Pazar, Ağustos 31, 2008

"Masumiyet Müzesi"

Henüz kitabı okumadım ama NTV'deki röportaj'dan anladığım kadarıyla Orhan Pamuk 'Masumiyet Müzesi' ile Türkiye'nin bir numaralı sorununa parmak basmış bence. Aşk, cinsellik, ikiyüzlülük, moderniteyi yaşıyormuş gibi yapmak... Olay budur.

1. Türkiye'de kitlelerin bir numaralı sorunu aşk, cinsellik ve abazanlıktır. (aksini iddia eden yalan söyler) Bu sorun ezelden beri değişmemiş. Aşık bilmem neyin şiirinin özünde, sözünde abazanlık yatar. Türkülerin yanık olması, ağlar suratla insan eğlendirmeye çalışanların çaresizliği bundandır.
2. İşsizlik, geçim sıkıntısı, ekonomik kriz
3. Gerisi teferruattır, telafisi vardır.

Diye şeeettiri verdim.

Jackie Chan davul çalsaydı..


Find more videos like this on RedTube

Perşembe, Ağustos 28, 2008

TURKISH TAKIM TUTMAK..

Hiç bir zaman bir futbol fanatiği olmadım ben..
Galatasaray'lıyım.
Ama sevdiğim dostlarımla zaman geçirmek, bir GS maçını izlemekten daha önemli olmuştur her zaman..
Dün gece GS'ın elenmesi, FB'nin yoluna devâm etmesi, beni GS adına üzmüş, FB adına sevindirmiştir.
Tanıyanlar bilirler ki, FB'nin ya da herhangi bir Türk takımının oynadığı bir Avrupa maçında daima Türk takımıdır tuttuğum..
Ha, GS-FB maçlarında tabîdir, kendi tuttuğum takımın kazanmasını istemek..
A.W. Fenerbahçe'lidir örneğin..
Ve Şampiyonun belirleneceği son maçlarda, her iki takımın bayrağıda hazırdır, balkonda sallamak için.
Eğer FB şampiyonsa, ben eşimle berâber, GS şampiyonsa O benimle berâber sevinir.
Sporun amacı da budur.. Buydu daha doğrusu..

Fanatik taraftarların, takımların başarılarını tâkip eden günlerde,
günlerce,
üstlerinde formaları ile çekilmiş fotoğraflarının konulduğu msn resimleri ya da benzer avatarları,
veya isimlerinin kenarlarına yazdıkları sloganlar, karşı takıma olan kin ve gıcıklığın yansıması..

-Sen bunu kazan da, görelim bakalım..
-Siz şimdi kendi liginizde oynayın..
-UEFA'mı, Şampiyonlar Ligi mi?
-Zart Zurt..

Bırakın bunları baba..
Bırakın..

Bir Fenerbahçe'linin konuşabilmesi için önce UEFA veya Şampiyonlar Ligi Kupasını kazanması ve sonra bu iki kupayı kazanmış iki takımın arasında oynanacak maçı alarak, Süper Kupayı Türkiye'ye getirebilmesi lâzım.
O zaman ancak GS ile eşit duruma gelir.
GS, UEFA kupasını alarak Süper Kupa oynama hakkını kazanıp, gerçekleştirmiştir bunu..
Eğer FB, Şampiyonlar Liginde Şampiyon olarak, Süper Kupa finâl hakkı kazanıp alabilirse kupayı, o zaman GS'ı geçmiş olur. Bu kesin.. O zaman konuş işte..
Bu gerçekleşmeden, hiç bir FB'linin kendisini GS ile kıyaslamaya hakkı yoktur..

Aynen, hiç bir GS'lının FB'yi 6-0 yenmeden hiç bir kıyaslama yapmaya hakkının olmadığı gibi..
GS bir maçında FB'ye 6 gol atsa, burada da eşitlik olur..
Bir Cimbom'lunun konuşmaya hakkı olması için önce FB'yi 7-0 yenmesi gerekir ki..
Bu da başka bir hayal..

Bu bakımdan, ben derim ki;
Hayal peşinde, konuşmayın boş boş..
Hayat kısa..
Ben neden bir takım için kavga edeyim veya öleyim ki?
Manyak mıyım?

Edit: 18/eylül/2009 ... Bak, bugün de tersi oldu... Ne yapalım şimdi... Avatarı GS'ye çevirip FB'lilere b.k mu atalım? Yoksa mesela bizim yöneticilerden biri çıkıp gülme krizine mi girsin, sizinkiler ağlarken? Hoş mu bunlar?

Salı, Ağustos 26, 2008

Apartman Öğretileri (2)

Apartman öğretileri (1) burada..'ydı..


