüm olanların hiç farkında olmadan.

Zâten hayatda bu değil miydi?

Büyüklerin önceliği..
Yiyeceği tokadı bilenler.. Bilmeyenler..
Bekleyenler, Yan çizenler.
Etkilenmeyenler, etkilenmeyenlerden bile etkilenenler.
Ve yükseklerde, çok yükseklerde hiç birinin farkında olmayanlar.

Pazartesi, Ekim 20, 2008

beyzik ingliş..

Lina: Baba, biz bugün okulda (anaokulunda) ingilizce öğrendik..
Ben : Öölemiii? Hadi yaaa.. Neler öğrendiniz bakiim?
Lina: Hayvanları öğrendik..
Ben : Meselâ hangi hayvanları?
Lina: Kediyi öğrendik.
Ben : Peki ne demekmiş kedi?
Lina: Ked. (Cat)
Ben : Afferim be.. Peki Köpek ne demek ingilizce..?
Lina: Köp.
Ben : ..........

Cumartesi, Ekim 18, 2008

ŞAMPANYA ve SALÇA

Sabah uyandığımda,
makinadan yeni çıkmış, çok kıvam ısıda olan katkısız ev yapımı ekmeğin üzerine sürülen, buzdolabından yeni çıkmış soğuk yayık tereyağının ağızda bıraktığı ısı farklılığı ve lezzet bileşimi hissi beni ne kadar mutlu ediyorsa,
gece uyumadan hemen önce içilen şampanya ve yenilen acı çikolata bileşiminin beyaz saten yastığın üzerinde bıraktığı koyu salya lekesini görmekte o kadar mutlu ediyordu.
* * * *
Sabah uyandığımda,
kömür alamadığımdan dolayı ısıtamadığım evimizin soğukluğu ile yatağında masum uyuyan çocuklarımın sıcaklığının ilintisi beni ne kadar mutsuz ediyorsa,
gece uyumadan hemen önce son dilim ekmeğin üzerine kurumaya yüz tutmuş salçayı sürdüğüm bıçağın tezgahın üzerindeki görünümü de o kadar mutsuz ediyordu.

Cuma, Ekim 17, 2008

AYNA FANTEZiSi..

Çeşitli fantezilerle yatak odalarının duvarlarını ve tavanlarını ayna kaplatanlar olduğunu biliriz, değil mi?
En azından filmlerde görmüşüzdür..

* * * *

Geçmiş yıllarda, zor dönemlerimde, bir dosta ihtiyaç duyduğum zamanlarda,
İstanbul'da o dostun evinde kalmıştım bir müddet.. (Yatak odalarında ayna yoktu..:) )

Ama bana verdikleri odada, yattığım tek kişilik yatağın karşısındaki duvarı boydan boya kaplayan büyük dolabın önü tamamen aynaydı.
Çok geride kalmış günler ama nedense açık mavi bir renk geliyor aklıma o dolap ve odayı düşündüğümde..

* * * *

Siz hiç derin depresif olduğunuz günlerde,
yattığınız yerde,
uyumadan az önce ya da uyandıktan hemen sonra,
sessiz bir ortamda,
saçınız-sakalınız ve aklınız tam anlamı ile birbirine karışmışken,
aynadaki o savunmasız ve âciz görüntünüze bakarak,
kendinize acıdınız mı?

Ben acıdım.
Ve ağladım.

* * * *

Bu sabah uyanırken, bizim dolabın önündeki camda, birazda gün ışığı pozisyonu ile ilgili sanırım, kendimi gördüğümde aklıma geldi.

Bu kez çok sevdim kendimi,
hiç acımadan..
Ve güldüm.

