Pazartesi, Temmuz 30, 2007

Gözü açık gitmek..

Elliye artık bir sene kaldı..
Hemen hemen yarım yüzyıllık bir yaşam deneyimi içinden süzülen bir kaç cümle bulacaksınız aşağıda..

Bundan üç beş sene öncesine kadar, kırklı yaşlarımın başındayken, ölümden hiç korkmamaya başlamıştım.

Renkli, dolu, hızlı, hareketli bir yaşam sürmüştüm. Bir dönem, para kazanmış, iyi yerlerde oturmuş, iyi arabalar kullanmış, güzel yerler görmüş, kaliteli yerlerde dolaşmış, güzel yemekler yemiş, sevmiş, sevilmiş, bir kızı olmuş, O'nu okutmuş, çok arkadaşı, çevresi olan, bunların arasından epeyi denecek bir sayıda gerçek dostu olan bir adamdım. Güzeldi..

Genç-yaşlı pek çok cenazede bulunmuş, üç beş arkadaşından daha doğrusu arkadaş bildiği insanlardan ucuz rakamlar için satışa gelmiştim. Çirkindi..

Kimi, oğluma doğumgünü hediyesi alacak param yok, on beş güne kadar öderim diyerek, yüklü miktarda borç almış, üç sene sonra karşılaştığımızda o zamanki arabama bakarak, "Ohooğğo, senin, benden gelecek paraya ihtiyacın kalmamış.." demişti, gevrek gevrek gülerek..

Bir başkası, kocasından boşandıktan sonra, "Oğlum trafik kazası yaptı.. Şu kadar lâzım.." dediğinde tık diye hesabına çıkan parayı ödememek için benimle bir daha konuşmamıştı.

Bir başkası ise, borç isteyerek aldığı dolarları, bekârken birlikte çapkınlık yaptığımız zamanlara saydığını söylemişti, O'na hiçbirşeyde borçlu kalmamama rağmen..

Bir tanesi (ki bunların içinde bana en çok koyanıdır..) bir sabah, saat 08,30 civarında beni arayarak çok âcil paraya ihtiyacı olduğunu söylemiş ve bir saat sonra havaleyi almıştı. Nedenini bile sormamıştım. Nedense, güvenmiştim O'na.. Sonra kayboldu ortadan.. Hiçkimse nerede olduğunu bilmiyor.. Tık çıkmadı oniki onüç senedir. Yaşıyorsa Allah ömür versin..

Buna benzer onlarca olay oldu hayatımda.. Batan, çıkan, ödeyemeyen, ölen, ölmeyen..

Hepsini helâl etmişimdir. Yüzsüzlere dahil..

Ama, bir müddet sonra yemin etmişimdir, bundan sonra arkadaşa borç vermek yok diye.. Kaybediyorsun çünkü.. Dostunu, arkadaşını kaybediyorsun..

Zor gününde maddî yardım yapıyorsun, bir daha seni aramıyorlar..

Bunları neden yazıyorum..?

Bir nevi helâlleşme diyelim..

Dönelim Ölüm'e..

O zamanlar, korkmadığım gibi zamanı konusunda da geç ya da erken diye düşünmez, gelecekse gelsin derdim.

"Bir sürü şey yaşadın, gördün.. Tanrı'ya şükür.. Gelirse gelir." diye düşünürdüm..

Ama..
Ama,
Ne zaman "ufaklık" geldi.. Aniden değişti herşey..
Şimdi, yine korkmuyorum ölümden ama zamanı değil diye düşünüyorum.
Yapmam ve görmem gerekenler için zamana ihtiyacım var diye düşünüyorum.
Garip bi bağlılık geldi yaşama..
Ancak, bu olmaması gereken bir anda olursa,
Maddî olarak her şeyi herkese helâl etmeme karşın,
Bana manevî olarak çok büyük haksızlık etmiş iki kişiye helâl değildir hakkım..
Şimdilik..
Bu da böyle biline..

Cuma, Temmuz 27, 2007

Bir Anlamsız Soru / Atış Serbest

Burası Yargı mensuplarının bloğu olsaydı, bloğun adı "AH BE TÜZEL ABİM BE.." mi olurdu?