Nâdirdir, bir insanı gördüğüm ilk üç beş sâniye içinde, hakkında verdiğim karârın değişmesi.
Çok nâdir..
Yaramaz bu adam diye düşündüğüm hemen hiç kimse, sonradan "vay beee!" dedirtmedi bana.
Ama kabûllenmek gerekir, bir iki kez, "iyi birisi." diye düşündüğüm insanlar için oldu bu tip nidâlarım.
* * * *
2002-2004 döneminde iki sene apartman yöneticiliği yaptım. 1970 model, 24 dairelik bu apartmanın yıllardır süregelen ve oyalayıcı tedbirlerle bir türlü sonlandırılamamış problemlerine kesin çözümler buluverince, 23 dairenin hemen hemen tamâmı, hem beni çok sevdiler hem de sâmîmi ilişkiler içine giriverdiler.
Suratsız ve nâlet olarak bilinen iki tâne yaşlı dul teyze bile, ellerinde hediyeleri ile, yöneticiliğimin bitimini tâkip eden günlerde evimize gelip, teşekkürlerini sundular..
Kısaca, başarılı ve çok iş bitirilen bir yöneticilik dönemi, 1994-1998 arasındaki bekârlık dönemimde komşularımla kurduğum iyi ilişkileri, son on yıldır A.W. ve dört yıldır da Lina'nın aramıza katılması ile daha da pekiştirdi.
* * * *
5. katta, Karşıyaka'nın tanınan çocuk doktorlarından A. abla ve eşi müteahhit E. E. oturuyorlardı. 60'lı yaşlarının sonlarında olan bu karı koca, hayvansever, okuyan, konuşmasını bilen, sevdiğim bir çiftti. Özellikle E. abinin de beni sevdiğini gözlerinden okur, sözlerinden anlardım. Yakın bir yerlerde yaşayan bir oğulları vardı. Bir Amerikalı kızla evliydi. Birkaç sene önce de çocukları olmuştu.
Bir de kızları vardı. Bildiğim kadarı ile büyük kardeşti O. Evliydi ve İstanbul'da yaşıyorlardı. E. abilere iki torun veren bu kadın eşi ile birlikte tüp bebek işindeydi. İyi de kazanıyorlardı. İstanbul'da bir merkez açmışlar, tutunmuşlar, daha sonra da Samsun'da sanırım, bir ikinci merkez ya açmışlar ya da açmak üzerelerken, bir trafik kazasında karı-koca ölüp gitmişlerdi.
Yaz tâtili için E. abilere bırakmış oldukları çocuklarını almak üzere İstanbul'dan İzmir'e gelirlerken, sanıyorum Akhisar taraflarında bir yerde, jeepleri ile bir kamyonun altına girmişler ve çıkamamışlardı.
E. abi ve A. abla yıkılmışlardı. Kendisini daha çabuk toparlayan ve annesiz babasız kalan bu 3-4 yaşlarında oğlan ve 8-10 yaşlarındaki kız çocuğunun hayatlarının bir şekilde devâm etmesini sağlamaya çalışan E. abi oldu. Para sorunları yoktu.. İlk bir kaç sene her iki çocuk, burada, bizim apartmanda kaldıktan sonra, ilkokul döneminde oğlanı, babaannelerinin ve amcalarının bulunduğu İstanbul'a gönderdiler.
Turkuaz gözlü kız burada kaldı. İyi bir okula yerleştirdiler..
Ben, O'nu nâdir olarak, üç beş ayda bir ya servise binerken ya da inerken görmüşümdür.
Ama bir kız çocuğunun 10 ilâ 15 yaş arasındaki gelişimini gözlemlemek adına daha iyi bir yoldu bu. Aralıklarla gördüğünüzde, kızın gelişimi daha rahat anlaşılıyordu..
Sondan bir önceki görüşümde artık bir genç kız olmuştu..
* * * *
On gün kadar evvel, saat 21 civârında apartmandan çıkıp, arka tarafta garaja gitmek için sola dönmeden önce yürüdüğüm üç-dört metrelik yolda, karşıdaki palmiye ağacının altında gördüm kızı, son defâ. Yanında biri vardı. Ve karanlıktı.
O olup olmadığına emin olmak için bi kez daha dönüp bakarken gördüm, yanındaki oğlanı belki iki ya da üç sâniye. On değil, emîn ol.
Temiz giyimli olması, kirli bir rûhun görünmesini engellemiyordu işte.
Sevmedim çocuğu.. Hiç.. İki sâniyede böyle bir şeye karar verir mi insan? Verir.
* * * *
Birkaç gün önce, sabahleyin annemi almak ve hastaneye götürmek üzere çıkarken, kapıda karşılaştık E. abiyle.
Benim elimde kocaman bir zarf vardı. İçinde annem ile ilgili rapor ve tetkiklerin olduğu..
Komikti, E. abinin elinde de benzer bir dosya oluşu..
Günaydınlaştık. N'aber, n'assın faslından sonra "E. abi, ben Bornova tarafına gidiyorum. Yolun o tarafa ise götüreyim." dedim. "Sağol." dedi. "Ben Alsancak tarafına gidiyorum."
İki adım attık birlikte bahçeye doğru..
Duraladım âniden. E. abi de durdu.
Ve dedim ki;
"Ya, belki şimdi sana söyleyeceğim şey benim üzerime vazîfe değil.. Ama yine de senle bi gözlemimi paylaşmak isterim. Bir kaç gün önce gece, şu ağacın altında senin torunu yanında bi oğlanla gördüm.. Ama hiç gözüm tutmadı be, E. abi."
Kızı ile dâmâdı öldüğünde yüzüne yerleşen ve bir kaç zaman kalan, o buruk ve acı ifâdeyi gördüm yine..
"Sorma.." dedi elindeki zarfı gösterirken..
Bağlantıyı kuramadım, ama O, ben sormadan devâm etti. "Kızın tasdiknâmesini almaya gidiyorum okuluna. İstanbul'a gönderiyoruz. Kurtaramadık o çocuktan. Çok uğraştık ama dinlemiyor bizi. Çok, çok kötü bir oğlana takıldı. Yetmişi geçtim ben. Nasıl uğraşabilirim ki?"
Sonra bir an düşündü; "Sâhi, sen nereden anladın ki? Birşey mi yaptı çocuk?"
"YooOoo.." dedim. "İllâ bişey yapmasına gerek yok.. Zâten bikaç sâniye gördüm. His işte.."

* * * *

* * * *

Yine, muhtemelen, otomobilini bir türlü kilitleyemen adama taktığım geceydi gâliba..
Çünkü o gece, uzun zaman terasta tek başıma takılmış ve insanlara bakmıştım..
Bizim apartmanın tam önünde bir otobüs durağı var.. Durakta duran (zâten başka ne yapılır ki?) bir adama takıldı gözüm. Herif, cephesini gelen otobüsler yönüne çevirmiş, fakat çok dikkât çekici bir sıklıkla, kafasını 90 derece sola döndürerek bizim apartmanda bir yere bakıyor. Çokta kaldırmıyor kafayı. Yâni gözlemlediği yer en fazla ikinci kat olmalı.. Arada da sanki böyle sağ kolu ağrıyormuşta hareket ettirmesi lâzımmış gibi geniş daireler çiziyor havada. Sol eliyle de zaman zaman orasını burasını kurcalıyor. Yarım saatten fazla bir zaman kaldı orada.. Otobüsler geliyor, gidiyor, yeni insanlar geliyor, gidiyor. Bu ibne orada dikilmiş abicim, sürekli apartmanda aynı noktaya bakıyor.
Yemeğimi bitirdim.
-Ulen iniim mi, inmiim mi aşşağaya? Neye bakıyo ki bu yavşak?
İndim abicim. Önce apartmandan çıkıp sağa, bakkal yönüne doğru yürürken şöyle göz ucu ile bir baktım, kimin panjuru açık, kimin kapalı diye.. Sâdece bir tek birinci kat, orta daire.. Komple açık panjurlar ve bütün ışıklar yanıyor..
O dairede, İzmir'in ünlü bir dönercisi, karısı ve 6-7 yaşlarında oğulları kalıyor..
Bir tur atıp döndüm.. Durağa, adamın bikaç metre uzağına geldim.
Baktım aynı açıdan apartmana..
Panjur, perde, ışık ne varsa açık.. Dibine kadar..
Ve bir kız çocuğu, 13-14 yaşlarında.. Pencerenin tam önünde dans ediyor.
Kızın haberi bile yok.. Muhtemel evde kral tv açık.. Kız, Hâdise figürlerini yapmakta, lâkin sapık figürü filân aşmış.. Hani utanmasa oracıkta yâni.. .. ..
Dönercinin cep telefonu var bende..
Aradım.. Çok saygılı birisidir gerçekten.. "Emret abi, hayırdır?" filân diye sordu..
Anlattım durumu.. Yeğenleriymiş meğer..
Son olarak dedim ki; "Karına yada kimseye bahsetme bunu benim söölediğimi.. Neme lâzım, bana gıcık kaparlar.."
"Haklısın abi." dedi."Ben şimdi servis elemanı geçerken farketmiş filân der, hallederim.."
Bir kaç dakika içinde, önce ışıklar kapandı, sonra panjurlar..
Sâniyeler sonra da, o pezevengin evlâdı yokoldu..
* * * *
Bunlarda benim bööle anılarımdı be..
Hayat geçiyo..
Geçiyo..

Cumartesi, Ağustos 23, 2008

T.A.K.I.N.T.I.

Dün gece..
Yedinci kattan aşağı bakınıyorum..