Salı, Ekim 14, 2008

5 YIL KAVGA YOK..:)

Dikkat ediyorum da, ortamda özellikle ekonomiyi ilgilendiren kötü bir haber olduğunda, bloggerların yazı sayısı azalıyor..
Bunu bir kaç kez gözlemledim..
Tesâdüf müdür, morâl bozukluğundan mı, yoksa böyle günlerde bir şekilde daha fazla çalışmaktan mı bilmiyorum..
Ama böyle..
Duruyoruz.
**
Oje yazımı hatırlayan ya da hatırlamayanlar için..
Bugün mahkemedeydik A.W. ile birlikte..
Hâkim karar verdi..
Birer ay mahkûmiyet.. İyi davranıştan 25 güne düşürülen hapis..
Ancak uygulanmıyor da, beş yıl içerisinde eğer taammüden bir suç daha işlersek o zaman yatıyoruz..
Kızdırmayın beni.. Başıma iş alırım..
Kanunlarımız ve kanun adamlarımız çalışıyor..
Memleketimle gurur duyuyorum..

Pazartesi, Ekim 13, 2008

COK BASiT BiR ANLATIMLA GLOBAL KRiZ

2001 sonrasında ABD ekonomisini toparlamak için hızla indirilen faizler
(2001-2004 dönemi), kredi kullanma talebini artırdı.

Artan kredi hacmi emlak fiyatlarını yükseltti. Yükselen emlak fiyatları, yeni kredi alınabilmesini sağladı. (ipotekli gayrimenkule, ikinci-üçüncü ipotek yapılarak bulunan kaynakla yeni harcama yapma imkanı sağlandı)

2002 yılında inşaat sektörü ile ekonomiyi canlandırmak ve düşük gelirlilerin konut sahibi olabilmelerini kolaylaştırmak amacıyla yeni düzenlemeler yapıldı. (“subprime mortgage”-düşük kaliteli emlak kredileri artışının önü açıldı)

ABD Devlet Tahvillerinin hızla düşen faizleri ve artan emtia fiyatları ile yurtdışında bollaşan likidite, yeni yatırım alanları aradı.

“NINJA krediler” olarak tabir edilen düşük kaliteli krediler hızla büyüdü.
(No Income, No Job, no Asset) (Gelir yok, İş yok, Varlık yok.)

Yatırım Bankaları, daha da fazla kredi verebilmek için, mevcut kredi alacaklarını satarak (menkul kıymetleştirme) yeni kaynaklar elde etti ve bunlarla da yeni krediler açıldı.

Azalan risk duyarlılığı, bankaları her türlü kar odaklı (ama denetimi-takibi-kaydı zayıf) işlemlere yöneltti.


2001’de Ev’in değeri 100 bin dolardı. 20 bin peşin, 80 bin dolar ipotek kredisi (mortgage) ile alınmıştı.
2004’de yapılan yeni bir ekspertiz ile Ev’in değeri 150 bin dolara çıktı. 2. ipotek ile bankada 50 bin dolar kredi alındı ve Otomobil yenilendi.
2005’de bir ekspertiz daha yapıldı ve Ev’in değeri 180 bin dolar olarak belirendi, 3. ipotek alındı ve mobilyalar yenilendi.
2006’ya gelindiğinde artık herkes (şahıslar, emlakçı, banka vs.) Evin değerini 180 bin dolar olarak kabul ediyor ve buna göre hareket ediyordu.
Ancak 2007’de bir gün aynı mahallede benzer bir Ev satışa çıktı. Ama kimse 180 bin dolar ödemek istemedi. Ve balon patladı.
Öyle ki, Ev’in satış fiyatı başlangıçtaki 100 bin $’ın altına (70 bin $’a) geriledi. Ev’i için 80 bin $ ipoteğe giren Ev sahibi de, haliyle ödeme yapmak istemedi.
Alacaklarını tahsil edemeyen bankalar, borçlarını ödeyecek kaynak bulamayınca mali sistem durdu. Bankalar birbirine bile borç vermeyince Likidite Krizi başladı.
BU KADAR..
TOB raporundan alıntıdır..

Pazar, Ekim 12, 2008

MAVi SULARA PUPA YELKEN..

Bayramda öğrenmiştim Butch Cassidy 'nin öldüğünü..
Sonra Sundance Kid 'in ne hissettiğini düşündüm.