Bir iddia..

İki gönderi önce Hollandalı gazeteci Harald Doornbos 'tan bahsettik ya..
Ve Orada adam, Lâik kesimin en fazla iki çocuk yaptığını, buna karşılık Muhafazakar kesimin beş-altı çocuk yaptığını bu yüzden dört beş kuşak sonra, nüfus oranında çok ciddi bir fark olacağını, makasın giderek açıldığını, yaptığı basit hesapla beş kuşak sonra ailedeki kişi sayısının aşağı yukarı BİN kat farklı olabileceğini, dolayısı ile bundan sonraki seçimde A.K.P.'nin oylarının daha da artabileceğini iddia ederek,
ancak bu problemin sadece Türkiye için değil Avrupa ve Amerika içinde geçerli olduğunu,
2075 civârında, Birleşmiş Milletler genel sekreterinin Papa olabileceğini:),
bu yüzden ya Çin'e göç etmeli, ya da kontrolsüz sex yapıp bol bol üremeli demişti ya..
Aslında bende benzer şeylerin olduğunu biliyor ve bir iddiada bulunuyorum.
İşim gereği, Doğu'da ya da Güneydoğu'da doğmuş insanlarla çalışıyorum ve bahsettiğim gibi aralarında çok sevdiklerim var..
Zaman zaman konuştuğumuz da derler ki;
"Bizim oralarda evlenme yaşı bellidir..15.. Çocuk doğuramama yaşı da belli..50..
Bu arada kadın devamlı doğurur..
Mardin Yeşilli'de benim teyzemin 21 çocuğu var.. Hesap ettik.. Hayatının 13-14 yılı hamile olarak geçiyor..
Şu anda benim ailemde benim görüşümde oy kullanacak yüzelli-ikiyüz kişi var.. Sen de kaç kişi var?"
Benden cevap "En fazla On.."
Durum böyle yani..
Şimdi ise iddiama gelelim..
Bundan sonra üçüncü ya da dördüncü belediye seçimlerinde,
İzmir Karşıyaka belediye başkanı Ankara'nın Haymana'sından biri seçilecek..
Saygılar..
Şimdilik..

Bu insanlar oy kullanmış mıdır?

"bu çok eski.. ne alâkası var.." demeyin.. Hâlâ aynıyız..
Para için televizyonda abukluk yapan bir örnek yakında yazılacak burada..

Perşembe, Temmuz 26, 2007

Elveda Atatürk..

Beyrut'ta yaşayan, 67 doğumlu bir Hollandalı gazetecinin bloğunda yazmış olduğu Bu yazıyı mutlaka okuyun.. (Bir fikir ya da teori olarak tabi.. İllâ doğru anlamında değil..)
Sağol Fındıklı.::))

Çarşamba, Temmuz 25, 2007

.... Gazetesinin "Pay Kuponu"