Siyah station bir araba parketti aşağıya.
Dikkatimi ilk çeken şey, adamın içeriden çıkmadan önce, Türk Bayrağı görünümündeki güneşliği ön cama yerleştirmesi oldu.
Hakîkaten, karşıdan bakıldığında, sanki ön camda kocaman bir bayrak açılmış gibi duruyordu araç..
Sonra indi adam. Aynasını kapattı. Arka kapıyı açarak, çantamsı bişey aldı.. Kapattı kapıyı.
Diğer tarafa geçti. Oradaki aynayı da kapattı. Sonra elindeki zımbırtıya bastı, araba "vıyk vıyk" ederken aynı zamanda dörtlüleri de iki kez yandı, söndü..
Adam tekrar kendi tarafına yürüdü.. Sırasıyla, önce kendi kapısını, sonra arka kapıyı, bagajı, arka ve ön sağ kapıları tek tek eliyle kontrol etti.
Ben yukarıdan anlamıştım aracın kilitlendiğini ama adam, ne "vıyk vıyk" sesinden kulağına,
ne flaşörlerin çakmasından gözüne ve ne de elindeki aletin teknolojisine güvenmiyordu.
Yürümeye başladı.. Uzaklaştı bir kaç metre arabadan. Tam "Şükür. Bitti." diyordum ki içimden, geri döndü, tekrar yol tarafına geçerek kendi tarafındaki aynayı kontrol etti.
Aracı, hemen hemen gireceği apartmanın (ki bizim yan apartman oluyo bu.) bir kaç metre ötesine parketmişti.
Arkadaş, adam bu üç beş metrelik yolda yürüyüp bahçeye girip, bahçe kapısını kapatıp benim görüş alanımdan çıkana kadar en az üç ya da dört kez döndü döndü, arabasına baktı. Ve kayboldu. İçim daralmıştı o sırada..
* * * *
Bi onbeş dakka sonra filân, içimden "Yarın yazayım bunu.. Hattâ adını da (T.âki A.rabanı K.ilitlediğine I.nandığında N.ihâyet T.ozol I.nbe.) koyyim diyodum ki,
inanmayacaksınız,
adam tekrar gelip kapıları kontrol etti.
Eşofmanla..


Minik not: Aklıma geldi bi de fotoğrafını koyayım diye arabanın.. Baktım, gitmiş.

Cuma, Ağustos 22, 2008

YANITSIZ.

Bir arkadaşım, çok uzun bir evlilikten sonra evini terketti.
Bence hiç bir tutarlı neden yokken..
Vardır tabi O'nunda kendi açılımları..
Ama çıktı, gitti işte evden..

Karısı da arkadaşım..
Bloğun üzerine koyduğum, "Bir Tutam Baharat" filminden alıntı yazıyı okumuş dün..

"Aslında hayatta iki çeşit yolcu vardır evlat. Birincisi, haritaya bakarak yolculuk edenler. İkincisi de aynaya bakarak yolculuk edenler. Haritaya bakan yolcular hep giderler. Aynaya bakan yolcular ise eve dönerler."

Telefon açtı..
Dedi ki;
"Aynaya bakanlar eve döndüklerinde haritaya bakanlarla karşılaşırlarsa ne olur?"

Yanıt veremedim..

Bir MARTI olsam..
















Denizde görürsün onları..
Ya da damlarda..
Apartmanların tepesinde uçuşurken..

Bâzen Gökova'nın kuytu bir koyunda..
Belki de sevdilerse seni,
balkonunun korkuluklarında..

İskelelerde..
ya da.. kardeşçe süzülürlerken,
Motorların üzerinde..

Ama hep hareket hâlinde..
ya bir parça ekmek,
ya da balık peşinde..

Bilirsin belki nasıl ölür,
kediler, köpekler..
Sâhi ben bulamadım..
Martılar nerede ölürler?

Çarşamba, Ağustos 20, 2008

Var mı böyle bi şey?

İzmir'de bir aile, 1956 doğumlu Aliağa'lı işadamı Mustafa Erdil'den yaklaşık altı yedi saattir haber alamıyor..
Cep telefonu yanıt vermiyor..
Hiç bir şey belli değil..
Öldü mü?
Yaralı mı?

Acı.. Çok acı..

Mustafa Erdil 'in JK 5022 sefer sayılı Spanair uçağında olma olasılığı % 99.99..

Bekliyorlar..



Yeni Ek: Uçakta olma olasılığı %100.. Yaralıların arasında da ismi yok..
Artık çok ümit kalmadı sanırım.. (21. Aug. 13,17)

Salı, Ağustos 19, 2008

Bunu mutlaka dinleyin :-)

http://www.medyaspor.com/v02/Videos.aspx?id=51&Page=0

Kılları aldım..

Bakınız, bu kıyağı her zaman yapmam..

1- Yalnız olmam lâzım..ki yalnızım.
2- İçmem lâzım..ki içiyorum..
3- Ay dedenin tabak gibi olması lâzım..ki tabak kipin..
4- İyi bir haber alıp neşelenmiş olmam lâzım..ki iyi bir haber aldım ve neşeliyim..
5- Accaip gıcık kaptığım bir olaya, karşı tarafın dibini dövecek bir çözüm bulmalıydım..ki buldum.

Bu durumda yaparım işte, yapacağımı..

Oturdum yeni bir şarkı sözü yazdım..
neşe olsun diye..
Yetmedi bir de oturdum söyledim şarkıyı..
Yetmedi bir de kayıt yaptım..
Oda yetmedi buraya kodum..
neşelenin diye..
Dinleyin bakalım, geyik yaptığıma değmiş mi?

Burnumun KILLARI - Soz: Abi - Music: Yuksek Sadakat


Çok menşur etçem bu şarkıyı bak..
Size geçen sene bir numara olmuş bi şarkıyı hatırlatıyo olabilir..
Benden araklamışlardır.. :))
(Yine de kendilerine çok yüksek derecede sadâkat borçluyum..)

* * * *

Yermisin Yemez misin?

Tırnaklar pisliklerle
Pislikler parmaklarda oldular
Tarayanlar saçlarını
Boyayanlarla beraber yoldular..

Kimbilir sen benim elimde
Pislik beynimde ne buldun
Bense ovundum

kendi kendime bi yundum
Duşta kaldım
Burnumun kıllarını aldım
Kıl düşerken
Bir an durup peşinden baktım

Ne yersin
Umarım bulduğunu yersin
Ne yersin
Belki de her boku sen yersin,
Yemezmisin?


oOooO yeah...

Pazartesi, Ağustos 18, 2008

İngiliz GQ Dergisi'nin İstanbul Yazısı..

At Avrat Reina!