Bloğun başlığında bir müddettir yazan "Bâzı hayatlar mükemmel bir çember çizerken," kelimeleri ile başlayan üç cümle, Paul Newman 'ı çok ama çok severek izlediğim, "Message in a Bottle" filminden alıntıydı.

Filmde, oğluna (Kevin Costner) bence hayat dersi verdiği sahne ve özellikle Kevin'ın hayatında bir dönemi kapatıp başka bir dönemi başlatabilmek için verdiği kararı uygulamak üzere denize açılırken..

Paul Newman'ın henüz bir daha oğlunu göremeyeceğini bilmediği,
ama ardından sanki biliyormuş gibi baktığı,
ve inanılmaz güzellikte el salladığı sahne..

ve filmin olağanüstü güzellikteki müziği,

kimbilir kaç kez bâzen seyrederek dinlediğim ve bâzen de dinleyerek seyrettiğim,

o tavrını, duruşunu, kumsalda yürüyüşünü..

İşte bundan sonra o el sallaması ile hatırlayacağım koca Çınarı..

Cuma, Ekim 10, 2008

HARFLERiM..

Sevgili 7.Oda Harflerle mimlemişti..

B'den başlıyorum, mahsuru yoksa.

Buzullar erimiyor.. Barajlar dolu..
Cam gibi gökyüzü..
Çocuklar parklarda..
Dünyanın hiç bir yerinde savaş ve kavga yok..
Eğitim desen müthiş..
Fıstık gibi bir hava.
G.S.M.H. 52.500 USD/kişi..
Hukuk olağanüstü çalışıyor..
Irmaklar, denizler, göller tertemiz..
İnsanlar neşe içinde..
Japonlar fotoğraf çekmeyi bırakmış..
Küresel kriz mi, o da ne?
Lüfer, levrek, lebâleb..
Mavra, matrak diz boyu..
Nezle, grip, kanser, AIDS.. bitmiş..
Otobüs, tren, uçak, gemi çok ucuz..
Petrol bedava çünkü..
Ramazanda Oruç baskısı da ne?
Sevgi var her köşede..
Talan, terör kalmamış hiç bi'yerde..
Urfa, Adana, Diyarbakır kardeş..
Vize yok, ABD'ye..
Yalansa, "yalan" de, ya da..
Zıkkımın kökünü ye..


Arrrkadaşııım, mutsuzmuş gibi yap..

Bok ettin lan işi..
Canım burnumda..
Dibini döğerim bak..
Eeeehh..
Fuck off..
G.tüm herif..
H.stir.
İnbesin olm sen.
Japonlar yine fotoğraf çekiyo.
Ko'dötüne rahvan gitsin.
Lavuksun valla.
Mamma Mia..
Nerede?
Osuruktan teyyare..
Pezo..
Rahşan..
Siii..sii.sii. simit.
Taa, ananı al git.
Uyyyy dalayum sağa.
Vay O.Çocuğu
Yavş.. yavş.. bi numara valla.
Zeko triki.

Çarşamba, Ekim 08, 2008

GAP gezisinden notlar..

Aşağıda okuyacağınız satırlar, bir arkadaşımın, kocası ve oğlu ile birlikte bayramda yaptığı GAP gezisi izlenimleri.. Kendisinden izin alarak buraya taşıdım.