Sanki bir zamanlar bi gazetenin verdiği "Pay Kuponları"yla başladı avantanın dayanılmaz cazibesi.. Eskiden hemen her eve gazete girerdi. Ee, hazır girmişken zamanla kupon verenler tercih edilmeye başlandı. Biriktir kuponu/Al radyoyu, biriktir kuponu/al tabak takımını... Bu biriktir/Al sistemi çılgınca yerleşti. Ama sanki gözden kaçan bişeyler vardı bence, paranla avantaya sahip olmak ve gerçekten bilgi ve doğru haber satan gazetelerin tirajının düşmesi ve dolayısı ile bu bilgileri satacağı kitlenin azalmasıydı.. NEYSE, zaman geçti, Aziz Nesin'in bakiye 40'ından bazıları, allem kallem kaldırdılar üzerine fıkralar bile türetilen "Pay Kuponu"nu.. Kolay, adı üzerinde kolaydır ve çabuk alışılır.. İnsanoğlu meyillidir kolaya ve rahata, bedava sirke baldan tatlıdır, hele alım gücün yoksa.. NEYSE, zaman içinde bu beleşçilik gündeme geldi geldi kayboldu. Arada bir hortladı, şekil değiştirdi, an geldi iane, yardım, oy, destek gibi kelimelerle aynı anlamlara geldi. Veren/Alan birbirine karıştı. Kelimeler anlamlarını yitirdi.. Ve gene yıllar geçti.. Son zamanlarda başka bir moda geldi gündeme, "Al paketi/Ver oyu" veya "Ver oyu/Al paketi" kuponu, hem de öyle sıradan gazete patronu desteklisinden değil, yurt dışı kaynaklı okul sahiplerinden, devlet desteklisinden, hatırı sayılır aga/patronlarından. Kupon büyük ve sürekli, yenir yakılır cinsten.. NEYSE, nasıl sahip olunur? Basit, sözde şikayet edip, özde vermen gerekeni ver/alman gerekeni al.. Burada da sanki gözden kaçan bişeyler var bence, bu kez paran karşılığı avantaya sahip olmuyorsun, bu kez daha ağır birşeyler karşılığı, sahip olunuyordu. Öz değerini yitirmiş kelimeler karşılığında mesela. Erdemleri, ilkeleri, şerefleri, haysiyetleri karşılığında.. NEYSE, bir de tamlamamız vardı, "Bilinçli Seçmen".. "Bilinç".. Yani Bi Linç Bi Linç ki, sormayın gitsin. Yürekler, inançlar, umutlar linç edildi.. Ya da ben böyle hissettim. "İstikrar":)) yerinde. Düzenler niye bozulsun ki abi? Adamın taahhütleri var, piyasadan alacakları var. İstikrar olmazsa alacakları kimbilir ne kadar ertelenecek. Adamın 3 yıllık, 5 yıllık planları var, düzen kurulu, piyasa rölanti.. E, şimdi fazla gaz vermenin ya da otobanda vitesi küçültüp orta şeride geçmenin alemi mi var?!?..Bırak rölantide kalsın. Bunun için ne gerekli? Sözde şikayet edip, özde, olan düzene devam. NEYSE,.........

Cumartesi, Temmuz 21, 2007

Türk ve Kürt helâlleşmesi..

"Ölüm var, kHaaluk." dedi. "Beni güldürdüğün zamanlarda Midye sayılarını karıştırdıysam eğer, hakkını helâl et..."
"benden yana helâl, Memedâbi..."
"emınji lite xeveş helalbı, khaaluk..."
"Kalkalım mı artık?"
*
*
*
*
*
Sabah cep telefonum çaldı. Tanımadığım bir numaraydı, açtım.
Farklı bir sesti, adımı söyleyen...
Sağlam bir Kürt aksânı ile konuşuyordu. Bu sesi en son 1988-1989'larda duymuştum ama... tanıdım.


Mehmet abi, 1982-1987 arasında
biz Bapa'yı işletirken, Midye Dolma getirirdi.
Akşamüstü, 17,30-18,00 gibi gelen sıcacık midyelere çok ciddî talep vardı.
O'da bizden, bizde O'ndan çok ekmek yedik.
Mardin'liydi... Görentepe Köyünden...
Benden on yaş kadar büyüktü...

"Seni görmek isterim." dedi.
"Neredesin?" dedim.
"On dakika sonra Karşıyaka iskelesinde olacağım." dedi.
Kahvaltımı yarıda bırakıp, altıma bi pantolon çekip, karşıdan bi otobüse bindim.
O'nu gördüğüm anda, esas duruşta, selam vaziyetindeydi.
Beni daha önce görmüş, tanımış ve esas duruşa geçmişti.
Sarıştık. Öpüştük.
Gündüzleri çalıştığı Tekel'den emekli olmuş ve Mardin'e, köyüne dönmüştü. "Kalan zamanım varsa, orada, memleketimin havasında geçirmeyi istedim kHaaluk..." dedi.
Konuşarak, hâl hatır soruşarak çarşıda yürümeye başladık.
Kalabalık arasında dikkatimi çeken bir şey vardı yalnız. Çoğu insan Mehmet'in yüzüne baktıktan sonra dönüp bir kez daha bakıyordu.
****
Eskileri yâd ederek konuşuyorduk.