2010 Avrupa kültür başkenti seçilen İstanbul için 'kültür başkenti İstanbul Avrupalı bile değil' diyen İngiliz GQ dergisinden A. A Gill bakınız daha neler demiş;
Şehirde cazdan metale ve alaturkaya kadar her türlü müziğin dinlenebileceği barlar var.
Kentin en ünlü gece kulübü ise Reina. Yüksek sınıf bir eğlence mekanı olan Reina'ya ulaşmak bir kabus! Türkler inanılmaz bir saldırganlıkla araba kullanıyor ve özellikle bu mekanın bulunduğu hatta trafik insanı çileden çıkarıyor.
Reina'nın kapısında ilginizi ilk çeken şey; çift taraflı park etmiş Mercedesler ve sinirli bodyguardlar oluyor. İçeri girerken üzeriniz aranıyor. Bunun nedeni olası bir El Kaide saldırısından çekinilmesi değil, Türk erkeklerinin silaha olan merakı. Geçmişten gelen 'at, avrat ve silah' tutkularından vazgeçemeyen Türk erkeklerinin çoğu silahla dolaşıyor ve onlara karşı dikkatli olunması gerekiyor.
Müthiş bir manzaraya sahip olan Reina'da her türlü içki bulunuyor. Mekanda eğlenen Türk erkekleri Rus bodyguard'lara benziyor. Kadınlar ise sarışın, mini etekli, etine dolgun ve erkekleri tahrik etmek için mutlaka göğüs dekoltesi veriyor! Kadınlar dansöz gibi kıvırıyor. Erkeklerse bir metronun içinde tek elleriyle demire tutunmuş bilinçsizce sağa sola sallanan tipler gibi...
İnsanlar gece boyunca eğlenir gibi yapıp, aslında birbirini kesip sevgili arıyor. Reina'daki şişko erkeklerin yanlarındaki kadınlar için fahiş fiyatlara şampanya patlatması tam bir Ortadoğululuk göstergesi.
Türk erkeklerinin hepsi birer John Travolta. Sık sık tuvalete gidip saçlarını ıslatıyorlar, gömleklerinin bir düğmesi açık dolaşıyorlar ve etrafa vurucu bakışlar atıyorlar. Bu halleriyle çok gülünçler.
İstanbul öyle bir kent ki, her yer güvenli ama insanları güvenilir değil! Sokaklarda türbanlı hatta kara çarşaflı kadınlarla transeksüeller birlikte yürüyor. Bazı restoranları New York'unkilerle yarışacak düzeyde ama Ortaçağ'dan kalma karanlık köşeler de var.Kentte birçok cami var. Bunlar arasında belki de en görkemlisi Sultan Ahmet Camii. Dışarıdan gerçekten harika ama içerisi buram buram ayak kokuyor! Temizlikleriyle övünen Müslümanlar Allah'ın karşısına galiba ayaklarını yıkamadan çıkıyor! Orayı gören her turist böyle düşünüyor.
Gill, yazısında Türkiye'nin bugüne kadar AB'ye girebilmek için boş yere alay konusu olduğunu da belirtmiş: 'Türkler kendilerine 'Midnight Express' filminin hatırlatılmasından nefret etseler de Türkiye okumamış gençleri, Kürt terörü ve çingeneleriyle Avrupa'nın içinde bir işçi sınıfı olarak kalmaya mahkum.

Belediyecilik Budur

İstanbul Büyükşehir Belediyesi dünyada bir ilki gerçekleştirmiş. Basın bülteni ile Kentsel Dönüşüm ve Deprem “ÖNLEME” çalışmalarını açıklamış. Yazı içeriğinden depremi nasıl önleyecekleri pek anlaşılmıyor ama vardır bir bildikleri. Depremi önlemeye çalışıyorlarmış ya, önemli olan bu. Japonlar ders alsın bizimkilerden :)

Bahreyn Krallığı Manama Belediye Başkan Yardımcısı Tarık Taha El Şeyh ve beraberindeki heyet üyeleri, İ.B.B. Zabıta Daire Başkanlığı'na yaptıkları ziyaret ile İstanbul'da yürütülen zabıta hizmetleriyle ilgili bilgi almışlar. Bayreynliler de ders alsın bizimkilerden.

Suudi Arabistan Yüksek Öğretim Bakan Yardımcısı Dr. Abdelgader Al-Fantookh, İ.B.B. Trafik Kontrol Merkezi'ne ziyarette bulunarak teknik sistemlerle ilgili bilgi almışlar ve beğenilerini dile getirmişler. Suudiler de ders alsın bizimkilerden.

Son olarak belediyecilikle ne ilgisi var diyebilirsiniz ama İ.B.B. nin
sitesinde yemek tarifleri bölümü de yapılmış ve sadece bir adet tarife yer verilmiş. Çorbanın adı: “ACEM ” çorbası. Yemek yapmayı düşünenler de ders alsın.

Durmak yok yola devam.

Pazar, Ağustos 17, 2008

E.

1970'li yıllar, bir oğlanın bir kıza "konuşma teklif ettiği" ya da "çıkalım mı?" diye sorduğu,
eğer başarabilirse, elini tutmanın olağanüstü heyecan verdiği,
biraz öpüşüp koklaşmanın da, neredeyse bir çeşit orgazmla eş değer olduğu zamanlardı.

Ferit'in seksenbirde henüz yirmiüçyaşını sürerken evlendiğini düşündüğümüzde, basit matematik ile, bu işlere bakabilmesi için en fazla beş altı senesi olduğunu anlayabilirdik.

İlk çıktığı kız, aile dostları ve şehrin tanınmış bir doktorunun kızıydı.
Ayvalık'ta, Kulüp Enver'de, ailelerinin gözleri üstlerinde dansederlerken, avucundaki eli sıktığında aynı tepkiyi alınca anlamıştı kızın da boş olmadığını kendisine..
Daha sonraki günlerde sürekli Burçak Disco'ya gittiklerinde ,
ne menem bi anlam çıkarmışlarsa o şarkıdan, "Space Oddity" çaldığında birbirlerine bakarlardı gözlerini kaçırmadan..
Komili Otel'de kalınırdı. Ya da Yanyalı'da..
Ondört - onbeş yaşlarındaki bu iki çocuğun, sabahları henüz herkesin uyuduğu erken saatlerde önce kızın odasında buluşmalarına, oradaki sohbetlere ve Sarımsak plâjları yönüne doğru, çam ormanları içinde yaptıkları uzun sabah yürüyüşlerine kimse bir şey de demiyordu..

Sonra yağmurlu bir İzmir akşamında, gün batarken, "Sisim" diye bir pastânede oturdular.
Dışarısı soğuktu. Ve içerde soba yanıyordu.
Sâlep içmişlerdi, fazlaca bir şey konuşmadan..
"Bana söz verir misin?" diye sordu kıza.
Kız ne için söz verdiğini bile sormadan "Söz." dedi, oğlanın elini yine kuvvetle sıkarken.
Bu sözün verilmesinin üzerinden onbeşgün geçmemişti ki, Ferit başka bir kızla çıkmaya başladı.
Birkaç yıl sonra, söz verip bir daha hiç aramadığı ve bir daha da hiç göremeyeceği o kız ile son kez vapurda karşılaşacak ve utancından hangi deliğe gireceğini şaşıracaktı Ferit.

Hayâtı boyunca yaptığı bu çirkin hareketten pişmanlık duyup, özür dileyebileceği bir ortam aradı..
Ama yıllar sonra kızın babasının öldüğünü duyduğunda cenâzeye gitmeye bile yüreği yetmedi.

Space Oddity - David Bowie

Perşembe, Ağustos 14, 2008

Ülkenin çivisi çıkınca


Ölü kafalar cemaatinden potansiyel canlı bomba adayı şirinleri duydunuz mu?



Abesle iştigal diyaloglar aşağıdadır: sinir bozucu olduğu için düzenleyemedim.