Sevgili dostlar,
İlginç, yorucu, biraz dağınık ama "iyi ki gelmişiz" dediğimiz bir GAP gezisi yaşadık.
Güney Doğu uçmuş.!! Her yer Toki ve AKP tarafından ihya edilmiş.
Adıyaman’a 4 şeritli bulvarla giriliyor.!! Adana’yı görenler bilir.. İzmir’e 4 basar.
Seyhan etrafı çok estetik. Sabancı Camiinde aynı anda 28.000 kişi ibadet edebiliyor. İlerinin Tac Mahal’i.. Çevre düzenlemesi ile herşey ileriye yönelik..
Tüm şehirler; Antep, Adıyaman, Urfa, Adana, Antakya, Mardin, Midyat, Diyarbakır hızlı bir şehirleşme yaşıyor ama eski - yeni her nasılsa ayırmışlar :).
Arap kökenli Urfa acaip pis.. Balıklı göl civarında sanki Suriye’desin gibi. Net hissediyorsun. Diyarbakır ise sanki Kürdistanın başkenti gibi.. Her yaş çocuğun elinde oyuncak da olsa kalaşnikof.! Büyüklerde terlik/poşu/bıyık-sakal üçlemesi.. Bizle değiller; bizden değiller..
Ama İskenderun aynı Güzelbahçe- Narlıdere sahil hattı.. Çok modern ve temiz.. Yamaçlarda çok şık villalar, zaman zaman Anadolu Yakası ara sokakları veya Karşıyaka gibi.. Sırtlarda, yamaçlarda Dragos’taki gibi şık villalar. Kafeler, barlar.. Nefes aldık denize kavuşunca...
Nemrut olağanüstü.. Mutlaka çıkılmalı. Gün batımı çok etkileyici idi. 40 otobüs falandık, kol kol insanlar şeritler halinde 45 dakika tırmanıyor. Çok soğuk yukarısı.. Kommagene, Tanrılarla özdeşleşmek için, güneşi üstünde doğurtup batırtmak için, eşiyle kendisini karşılıklı oraya yerleştirmiş.!! Biz de ruhuna biraz okuduk tabi..
Çok misyoner var. Kiliseler faal.. Süryani çok. Prens Charles Mardin’de sit konumunda bir taş otel almış Mezopotamya manzaralı!!
İsrail çok miktarda (300 dönüm) arazi satın almış Tarım için. Başka niyetleri yok deniyor.. Kim sattı acaba??
Harran müthiş.. Kilometrelerce mısır tarlası uzaydan da denetimli... Abd yakıtta biliyorsun mısır üstünde çalışıyor. Dönümüne 250YTL teşvik veriliyor. Bu bizde 25YTL!!
30 YTL çocuk başına genelde 10 ve üstü çocuk mutlaka, çünkü 3'ten fazla "karı" var. Hanımlarından biri "Bizde yemek pişmez, lokantaya giderik!!" dedi.
Adıyamanda At başını andıran makinalarla tüm kırlık arazide petrol çıkıyor.
Hasankeyf’e insanın içi yanıyor.. 2012 son tarih taşınmak zorundalar.
Küçük Musa’lar, dişleri şekerden dökülmüş Sibel’ler 1Ytl kazanmak için 3-4 sayfa tarihçeyi ezbere, yanınızda yürürken açık kalmış radyo gibi okuyorlar.
75.ooo mağara varmış içinde insanlar yaşıyor. (tabi Pkk da oradaymış zamanında) Her kapının önünde çırpılar yığılı ve tahta kapılar akrep girmesin diye mavi boyalı.. (Mardin de damlarda mavi boyalı uzun ayaklar üstünde demir yataklar var, üstüne döşek atıp uyuyorlar yılan çıyan ve akrepe karşı)
Urfa’da kaldığımız otelde Aşiret düğünü vardı. Havuz başında 100 kişi falan.
2-3 başı örtülü, gerisi ölçülü dekolteli tuvaletli ve stilletto ayakkabılı kadınlar;
bıçak gibi takım elbiseli (Vakko-Sarar), traşlı, kravatlı adamlar 3-4 saat halay çekerek, kola, şarap ve bira içtiler.
Yemek için ara verildi org’da kilise müziği eşliğinde yemek yediler..!!
Takılar, takılar... Kürtçe, Süryanice, Arapça ve nihayet Türkçe çalınan parçalar. Üstte sıra gecesi vardı. Transa geçtiler sonuna doğru!!
Sonuç: Doğu’dan Enerji fışkırıyor..
O kendi kurallarını kendi koyacak belli...
Üstü örtülemez, görmezden gelinemez, isteğe bağlı eğilip bükülemez!!
İnsanların bir misyonu var.
İyi/kötü, doğru/yanlış, siyasi/veya değil, Milli/veya değil; ama bir duruşu var!!
Bizim Ege’linin var mı diye geldiğimden beri düşünüyorum.
Asker hep kimlik kontrolü yaptı yollarda..
Aktütün son gün (cumartesi) yolda yakaladı bizi.. 5 dakika önce haber almıştık ki Jandarma durdurdu kimlik kontrolü için..
Biz gözlerimizde yaşlarla dualar ederek, bakışlarımızla severek teşekkür ettik onlara. Sadece baktık.. Birşey demedik, diyemedik.. Onlar da acıdan taş olmuş yüzlerle işini yaptı. Hiç birşey demeden indiler. Herkes ağlıyordu...
Gap böyle geldi geçti... Bu kadar yıl niye gitmedim/görmezden geldim diye sordum kendime.. Antep’te baklava yiyemedik, Urfa’da kebab, Mardin’de içli köfte yiyemedik, alışveriş hiç yapamadık, mesafeler çok uzun olduğundan şehirlere akşam üzeri girip karanlığa kaldık.
4 gün için fazla yer gezdik. Bayramda tur alınınca böyle oluyor sanırım.
Hepinize sevgiler
..