Beni askere uğurlarken "Seni orada bi düzeltecekler, döndüğünde bu fırlamalığın kalmayacak..." demişti.
Erzincan'a gidip döndükten sonra "Sen iyice delirmişsin..." demişti gülerek. Gerçekten çok eğlenirdik karşılıklı.
Saftı... Çok iyi bir insandı... Tanrı'ya inancı olan, düzgün bir adamdı.
Bir gün, öylesine boş bir kağıdın üzerine imza attırtmıştım, "bakiim imzan nasıl?" diye sorarak...
Sonra da, "İşte bu kağıt şimdi senin hayatını söndürür. Üzerine istediğimi yazabilirim artık..." diye korkutmuştum... Yetişmesi gereken bir kaç vapuru kaçırtmıştım O'na, Deepfreeze'lerin arasında kovalamaca oynayarak..
Midyelerini sayarak metal tavalara yerleştirirken benim arka arkaya alâkasız rakamlar söyleyerek kafasını karıştırmaya çalıştığımı unutmamıştı...
Ben yirmibeş, Mehmet abi otuzbeşlerindeydi o zamanlar.
Bunları konuştuk.
İzmir'de bir kaç yerde alacağı kalmıştı ve hâlâ onun peşindeydi.
Mehmet, hâlâ iyiniyetli, esprili, inançlı ve bozulmamış bir adamdı..
Mardin'e dönmek için akşam üzeri garajdan otobüse binecek ve Pazar günü oy kullanacaktı..
Elimden geldiğince yardım ettim, kendisine..
Sonra, Çarşıda, Camialtı'da bir kahvede çay içtik.
O anda insanların neden Mehmet abi'ye çok dikkatli baktığını anladım.
Mehmet, İmralı misafirinin sanki ikiz kardeşiydi. Bunu söylediğimde güldü ve anlattı.
"Mardin'e dönerken, oğlumun okul kayıtlarını almak için istenen bir belge vardı. Bir devlet dairesinde, polis beni gördüğünde, diğer polise, (Koş, koş, yakaladım..) diye bağırmıştı."
Kocaman şîveli kahkahasını patlattı ardından..



Kahveden kalkıp yürümeye başladık...
Sahile çıktığımızda, "Mehmedâbi, oylar kime?" dedim.
"Kime vereyim kHaaluk? " diye sordu, tebessümle...
Kararının değişmeyeceğini bilerek, fikrimi söyledim.
Kafasını döndürdü, şöyle bir baktı Karşıyaka'ya... "Belli bayraklardan... Buradan başka parti çıkmaz zaten.." dedi gülerek ve devam etti.
"Bizim oralar bağımsız..."



Bir kez daha sarıldık.
Bir Kürt kökenli vatandaş ve bir Arnavut-Boşnak kökenli vatandaş...
Birimiz Görentepe köyüne, oy kullanmak üzere yetişmeye çalışıyordu...
Hangimizin "O" olduğu farketmezdi.
Hepimiz kardeştik.
...

Zaman Makinasında 21 Temmuz

1946 - Genel Seçimler yapıldı. 465 milletvekilliğinden 395'ini Cumhuriyet Halk Partisi aldı..
1969 - Apollo 11 Ay'a indi. Neil Armstrong Ay'a ayak basan ilk insan oldu..
1973 - 500bininci işçi törenle Almanya'ya gönderildi..
2007 - Tarihinin en kritik seçimine bir gün kala, "Benim için küçük ancak Türkiye için çok büyük bir adım" diyen, oylar bölünmesin bilincindeki Türkiye sandığa gidiyor..


"HAYDİ TÜRKİYEM"..

Cuma, Temmuz 20, 2007

Büyük Umutlar / High Hopes

Gençken yaşadığımız
çekim ve mucizeler dünyasında..
Düşüncelerimiz yolunu yitirmiş gibi
Başıboş dolaşırdı, sınır tanımadan..
Ufukların ardında..