La İlahe İllallah Allahu Ekber La İlahe İllallah Allahu Ekber (burayı sırınlerın lay lalalayla sarkısı gıbı okuyun )
Gozluklu Zat(şirin): Şirin baba şirin baba şirin baba nereye gitti
Guclu: Cuma ya gıttı sırın baba vaaz verıo elhamdulıllah :hacı:
Kucuk şirin: Guclu abı nası yaptın bu kasları abi
Guclu:Bos işler bunlar sen gel 5 vakıt namazını kıl bak nası guclenıon
Kucuk Şirin: Elhamdulıllah :hacı:Guclu: Bundan sonra senın adın Yunus Emre
Usta Şirin: Selamın aleykum gozluklu napıyorsun
Gozluklu: Napıym bu onumuzdekı ramazan ıcın yeni kıtap yazıyorum
Buyukbaba Şirin(sarı şapkalı olan ) : Uykucu uykucu kalk olm sabah namazı kacacak
Uykucu: Yettim buyuk baba
Şirin baba: Sewgili müminler camimize yardım edelim vakıfa ve gargamele bı dunya bocumuz war dogalgaz parası elektrık bunları odememız lazım herkes ne kadar werebilirse
Örgülü şirin: Gozluklu abi sen bu gozluklerı nie takıosun
Gozluklü: Hadisleri topluyorum ben oyuzden
Örgülü şirin: Aaa bakıym heh wer bı bakıym
Gozluklu: Abdestın warmı bakım senın Örgülü şirin:
Şirine:Gözlüklü içerden gelen sesler ne şlak şlak diye.
Gözlüklü:Arabada 5 evde 15 yapıyorum.
Şirine:Şirin baba görmesin arabada 5 evde 15 yaptığını vaaz verir sana yine çarpılırsın filan zırvalar yine.
Gözlüklü:Sende gel bişey olmaz sana da arabada 5 evde 15 yapayım
bebek şirin büyür sünnet olma zamanı gelir
şirin baba şirin baba artık sünnet olmak istiyorum
len zibidi ben sana 100 yaşındayken ol dedim niye olmadın
o zaman küçüktüm baba
peki peki aç bakalım şırrak oha bu ne lan gargamelin burnu gibi olm bıçak kesmez bunu ben bi testere alıp geleyim
sirine kosarak gelir..sirin baba sirin baba...
sirin baba: essalamin aleyküm ve rahmetullahh.ve namazini bitirir.kac kere söyledim kizim söyle yari ciplak dolasma ormanda diye.bak namaz sakata geliyordu.
denyosirin: sirin baba ilk ezani okuyan bilal habes de bizim gibi mavimiydi?
sirinbaba: tövbe tövbe

UĞRUNDA ÖLDÜLER AMA ??

Utanma belasına ölümü göze aldılar ama; bırak kendi köyünü, eşini, dostunu, bütün Türkiye’ye afişe olmaktan kurtulamadılar. Çünkü kan- kene- kan emme düzeni üzerine kurulu medya canavarının eline düştüler.

Adamların bir yerlerine kene yapışmış. İlk değil , o yaşam tarzı ile -ölüp gitmeseler- büyük olasılıkla son da olmayacaktı. Tehlikeyi bile bile, utandıklarından kimselere söyleyememişler. Talihsizliğe bakın ki, keneler eski keneler gibi çıkmamış. Lakin adam karısını hastaneye götürüp, kendi gitmediğine göre riski bilerek göze almış demek ki .

Tercih kullanmışlar, bu uğurda ölmüş gitmişler. Ölüye de mi saygın yok be birader ! Hadi ilk haberi ikincisi , ikinci haberi de bir üçüncüsü aynı hataya düşmesin diye, ibret-i alem olsun diye yaptın diyelim, iyi niyet gösterelim. Ama adamın adına-sanına, köyüne-yerine yurduna , boy boy fotoğrafına kadar da açık edilmez ki ? Bir tek adamların kene yapışan organlarının resmi eksik kalmış.


Hiç mi saygınız yok be kene yapışasıcalar!

Pazartesi, Ağustos 11, 2008

In Bruges

Adını, film indirilen bir sitede gördüğümün ertesi günüydü sanırım.. Burada da gördüm, tesâdüf. Aynı gün akşam üzeri, kardeşim "Abi, izledin mi? Tam senin kalemin bi film.." deyince ertesi gün bakmak şart oldu..
İki arkadaş..
İkisi de kirâlık kâtil..
Biri Gay..
Film baştan sona Belçika'nın kasaba görünümündeki şehri, Bruges'de geçiyor.
Orta Avrupa'nın el değmemiş, eski bir şehri..

Sevdiğim tonlar..
Sis..
Kanallar..
Silah..
İyi senaryo..
İyi müzik.. (Yan tarafta bir kaç gün başınızı ağrıtır artık..)
Sevdiğim artistler..
Ben daha ne isterim ki?

Cumartesi, Ağustos 09, 2008

DARAĞACI - The Hanging Tree (1977)

Ulaşmak için koşarken
Tanrı'nın adâletli kollarına,
Durdurmak için seni,
Şeytanın kolları dolanabilir boynuna..
Bilgelerden öğrendiklerini unutma, yeter
Yakalayamaz kötülük seni o anda..

Sana kânunsuz derken alayı
ve yapıştırmışlarken alnına yaftayı..
"Günahkâr" diye bağırırken arkandan bâzıları
Gece gündüz topukluyorsun atını..

Kötü adam o, diyorlar..
Sevgi için özgür yaşayan..
Yolunda hızlı ve sessiz giden,
Ve Darağacından sıyıracak olan.
Kaderine ve düşlerine kavuşmak için koşan,
Yaralı bir ruh gibi, rüzgârda savrulan..

Özgürlük, altındaki atın adı..
Şerefi ve Onuru ise rüyâsı..
Yolunda sessiz ama bir o kadar hızlı..
Rüzgârda savrulan rûhu yaralı..














Passing through the arms of satan
Reaching for the hands of god
Robbing every mind for wisdom
Running so he won't get caught
He's outlawed by majority
Been branded all his life
Some say that he's a sinner man
As he rides from day to night

He's a bad man, so they say
Living for his love and living free
Riding swift and secretly
So he'll miss the hanging tree
Wounded spirit on the wind
Riding to his dream and destiny

He's laughing at the wanted posters
Calling for his friends to see
Laughing aloud as he rides away
Kicking up the dust with speed
Time hands him down a pathway
And freedom is a horse he rides
Glory is a dream he's after
And fortune is his heart's delight

Riding swift and secretly
So he'll miss the hanging tree
Wounded spirit on the wind
Riding to his dream and destiny

Uriah Heep - Firefly (1977)

DARAGACI - The Hanging Tree - Uriah Heep

Perşembe, Ağustos 07, 2008

Leyla ile Memet..

Yıllardır gide gele hemen her virajını artık ezbere bildiğim Bafa Gölünün kıyısında, sabah erken saatte ya da akşam üzeri, gidişte veya dönüşte muhakkak uğradığım ve kahve içtiğim bir mekândır Turgut Motel-Restaurant..
Öyle kendi hâlinde, öyle ellenmemiş, öyle gelişmemiş, gelişmeyen bir mekân..
Bir müzik yoktur meselâ.. Eğer rüzgâr varsa, bir zamanlar kefâl ve yılan balığının bol olduğu bu garip gölün, motelin önündeki çakıllara vuran dalga seslerini duyarsınız yalnızca..
Hijyene çok düşkünseniz misâl, memnun kalmayabilirsiniz. Ama buna karşın şaane gözlemesi vardır, eğer karnınız açsa..
Soğuk bira ile güzel bir salata eşliğinde, mükemmel bir balıkta tercih edilebilir, isterseniz.
Ama, bir tuvaletleri var, sanırım üç-dört yıldır sıvasını bitirmediler..
Yeterli paraları yok belki.
Gelişmeyen bu aile mekânının, gelişen tek tarafı oranın çocukları..
Leyla, meselâ..
Komik gelebilir belki size ama vallahi ben O'nun çocukluğunu bilirim..
Her gittiğimde beni, kendisine has lehçesi ile, "Hoşgeldin Abi." diyerek karşılayan ve bana sormadan kahvemi getiren bu şirin köylü kızı şimdi yirmi yaşında..

Kimi zaman altında şalvarla, kimi zaman son model jean ve spor ayakkabıları ile Leyla, artık bir genç kız oldu.