Pazartesi, Ekim 06, 2008

O, onu diyor, bu bunu diyor. Çocuklar çatır çatır ölüyor.

Aynen Mahalle'nin Delisi gibi, "Fena" hissettim ben de kendimi..
Çok fena hem de. Gözlerim doldu haberleri izlerken. Yitip giden delikanlılar için..

Kimisi "Bu savaşın hangi çıkarlara hizmet ettiğini" öğrenmek istiyor.
Diğeri "Hiç bir çıkar yok. Her şey Vatan için." diyor.

Kimisi "Bu çocuklar neden öldüklerini bile bilmiyorlar." diyor.
Diğeri "Toprak için." diyor.

Kimisi "Paramız yok. Karakolu daha güvenli bir yere taşıyamıyoruz." diyor.
Diğeri ise "Emekli paşalara bir trilyona zırhlı araç alındı."

Kimisi "Oralar BBG evi bizim için." diyor.
Diğeri ise "Kuş uçsa haberimiz olur diye bir şey yok."

Kimisi "T.C. hükümetlerinin bâzı bölgelerde orantısız güç kullanması, yöre halkının PKK'ya sempati duymasını sağladı. Problem hükümetler ve yönetimde." diyor.
Bir diğeri ise "PKK, 200 kişinin bulunduğu bir karakola bundan daha çok sayıda teröristle ve güpegündüz baskın yapabiliyor ve 23 kayıp veriyorsa, ordunun buradan çıkarması gereken dersler olmalı!"

Ha, bu arada şehit erlerden Ramazan Yeşil, ailesi ile son telefon görüşmesinde "Geçtiğimiz hafta üç defa baskın yedik." diyor.
Diğerinin buna diyeceği bi'şey yok....
...
..
.

Edit: Bir gazete yazısı..

Cumartesi, Ekim 04, 2008

Hey yavrum hey.. ( Bodrum ağzı..)

Döndük..
Kafa dinlediğimiz bir tâtili geride bırakarak..
Valla İngilizler, Bitez'de şakur şukur yüzüyorlardı..
Hiç Türk yoktu desem yeridir..
Dolayısıyla sessiz ve sakindi her yer..
Restaurant'lardan bâzılarının hafif yüksek sesle çalan müziği bile zaman zaman fazla geliyordu kumsala..

Bu tâtilden aklımda kalan en komik olayı anlatmak istiyorum size..

Bayramın ikinci gecesi, A.W.'ın Lina'yı yatırma niyeti ile yatak odasına girip çıkması bir olunca anladım bi'terslik olduğunu..
"Duvarda." dedi usulca bana, işâret parmağını göstererek..
Girdim odaya.. Büyük dolabın arkasındaki duvarda tavana yakın bir yerde, olanca şeffaflığı ve kara gözleri ile ürkek ürkek duruyordu, süleymancık..