Sonra Ayrılık Çanları çaldı;

Bu uzun yol boyunca,
aynı geçidin üzerinde
Hâlâ eski dostlar buluşabilirler miydi..
Kesişme noktasında?

Düşlerimizi çalan zaman..
ve ondan daha hızlı koşan
bir kılıksız adam vardı ardımızda..
Ayak izlerimizin peşinde olan.

Ve arkamızda
bizi olduğumuz yere bağlamaya çalışan
binlerce küçük yaratığı bırakarak..
yelken açtık bir hayatın sonuna doğru..

yavaşça çürüyen..

Çimenler daha yeşildi..
Işıklar daha parlak..
Dostlarla birlikte
Harika gecelerde..

Sonra..
arkana baktığında
Yaktığın köprüler köz haline gelirken..
Bir anda, geride kalan tarafın
ne kadar yeşil olduğunu farkedersin.
İleri yürüdüğünü zannederken,
İç sesinin gelgitiyle
geriye sürüdüğün ayaklarındır uykularında..

Yüksek yerlerde kocaman bir bayrak açarsın, yelken gibi.
Ve başın döner, düşleyip sonunda ulaştığın
dünyanın yüksekliğinden..
Ama..
ne kadar yüksek olursa olsun ulaştığın yer..
Doymaz karnın..
İsteklerin, hırsın
sonsuza dek engel buna..
Ve yine,
Bitkin gözlerin başıboş bakar,
defalarca bulunduğun bu yolun sonunda..
ufuğa.

Çimenler daha yeşildi..
Işıklar daha parlak..
Ağzımız daha tatlıydı..
Dostlarla birlikte
Harika gecelerde.

Sisin arasında tan ağarırken gün kızarıyor..
Ve su..
durmadan akıyor sonu olmayan nehirde..

Sonsuza dek.. Daima..



* * * *


Beyond the horizon of the place we lived when we were young
In a world of magnets and miracles
Our thoughts strayed constantly and without boundary
The ringing of the division bell had begun
Along the long road and on down the causeway
Do they still meet there by the cut
There was a ragged man that followed in our footsteps
Running before time took our dreams away
Leaving the myriad small creatures trying to tie us to the ground
To a life consumed by slow decay
The grass was greener
The light was brighter
With friends surrounded
The nights of wonder
Looking beyond the embers of bridges glowing behind us
To a glimpse of how green it was on the other side
Steps taken forwards but sleepwalking back again
Dragged by the force of some inner tide
At a higher altitude with flag unfurled
We reached the dizzy heights of that dreamed of world
Encumbered forever by desire and ambition
There's a hunger still unsatisfied
Our weary eyes still stray to the horizon go down this road we've been so many times
The grass was greener
The light was brighter
The taste was sweeter
The nights of wonder
With friends surrounded
The dawn mist glowing
The water flowing
The endless river
Forever and ever

Çarşamba, Temmuz 18, 2007

ALINTI

Epiktetos yirmi asır önce demiştir ki:
"Kader eninde sonunda şöyle veya böyle günahlarımızın bedelini önümüze koyar.
Görünen ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Ektiğini biçer.

Bunu bilen adam kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz.

Bunu bilen adam karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir..."

Düşmanlarınızı düşünmek için ayıracağınız bir dakika bile,
düşmanlarınızdan daha değerlidir.

Nefret ve intikam hissi size büyük zararlar verir.


Aristoteles ise şöyle diyor:
"İdeal insan iyilik yapmaktan zevk alır. Kendisine iyilik yapılırsa mahcubiyet duyar. Çünkü iyilik yapmak üstünlük, bir iyiliğe muhtaç olmak zaaf işaretidir."

Karşılaşacağımız nankörlükten dolayı üzülmemek için hazırlıklı olalım. Karşılık beklemeden iyilik yapalım. Mutluluk minnet beklemekte değil, minnet gösterilmesinden rahatsızlık duyulacak olgunluğa erişmektir.

Teşekkürler A.W.