Şimdilerde ise Leyla'nın yerini Mehmet alıyor... Memet bir deli oğlan.. Dört yaşında.. Bizim kızla yaşıt.. Gidip gelirken duymuştum O'nunda doğduğunu.. Kapmış bisikletini dolaşıyor ortalarda.. Ben farketmedim ilk anda.. Tam telefonla, Labranda suyumun ve az önce Leyla'nın bıraktığı köpüğü bol, şekeri az kahvemin resmini çekmeğe çalışırken, zart diye girmiş bu, kadraja..

Hiç yabancılık duymadan, tam bir köylü çocuğu edâsı ile sordu; "N'apıyon?"
Fotoğraf çekiyorum deyince, bakiim dedi.. Sonra bir muhabbet, bir muhabbet..
Yan masa az önce kalkmış.. Henüz herşey duruyor.


Masada, Fanta yada benzer bir şişe içinde az bir içecek vardı..
Memet bir anda, kaşla göz arasında, çeyrek şişe içeceği kaptığı gibi dikti kafasına..
O kadar süratle yapmıştı ki bunu, şişenin içindeki içecek, ben fotoğrafını çekmeye çalışırken, muhtemel, Memet'in mide yolunu yarılamıştı..
"Olum, yapma etme, mikropludur. İçme milletin artık içeceklerini.." filân diyecek oldum.. Memet daha da şımardı..


Hattâ iyice şımardı..:))

Memet'in, köy hayâtına ve anti hijyenik davranışlarına rağmen, bembeyaz dişleri vardı.
Leyla'ya sordum. "Günde iki kere fırçalattırıyos'abi.." dedi.
"Helâl size.." dedim..

Tanrı bana uygun bir ömür biçmişse, belki bir gün, Memet'i de, yirmili yaşlarında görürüm..
On-onbeş sene sonra, şimdilerde bile çok nâdir bulunan Bafa Kefâli kalır mı, bilmem..
Ya da, dalgaların çakılları yalamasını hâlâ duyabilirmiyim, acaba?
Aslında böyle düşününce Memet'de şanssız, Leyla'ya göre..
Bunları O'da, Leyla'dan daha az yaşayacak..
Ama, Memet'de başka bir konuda şanslı;
15 yıldır tanıdığım Leyla, hayâtında belki de ilk kez bir post'a konu olurken,
Memet bu şansa henüz 4'ündeyken ulaştı..
Kim daha şanslı gerçekten?

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

:)))))))))))))))))

Selahattin Duman


Harley-Davidson düşünürleri buyuruyor.. "Bir Harley'ci ile manitasının
arasındaki yaş farkı ne kadar fazlaysa, itibarı da o kadar yüksek olur.."

Diyelim ki Harley'ci 61 yaşında ve zengin... işlerini çocuklarına devretti...
Karısı ile teyze çocuğu oldu.. (*) Hac farizasını yerine getirdikten sonra
malûm ziyaretçiyi beklemeye başladı... Beklerken, bakınırken içi daraldı...

"Kalk kendine bir motor al., Özünü dağlara bayırlara vur..." dedi...
Bu geçici cinnet halinin modern psikiyatride bir karşılığı var
ama ben bilmiyorum.. . Onun için "Kayış koptu, kafa boş dönmeye
başladı.." diyelim...

İşte yaşı kemale ermiş bir erkeğin; akranları en azından umre ziyareti
plânlarken kendine motosiklet almasının hem de "içinde saklı kalmış
maceracılığı" dışa vurabilmek için Harley-Davidson seçmesinin
sebebi budur..

Bir de başına "bandana.." niyetine karısının eşarplarından birini dolayıp,
kendine şekil yapması vardır ki, genellikle hastalığın son safhaya geldiğini
gösterir.. Bandana takan bir Harley'ciye artık ilişilmez..
Kendi haline bırakılır.. Yoldan geçerken trafikçiler bile esas duruş
gösterip, selâma dururlar.. O artık toplumun değil Allah'ın adamıdır...

Ses meselesi..

Niye ille de Harley-Davidson derseniz, bu başka bir tartışma konusudur..
Anladığım kadarı ile bu Harley-Davidson motorların zaptedilmez bir beygir
gibi oluşu, kolundaki gaz ayarını döndürdükçe, "Vıııırrrr! Vıııırrrr!" diye ses
çıkarmasının tahriklendirici bir özelliği var..

Zaten kafada çiçek açmış Harley'ciyi de azdıran bu ses oluyor.. Adam
"Harley'ciliğin de hesaplısı makbuldür.." fikrinden gidip kendine bir Kanuni
mobileti alsa, gaz kolunu büktüğünde bu "Vıııırrrr! Vıııırrrr!" sesini duyamaz..

Arada motor gücü bakımından fark olduğundan çıkan ses; süt emmiş
bir bebeğin gaz çıkarma sesi gibi zayıf gelir ki, insanın şevki kırılır..
Harley'cilikte esas olan arkaya kimin oturtulacağıdır. .

Kayınvalide olmaz.. Motorun amortisörü erken yıpranır.. Karısı
hiç olmaz.. Ki sebeplerini (*) işaretli notumuzda ayrıntısı ile
veriyoruz.. Geriye kala kala manita bulmak sorunsalı kalır..

Bereket versin ki bu memlekette motor sesi duyduğunda gördüğü
eğitimi boşlayan, aldığı meslek içi kurslara aldırmayan kızlar da var..
"Vıııırrrr! Vıııırrrr!" sesinin bunları bir nevi azdırdığı rivayet edilir..

Şimdi "Selahattin abi, bu kızları nereden bulacağız?" diye sorduğunuzu
duyar gibiyim.. Aranacaksınız. . Motora binip gördüğünüz her kafenin
önünde durup "Vıııırrrr! Vıııırrrr!" sesi çıkararak aranacaksınız. .
Eninde sonunda bir yarım akıllı gelip arkanıza oturur.. O saatten sonra
benzin masrafına acımayıp alete gazı verin.. Yollar sizindir..

Teknik mesele..

İşi buraya kadar getirmişseniz geriye halletmeniz gereken tek mesele
kalıyor.. Bu da Harley'ci düşünürlerin altını çizdiği meseledir..
Yani arkaya oturacak kızın yaşı..

Aman diyeyim! Kızın yaşı itibarınızdır.. Gidip 35 yaşında iki çocuklu bir
dul bulup arkaya geçirdiniz mi Harley'ci camiasında itibarınız bir anda
yerle bir olur.. 30 yaş bile çoktur.. (Tabii yaşınız elli civarındaysa. .)

Bu işi doğru çözmek için "son kullanma tarihi" tekniğine başvurmanız
lâzım.. Erkek olsun, kadın olsun tüm insanların böyle bir tarihi vardır..
İlaç kutularında olduğu gibi temsil poponun üzerinde yazmaz..
Kendiniz bulursunuz..

Bu her erkeğe uyan bir tariftir.. Nisa taifesinden birinin "son kullanma
tarihi" şöyle hesaplanır.. Erkek içinde bulunduğu yaşı ikiye böler..
Üzerine (7) rakamını ekler.. Elde edilen sonuç o erkeğe göre
son kullanma tarihini belirler..

Diyelim ki 54 yaşındasınız.. Bunu ikiye böldüğünüzde (27) rakamı çıkar..
Üzerine (7) eklersiniz.. Toplam (34) olur.. İşte son kullanma tarihi..
Bunun üzerine çıkan, 35 yaşından bir gün bile alan kadın size yaramaz..
İtibarınızı iki paralık eder.. Otuz dört rakamının altına doğru istediğiniz
kadar gidebilirsiniz. Otuz olur, yirmi sekiz olur.. On dokuz olur..