Bilen bilir ki, çok süratli hareket eder, bunlar.. Son derece zararsız ama kimine göre çok ürkütücü, çayır çimenin bol olduğu yerlerde yaşayan sürüngen bozmaları..
Ufacık, tefecik sevimli hayvanlar..
Kendisinin uğur getirdiğine, ölümünün ise uğursuzluk getirdiğine inanır kimileri..

Ben yine de millet rahat uyusun diye, uğursuzluğu göze alarak kaptım terliği.. Fırtt tüydü bu koca dolabın arkasına.. Dolabın yerinden oynaması tek insan işi değil.. Işıkta lazım.. Tavandaki lâmba yeterli değil sülümancığın navigasyonunu çözebilmem için..
Tahsin'e gittim.
Efenim, Tahsin bizim oraların görevlisi.. Yandaki evde kalıyor, karısı ve kızı Aybüke'yle..
"Tahsin, el feneri var mı bi'yerde?"
"N'oldu abi?"
"Yatak odasında süleymancık varda.."
"Ne mancık?"
Tahsin, Kahramanmaraş, Elbistan'lı bi köylü çocuğu.. Bunu bilmemesine imkân yok..
"Lan'olm süleymancık işte.. kertenkelenin ufağı, pembesi, şeffafı.."
"Haa, biz ona kertenkele diyoz zâti.. Dur abi, hallederiz şimdi.."

Bi'kaç sâniye sonra elinde tabancaya benzer bi'şeyle geldi bu..
"O ne lan?" dedim..
"Matkap abi.." dedi.

Ohaa..
Ben "tabancayla süleymancık vurulması" eylemine gülmek için hazırlanırken, Tahsin matkapla gelince hepten bittim..

"N'apçaz olm matkapla.. herifi bunla öldürmeyi plânlamıyon di mi?"
"Yok be abi.. Bunun ışığından faydalancaz.. Feneri var bunun.."

Tık, bi düğmeye bastı bu.. Aaa, harbiden ışıklı matkap..
Dolabın arkasındaki aralıktan tutunca gördük elemanı orada..
Tahsin matkabı benim elime tutuşturarak "abi tut ışığı hayvana sen şimdi." dedi..
Önce bir paspas sapı ile dolabın arkasındaki duvara "pat pat" yapa yapa, çıkarttı yine tavana yakın bi'yere elemanı..
"Sen şimdi pek kıpırdama, kaçmasın.. Ben hemen geliyom.." dedi.
Ve bi'dakka soora geldiğinde bu kez gözlerime inanamadım.
Bu sefer elindekini tabanca zannetmeme imkân yok.. Çünkü haso bir tüfek bu..

"Lan, lan.. Bu ne lan..?"
"Havalı tüfek abi.. Şimdi indircem onu.."
"Olm harbi mi diyosun? Tüfekle süleymancık mı öldürcez.. Bak yazarım bunu ben.."
"Yaz abi. İstersen fotoğraf ya da film de çek.."
"Hadi len.."
"Bak şimdi, bak.."

TAKKKK..

Anaaaa.. Süleymancık, zavallı hayvan, kafasız bi'şekilde düşüverdi yere.. Sü'süz, leymancık hâlinde.

O kadar âni olmuştu ki herşey.. Elemanı bırak, ben bile anlamamıştım n'olduğunu.. Ve filme çekme ya da fotoğraflamaya bile zamânım olmamıştı.

Ama sonrasında, eğer birisi bizim fotoğramızı çekseydi eğer; Yerde, bi'kaç sâniye öncesine göre boyu 1 santim kısalmış minicik hayvanata bakan iki adam.. Birinin elinde harbi tüfek, diğerinin elinde ucundan ışıklar çıkan tabanca şeklinde bir matkap..

N'oldu? Süleymancık öldürdük..

Olsun efem, maksat huzurlu uyumak..:)