Pazartesi, Temmuz 16, 2007

OYUN BİTTİ

Çocuktum ufacıktım, top oynadım acıkMADIM..
O zamanlar tüm dünya her şey oyun, tek sorumluluk eve vaktinde gitmek. Deli miyim açlık için oyunu bırakayım..:)))

Boş arsalar ve iki katlı evlerimizin bahçeleriydi oyun alanlarımız. O bahçeler ki, yeni dünya, dut, şeftali, erik ağaçları.. Oyun içinde kaşla göz arası çıkılan ağaçlar, dallarından koparılıp mideye indirilen hormonsuz meyveler..

Sonraları ağaçlara çıkamaz, boş arsalarda dolanamaz olduk. Ne arsa kaldı ne meyve ağaçları, 10-15 haneli bloklar dikildi üzerlerine. Ağaçlarsa kesildi, 4 hane daha fazla dikilsin arsalara diye, turfanda yok oldu ve meyveler bitti..

Sonra, sonra ne mi oldu? Oyun bitti. Biz büyüdük...

..Ve artık herşey doymak için..

Ben top oynarken YORULMAK istiyorum.

Pazartesi, Temmuz 09, 2007

Ayraç

Bâzı filmler sizi daha ilk sahnesinden etkiler..
Bu özellikle komedi filmlerinde olur bana..

Ben Simpson'ları çok sevmezdim ve de seyretmezdim..

Ancak geçen gün bir Simpson filmi öyle bir sahneyle açıldı ki, bundan sonra gördüğüm yerde kaçırmamaya karar verdim..

Bart, sınıfta tahtaya kalkmış ve ceza olarak aynı cümleyi alt alta defalarca yazıyor..

Cümle;
Sümük, bir kitap ayracı değildir.. Sümük, bir kitap ayracı değildir.. Sümük, bir kitap ayracı değildir.. Sümük, bir kitap ayracı değildir.. Sümük, bir ki.....

Of ya.. Valahi gülme krizi geldi yani..

Cuma, Temmuz 06, 2007

Çırak

Dün gece babam, anama bi tokat attığında..
Ulan dedim kendi kendime..
Ben var ya ben..
Karıma vurmaycam lan..
Abim..
abim, kardeşim.. okuyollal..
ben okuyamıyom..
babamın gücü bana yetmedi..
anama yetiyo..

Hava çok sıcak..

ama çok sıcak..

İzmir böyleymiş diyolar.
Ben zaten başka bir yer görmedim..

Ben paydosta uyuduğumda..
rüya bile görmedim..

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

Sex, Lies and Videotapes..

Başlığı görünce 1989 yapımı bu filmden bahsedeceğimi düşünen yanılır.
Çok uyduğu için bu başlığı verdim yazıya..
İki gün önce "Koptum valla gülmekten" başlığı ile bloğa koyduğum bir youtube videosundan sonra, ne o görüntülere ve ne de c-box'a en ufak bir yorum gelmemesi üzerine düşüncelerimi anlatmaya karar verdim size..
Bu görüntüden sonra bloğa yüzün üzerinde giriş olmasına rağmen, hiç bir yorum yazılmamasını,
ben, "Bu ayıba ortak olmayayım" ya da "İlk yazan ben olmayayım"a bağlıyorum.
Görüntüler, komik bir kamera şakası olmasına rağmen sex içeriyor ya..
Herhalde "utanılıyor/utandırıyor." diye düşündüm.
Kaldırmayı da düşünmedim değil.
Ama sağ altta yazdığı gibi, "buraya konan hiç bir şey daha sonra kaldırılmadı." cümlesine ters, bir geri adım olacaktı.

Biz bu konudan korkan, bunlara gülmenin ayıp olduğunu sanan çocuklardık..
Hâlâ öyleyiz sanıyorum.

Belki tamamen yanlış düşünüyorum ve herkes tatilde..
Ya da gerçekten "Youtube videos/Sex and LIES..:)"
Ne biliim..
Hadi eyvallah..

Pazartesi, Temmuz 02, 2007

Koptum valla gülmekten...

özellikle 1,44 te gelen hanımefendiye dikkat..
Ya da başka bir deyişle bitime 3,56 kala..