"Henüz yeni girmiş on üç, on dört yaşına.." şarkısını ıslıkla çalabiliyorsanız
bütün orta dereceli okulların önünde dolaşabilirsiniz. . Sizi kimse tutamaz..

Problem nerede?

Tabii bu tekniği uygulamanın yan etkileri de var.. Kızın erkek kardeşleri
tarafından kıstırılıp, güzelleştirilmenizi kastetmiyorum. . Sağlık meselesi
ortaya çıkar.. Kendinden otuz yaş küçük bir kızla gezip tozmak iyidir,
ama geceleri motosiklet selesi üzerinde uyumak mümkün olmadığından
problem çıkar.. Viagra'ya çok güvenmeyin..

Harley'ci marleyci deyip acımaz adama.. Dozu bir kaçırırsınız,
o saatten sonra motor yerine namınız dolaşır.. Arka seleye oturtulan
kızın küçük olması, ayrıca "kuşak çatışmasına" sebep olur..
Sen altmış yaşındasın, kız yirmi beş.. Üstelik orta ikiden terk..
Ne konuşacaksın? Bir mevzuya girer,
"O zamanlar rahmetli Menderes'in devriydi.." dersin..
Kız, herkesin içinde, "Ay Menderes kimdi?" diye sorar..
Yahut bir yerde mola verip "iki cola" istersin..
Garson ikisini de sizin içeceğiniz ihtimalinden hareket edip,
"Kızınız da birşey içer mi ?" diye dallamalık yapar..

Motorla birlikte gezersin ama eğlenmeye gittiğinde başın derde girer..
Sen "Vıııırrrr! Vıııırrrr!" sesinden yılıp sakin bir yer istersin..
Kız "Benim burada ruhum sıkılıyor.." diyerek trip yapar..

Unutmayın.. Arkada oturan kızın yaşı ne kadar küçülürse ruhu da
o kadar çok sıkılır.. Eğer seçtiğiniz manita "masal anlatabileceğiniz
kadar.." küçük değilse, bu ruh sıkılma meselesi ile başa çıkamazsınız..

Bir diskoya götürürsünüz.. Başınızda bandana, kıçınızda deri
pantolonla pistte kızın karşısına geçersiniz.. Yanıbaşınızdaki
yirmilik bebelerle yarışacağım derken kendinizi maymun ettiğiniz
yetmez, bir de "pat!" diye yıkılıp gidersiniz..

Hastaneye yetiştirilip kurtulmak da çare değil.. İşin yoksa
by-pass için bacaktan damar seç.. Bu uzun geldi.. Bu kısa!
Eğer yaşınız kemale ermişse.. Verdiğim bu akıllardan sonra
içinizde hâlâ bir "Harley'ci ateşi" yanıyorsa sizin için yapacağım
bir şey kalmamış demektir.. Gidin hayatınızı yaşayın..
Varsın atın ölümü arpadan olsun..

(*) Yazarın notu:
Erkeğin karısı ile yakın akraba haline gelmesi
evlilik süresi ile ilgilidir.. Söyle hesaplanır.. Evlilikleri on yılı aşan
erkekler karılarıyla "amca veya teyze çocuğu.." olurlar..
Evlilik on beş yılı aştıysa o erkek için karısı artık teyzesi kadar
yakındır.. Yirmi beş yılı tamamlayan erkekler için bir sınır yoktur..
İsteyen karısına "Bekiiir!" veya "Süleymaaaan! " diye seslenebilir. .


(Sağol Sülo)

Pazartesi, Ağustos 04, 2008

BUNCA YIL..

-Valla pes..Bıraktım..
-Neyi bıraktın?
-Aslında söölemiicektim doğumgünümü çağrıştıracak herhangi bir şey ama bunca yıl sonunda..
-Kaç yıl?
-Ne kaç yıl?
-İşte bunca yıl dedin ya..
-EeeEE?
-İşte o kaç yıl?
-İşte bunca yıl..
-tamam, tamam.. Eee?
-İşte bunca yıl boyunca eşekle, ayıyla uğraşmayacaksın, bunu anladım..
-Bunca yıldır sâdece bunu mu anladın?
-Eet. Hayat, kızının sağa sola bıraktığı eşeğini, atını, ayısını, bisikletini toplamak değilmiş.
-Yeni mi aydın mevzuya?
-YooOo.. Seneler önce saykeatristim dediydi. Ama ben tam uygulamamıştım.
-Şimdi tam olarak uyguluyon mu bâri..?
-Yok be yaa.. Görüom ama görmemezliğe geliom..
-Bak yaşlanıyosun sen. Sen yine de topla gördüğün yerde. Giydircen bigün bisikletin bi yerine.
-Deme lan. Zâti moraller bozuk.
-Neden?
-Kaplumbağa deden.. hah hah hoaaa..
-S.ktir sus artık.. Ben mangalı yakmaya gidiom..
-Sen s.ktir git, manyağa bak.
-N'oldu? Ciddileştin ânîden..
-Sen bana lâf yetiştirceğine gerçek hayâtında hiç ummadığın köşelerde karşına çıkan ayılara dikkat et.. Çocuğun ayısı ayağını acıtır. Öbürleri yüreğini..
-Olm bak, bugün benim doğumgünüm.. Üstelik tam baamın öldüğü yaşta olamam çünkü sağ bizâtihi kendisi.
-Allah uzun ve sağlıklı ömür versin.
-Sağol. Hadi kaçt.. (küütt.) Hay ananı iskiim senin at gibi..


Pazar, Ağustos 03, 2008

Biberalem

Bana göre piyasaların en büyük sorunu saydam olmayışlarıdır. Eğer piyasalar yeterince saydam ve buluşturabilir olabilseydi aracılık, komisyonculuk, simsarlık, emlakçılık, galericilik gibi bazı meslekler hiç var olmayacaktı.
(Etik gereği bazı sektörlerde aracılık hizmeti veren bazı özel mesleklere burada yer verilmedi. )
Bunlara meslek denilebilir mi bu ayrı bir tartışma konusudur.

Arkadaş-eş bulmanın da aracıları vardır. İster beğenin ister beğenmeyin ama siberalem bu konuda sanal alemin en iyi aracılarından biridir. Arkadaş arayan ama ille de bizim memlekette bunu ulu orta yapamayan evli-bekar, genç-orta yaşlı, yaşlı , düzcinsel, eşcinsel, her kim varsa internetin hayatımıza girivermesiyle Siberalem’e girivermişlerdir. Siberalem dışında da çeşitli arkadaşlık siteleri varsa da, aşağıda en popüler olanı olduğunu düşündüğüm Siberalemden seçilmiş bir kaç örnek profil izleyeceksiniz.



Şekilde gördüğümüz, ( kişi haklarına saygı nedeniyle bacakları dışındaki bilumum uzuvlarını kestiğimiz) favori erkek profilimizin sunuş sloganı şu : “Türkiye’nin neresinde hayatımı devam ettireceğimi bilmiyorum. Buna belki de burada karar veririm.”
Favori erkek profilimiz bekar-hiç evlenmemiş. Gerçi profiline koyduğu fotoğrafta bir hanıma sunulmuş olduğu, yahut bir kadınca satın alınmış olduğu kuvvetle muhtemel bir koca vazo dolusu nergisin arkasında ve stüdyo işi çerçeveli bir gelin-damat fotoğrafı önünde duruyor ama olsun, profilimiz orada misafirdir kesin. Yine dantel örtülü fiskos masalar arkasında, güpür perdeler önünde çekilen fotoğraflarını profillerine eklemiş olan erkekler de nedense bende evli imiş oldukları hissini yarattı. Belki de ben yanılıyorumdur, onlar iddia ettikleri gibi bekarlardır yahut ayrı yaşıyorlardır.



Feysbuuk’ta görmekten usanç duyduğumuz bir kol havada ( kişinin kendi fotoğrafını kendi cep telefonu ile çekebilmesi başka türlü olamıyor doğal olarak ) çekilmiş kız fotoğrafları siberalemde de aynı oranda mevcut. Tesettürlü olup; kendimi sana sakladım anlayana gibi sloganlarla profil yapanlar da var. Ben Azeri lehçesini çok sevimli bulduğumdan favori kadın profili olarak şunu seçtim :

“Kendini nasıl anlatıyor:
Hayat çok gözel. Hayatı çok severim .Gözel ve menalı yaşamağı, semimi olmağı, medeni hayatda insana aid ne gözelikler varsa hepisin…
Aradığı arkadaşı nasıl anlatıyor:
Semimi ve sevimli, erkeklere xas xüsusiyyetlerin hepisi, yalançı olmamalı.ve.s.”

“Arayan bulur, haydi size rastgele” deyip siteyi terk ettiğim sırada 3061 kadın, 6083 erkek olmak üzere 9144 kişi halen sistemde id
i. Merak eden için ciddi sosyolojik veri içeren sitede çok daha ilginç profillere rastlamak mümkün elbet. Daha fazlası sitede diyor ve sizlere gözel ve menalı yaşamaklar diliyorum.

Cumartesi, Ağustos 02, 2008

Ege Üniversitesi'nden bir kaç anektod..

Dün gece saat 20.00 itibârı ile, Güloş evinde..
Bitti, şükür..
Ama,
size anlatmam gereken bir kaç hikâye var.
Minik hâtırâta, güneşte elli derece sıcakta, koca memelerinin arasından çıkarttığı ıslak parayı, meşrûbat satan çocuğa vermek isteyen şalvarlı-şarpalı teyzenin fotoğrafı ile başlıyoruz..



Çocuğun parayı alırken yüzünde oluşan ifâdeyi çekemedim yalnız. Başka da resim yok zâten..
Bundan sonrası hep anlatılacak şeyler..

Operasyondan bir gün önce, annemin memelerinde nerelerin açılacağının bilinmesi için, işâretleme denen bir şey yapılması gerekiyor.
Mammografiye götürülmesi, tekrar kontrol edilmesi ve memelere gazlı kalemle çarpı atılması gerekiyor, tamam mı?
Biz, Genel Cerrâhi'deyiz, üçüncü katta.
Oturttuk annemi bi tekerlekli sandalyeye, yorulmasın diye.
Sandalyeyi kullanacak olan bir müstahdem ve genç bir doktor var yanımızda..
Müstahdem, hemşireye "Ben şimdi nereye gidiyorum?" diye sordu..
Hemşire, "Mammografi, Radyolojinin orada." diye yanıtladı.
Müstahdem "Ben bilmiyom." deyince, ben "Yürü sen.. Ben biliyorum.." dedim.
Annem, hastaneyi bilmeyen müstahdem ve elinde kocaman bir dosya ile doktor uzun koridora doğru seyirtirken, hemşire bana doğru alçak bir sesle "Doktoru da verdim yanınıza.. Eğer işaretleme için istek filân yapılması gerekirse diye.." dedi..
Üç beş adımda yetiştim tayfaya..
Öne geçtim tabi..
Takım takipte..
Yürüyoruz işte, asansörler koridorlar filân..
Doktor ânîden, "Abi ben bir şey sorcam sana ya.." dedi.
Buyruun, dedim.
"Ben" dedi, "ne için geldiğimi bilmiyorum. Sen beni neden sizinle gönderdiklerini biliyormusun?"
"Sen hakkaten doktormusun?" dedim. Altıncı sınıfı bitirmiş.. Uzmanlık sınavına giriyormuş. İntern dedikleri bunlar sanırım. Ben sorusu hakkında bir kaç komik yorum yapınca, intörn sevdi beni..
Neyse, yolu bilmeyen yardımcı ve amacını bilmeyen doktorla geldik işâret odasının kapısına..
Orada artık âşinâ olduğum, sarışın, kısa boylu, gözlüklü ve ukalânın hasosu bi görevli var, minicik bir pencerenin ardından zorla konuşabildiğimiz..
"Bekleyin.." dedi..
ve az sonra hoparlörden, anamın adını honkırdı. (Ne demek bilmiyom. Şimdi gelişti.)
Kapıya yanaştık.
Artık Mammografinin yerini öğrendiğini umduğum müstahdem arabayı içeriye doğru iterken, optik abi, "Siz giremezsiniz.." dedi, bana ve intörn'e..
"Doktor O, Doktor.." dedim ve iktirdim içeri "Girsene oğlum annemin yanında.." diye..

Neyse..
Bunlar içerde abicim..
Bende o kalabalığın arasında, oturmuşum kums.., koltuğa.. Ööle milletin konuşmalarını filân dinlerken ve isteğe bağlı mammogram çektirmek durumunda olanlara 2010'a randevu verildiğini duyarken... Boş boş bakınıyorum sağa sola..
Bir ara, tam koridora doğru arkasını dönmüş, uzun ayakkabılı ve düşük bel pantolonlu bir varoş kızının oturuşuna ve pozisyonuna takıldı gözüm..
Arkası dönük ve valla çatal meydanda..
İçimden "eh beee.. yani buraya da bu giyilir mi?" ya da "bööle oturulur mu?" diye dalgın dalgın düşünürken, kız, hani bööle filmlerde arkadan birinin baktığını filân hissederlerde ânîden dönüp gözgöze gelirler ya, işte eele.. Bi döndü.. Salîseler içinde Tak, benim gözler çatalda.. Kızın gözler bende.. Sonra gözgöze.. Neyse, kız düzeltti belini, toparlandı filân, muhtemel "Sapııııkk" diye düşünerek.. Kalktım çıktım, ana koridora.. Biraz sonra tekrar döndüm, farklı bir yere, farklı bir yöne oturdum. Zâten unutmuşum kızı, mızı, çatalı, kaşığı.. Derdimiz başımızdan aşkın..
Bir de normâlde de olsa, bir yere girdiğimde, hiç bakmam kim var kim yok diye.. Etrafla çok ilgilenmem yâni..
Neyse abisi, biraz sonra iki ön sırada belini düzeltmeye çalışırken, refleksle arkasına bakan aynı kızla yine gözgöze geldik. Çok pis baktı. ve çok absürttü harbîden. Kız nereye gitse arkasında beni görüyomuş gibi.. Valla şaşırdım ne halt yiyeceğimi..
Allah'tan annemler çıktıda, kurtuldum bu Gerginekon durumdan..
Döndük aynı takım geri..
Bu da bööle bi hikâyeydi işte..

Haa, bitirmeden..
Anneme refâkat ederken, sabah tansiyonu düşüp başı dönen teyzeme, "Biz refâkatçilerin tansiyonunu ölçmüyoruz." diye cevap vererek, çekip giden kat hemşiresini kınıyor ve kendisine "Kıçın yansın." diyorum..

elveda Tonton..